Söyleşi: Serkan Parlak
Özlem Çadırcı ile Tara Kitap etiketiyle okurla buluşan yeni öykü kitabı “Lüfer Mevsimi” hakkında konuştuk.
Özlem Hanım, yeni öykü kitabınız “Lüfer Mevsimi” geçtiğimiz günlerde yine ilk kitabınızı yayımlayan Tara Kitap etiketiyle okurla buluştu. İlk öykü kitabınıza okurlarınızdan geri dönüşlerle başlayalım ve yeni kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.
Sizin de belirttiğiniz gibi Birtakım Fısıltılar, Tara Kitap etiketiyle 2021’in Ağustos ayında okuyucusuyla buluşmuştu. İlk kitabımdaki öykülerimin büyük çoğunluğu Prof. Dr. Murat Gülsoy’un Yaratıcı Yazarlık derslerinde kaleme aldığım öykülerden oluşuyordu ve geri dönüşler beni ikinci kitabı yazmaya yüreklendirecek kadar olumluydu. Hatırlarsanız Birtakım Fısıltılar, farklı öykülerdeki karakterlerin birbirleriyle kesişen hikayelerinden oluşuyordu. Ve o süreçte Birtakım Fısıltılar’ın neden romana evrilmediği sorusuyla çokça karşılaşmıştım. Konuyu ve karakterleri daha fazla sağarak elbette roman türünde bir eser de verilebilirdi. Ancak ben okurun hayal gücüne yer açarak bazı aksları ve kimi karakterlerin hikayelerini yarım bırakmayı ve öykü türüyle ilerlemeyi tercih ettim. Birtakım Fısıltılar’ın içinde yer alan ana karakterlerin sadece diyalog akışlarının bulunduğu Birtakım Hesaplaşmalar bölümü vardı bir de. Böyle bir yöntemi neden tercih ettiğim, diyalogları ayrı tutarak neden kaleme aldığımda merak edilen bir konu oldu. Bunu yapma sebebimse hesaplaşmaların geçtiği mekan, hesaplaşan tarafların hal ve hareketleri, tavırlardan yansıyan duygu geçişlerinin karşı tarafta yarattığı etkiyi okurun hayal gücüne bırakmaktı. Birtakım Fısıltılar’ ı tekrar kaleme alma fırsatım olsa yine aynı tekniği kullanır mısınız diye soracak olursanız da cevabım evet olur.
Yeni çıkan kitabım Lüfer Mevsimi’ ne gelecek olursak, bir gassalın başına gelen tuhaflıkları anlattığım “Gassal Samet ve Tuhaf Misafirleri” isimli öykünün ortaya çıkmasıyla yeni kitabımın ilk harcı atıldı diyebilirim. Bu öykü en başta dijital platform için yazdığım bir snopsisti. Sonrasında Samet’in başına gelenler öyküye evrildi ve Lüfer Mevsimi’nin temelini oluşturdu. İlk öykü çıktıktan sonra devamı kolay aktı. Çünkü zaten kafamda neredeyse öykülerde yer alacak karakterlerin çoğu oluşup, birbirleriyle dans etmeye başlamışlardı.
Kadınlık ve erkeklik durumları, bunaltıcı ve yabancılaştırıcı günlük hayat, zaman, aşk, yalnızlık, hüzün, ölüm, mahalle hayatı ve aile sırları hikâyelerinizde öne çıkan izlekler. Odaklandığınız temalardan hareketle özellikle öykü türünde yazmaya devam etmenizin nedenleri neler olabilir?
Öykü okumayı da yazmayı da seviyorum. Öyküye konu olan kısacık bir an, bir kesişme ya da tuhaf bir rüya kaleme alındığı o birkaç sayfa içinde önünüze kocaman bir dünya seriyor. Bu özelliğiyle benim için büyüleyici bir tür öykü. Sınırlı sayfalara sınırsız duygular sığdırabilme sanatı adeta. Bana göre bir öykü okunup bittiğinde, üzerinde düşünüp anlatılan konunun öncesini sonrasını hayal ettirebiliyorsa başarılı olmuş demektir. Öyküde anlattığınız her neyse, bu bir karşılaşma bir aşk ya da telaşlı bir kaçış anı olabilir, o birkaç sayfaya sığdırdığınız konu aslında upuzun, koca bir dünya vadeder okura. Hem bir okur hem de öykü türünde yazan biri olarak bu vaat beni çokça heyecanlandırıyor.
Özlem Hanım, öykülerinizde ele aldığınız konular ve yarattığınız karakterler çok çeşitli, bu durumun nedenleri nedir sizce?
Dikkatli bir gözlemci olduğumu düşünüyorum. Çevremdeki kişilerin hal ve tavırlarını gözlemleyip onlarla ilgili hikayeler yaratmayı seviyorum. İnsan olmanın rikkat isteyen bir mevzu olması, kimlerininse incelikler ve duyarlılıklar konusunu önemsememesinden doğuyor çoğu çatışma. Ve bu çatışmalarda romanlara, öykülere, senaryolara konu oluyor haliyle. Buradan hareketle ben, insan hikayeleri yazmaktan büyük keyif alıyorum. Birbirimizden farklı hayatlar sürsek de temel birkaç duygu üzerinde patinaj çekiyor, yoğunluğu farklı olsa da benzer konulara sevinip mutlu oluyor ya da kızıp üzülüyoruz. Sosyokültürel farklılıklarımıza rağmen kesişen bu duygudaşlıklarımız üzerine çokça düşünüyorum. Bunun sonucunda da elim hep farklı hayatlar içinde benzer açmazlar yaşayan insan hikayeleri anlatmaya gidiyor.
Öykülerinizde yer alan karakterlerin psikolojik çözümlemeleri de davranışları ve diyalogları eşliğinde etkileyici. Karakterlerinizi yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz, beslendiğiniz alanlar ve esin kaynaklarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi yazma serüvenimde karakterlerimi ete kemiğe büründürme süreci benim için en eğlenceli aynı zamanda da zorlayıcı bölüm. Karakter analizlerini kapsamlı, doğru ve renkli yaptığınızda bu yazdığınız öykünün genel dokusunu çok etkiliyor ki benim özen gösterdiğim, dikkat ettiğim bir husustur. Karakterlerinizi en ince detayına kadar tanımladığınızda hem diyaloglar kolaylıkla akıyor hem de olay örgüsü daha rahat kuruluyor. Yazmaya başlamadan kafamda öncelikle detaylı bir karakter analizi oluşuyor. Ve öykülerimde anlattığım meseleler genellikle bu karakter analizlerin içinden çıkıyor. Öykülerimde birbirinden farklı bir sürü karakterin raks etmesinin nedeni de bundan kaynaklanıyor sanırım.
Lüfer Mevsimi’ nin kahramanlarından yola çıkarak anlatmak gerekirse “Ne haber Cumali” öyküsünün kahramanı Süslü Cumali, Anadolu’nun bağrından kopup küçük yaşta İstanbul’a gelmiş, tesadüfen Boğazkesen’in gösterişli bir apartmanında kapıcılık işini kapmış uyanık bir tip hatırlarsanız. Ben kitabımdaki kurmaca Cumali’nin gerçeğini Cihangir’de bir kafede otururken gördüm. Oturduğum kafenin karşındaki apartmanın önünde biriyle konuşuyordu. Ne konuştuklarını duymasam da “Ne haber Cumali” öyküsünün neredeyse yüzde ellisi karşımdaki adamı izlerken kafamda çoktan canlanmıştı. Cumali’nin boynuna fular niyetine taktığı renkli yazmalar, kendini ne kadar modern bir “İstanbullu” olarak görse de aslında bir türlü vazgeçemediği geleneklerine bağlılığına selam çakan ufak bir detay olarak eklendi öyküme mesela. Aynı şekilde kitaba adını veren “Lüfer Mevsimi” isimli öykümün baş kahramanı Atilla’nın ses tonunu dahi biliyorum. Sigaradan iyice çatallaşmış, boğuk ama otoriter bir ton. İşte bütün bu gibi detaylar oluştuğunda karakterinizin konuşma şekli, vücut dili, seçtiği kelimeler de otomatik olarak netleşiyor kafanızda. Özetle karakterlerimin esin kaynağı sokakta, vapurda, metroda, yolda karşılaştığım herkes. Karakter analizlerimi tamamlayan detaylar ise yılların birikimi…
Öykü türünde başucu yazarlarınız kimler, başucu kitaplarınız hangileri?
Son zamanlarda Aylin Balboa’yı büyük bir keyifle okuyorum. Barış Bıçakcı elbette öykü denilince ilk aklıma gelen yazarlardan. Feride Çiçekoğlu’nun yazdığı her şeye hayranım. Döne döne defalarca okuyabilirim. Elbette uzun öykü denince bir klasiktir Richard Bach’ın Martı’sı. Her okumamda başka bir detayı fark ederim.
Dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak hem Dünya geneli hem Türkiye özelinde öykü türünün geleceği hakkında ne gibi öngörüleriniz var?
İnsanlık var olduğu sürece öyküler var olmaya devam edecek hiç kuşkusuz. Zira hepimizin bir hikayesi var ve hepimizin hikayesi birer, ikişer, üçer ve hatta beşer öykü konusu. Yaşadığımız cesur yeni dünyanın mecraları farklılaştıkça öykülerin okura ulaştığı platformlar çeşitlenecektir ki bu çok normal. Kitabın kokusuna âşık, kütüphanemdeki varlıklarına bağımlı bir okur olarak benim bile artık hızla akan yaşam koşulları nedeniyle zaman zaman kitap okumak yerine dinlemeyi tercih ettiğim zamanlar olabiliyor. Sözün özü öykü türü kalıcı, okura ulaşacağı mecralarıysa çağa ayak uyduracak şekilde farklılık gösterecektir.
Dünya ve Türkiye özelinde salgın, iklim krizi, savaşlar, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde bu zorlu günleri yazı aracılığıyla daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?
Kesinlikle evet. Hele güzel ülkemin insanın canını fazlaca yakan gündemine tahammül etmenin biricik yollarından biri de yazmak benim için.
Özlem Hanım, son günlerde neler okudunuz? Önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı?
Sürekli yazan, not tutan biriyim. Eskiden aklıma gelenleri, gözlemlediklerimi yazmak için yanımda küçük defterler taşırdım şimdilerde akıllı telefonuma notlar alıp fotoğraflar çekerek yapıyorum bunu. “Lüfer Mevsimi” henüz çok taze. Bu nedenle beğenilecek mi, kaç satacak, kaç baskı yapacak gibi heyecanlar içindeyim. Bu bir süre devam eder sonrasında yine çalışma masamın başına oturup biriktirdiklerimi yazmaya tekrar koyulurum. Çünkü yazmak beni iyileştiriyor.
En son Başar Başarır’ın Dolunay İki Gece Sürer isimli romanını severek okudum.
edebiyathaber.net (9 Nisan 2024)