Alacakaranlık:
En son ne zaman yemek yedim? Ya su, su içtim mi bugün, ondan önceki gün? Bugün ne zaman başladı? Yüreğimin sesine ayak uyduran saatin tik-takını bile duymaz oldu kulaklarım. Her geçen saniye kendi ahir zamanlarıma yaklaşıyorum. Buzdolabının sessizliği parçalayan silkinişleri, öte taraflardan topluyor beni. Yoksa hep aynı zamandayım. Kız ellerimin işlediği etamin yastığa bakan gözlerimin zamanında.
Bir hayaldi dün geçti gitti, desem geçer mi? Parmaklarım bile kıpırdamıyor kim bilir kaç saattir. İstesem kıpırdar oysaki, istemiyorum. Ayaklarımı da öyle… Az bir şey oynatsam, yukarı kaldırsam, iyi gelir belki de, istemiyorum. Su içmek, yemek yemek istememek gibi… İstemiyorum. Elmacık kemiklerim acıyor. Burnumun direği başka türlü sızlıyor. Tek gözüm açık, öbür gözüm küçük bir aralıktan görüyor etamin minderi. Geçen defa da sol gözümü kapattıydı deyus. Eskiden öpmeden evden çıkmadığı gözüm, bu kapanan sol gözüm işte. Çınaraltının kuytusunda, Hayriye Ablanın mutfağında, bir de tamirhane yolunda öpe öpe kapattığı gözümü, şimdi…
Yutkundukça kanın artık hiç yadırgamadığım tadını geçiriyorum boğazımdan. Bilir misin kanın tadını? Kokusuyla birleştiği vakit, kendinden çıkmış gibi gelmez insana. Sanki az evvel damarından geçip de canına can katmamıştır. Öyle kesif, öyle baygın, bulandırıcı… Kanını akıtan kadar yabandır sana kanın.
Acımın bedenimin üzerinde yol alışını dinliyorum. Sessizlikte daha da bir duyuluyorlar, her bir oynar, oynamaz eklemimin kıvrımı. Acı ince bir siluet çiziyor kenarımdan köşelerime dönerken. Kalkıp mutfağa gitsem, ağrı kesici alsam dolaptan. Geçen seferkinde, yan komşu acile götürdüğünde ağrı kesici iğneyle kas gevşeticiyi karıştırıp da kaba yerime vurdulardı. Komşu kadın nasıl da korktuydu darp izlerimden. Darp izleri ya! Sonradan sorguda, vücudumdaki yara izlerine bakıp, Nedim itinin izlerini, ‘darp izleri’ diye tutanağa geçtilerdi. Yok, almayacağım hap falan, unutturur yok eder acımı. Yine vicdanım acımın önüne geçer. Böylesi daha iyi. Kıpırdamadan bir acının diğerine nöbet teslimini beklemek. Kıpırdamadan kanın koyulaşarak pıhtılaşmasına durmak… Sonra geceye sonra yeniden güneşe durmak… kıpırdamadan…
Bir Gün Önce:
“ Niye geldin Nedim, hâkim kararım var. Yanıma…”
“ Kes be, uzatma. Bi kahve yap bana.”
“ Yok kahve mahve evde.”
“ Uzatma Necla. Bi kahveni içip, defolucam. Yap şu kahveyi, sonra gel iki satır konuşalım, diyeceklerim var.”
“ Allahın cezası. Allahım kazasız belasız sen hayırlara çıkar günümü.”
“Ne o? Bela mı okuyosun kocana.
“ Yok canım ne bela okuması. Bela benim okumamla gelseydi…”
“ Süheyla’da kalmışsın evveli gün.”
“ E, n’olmuş kaldıysam?”
“ Kadının kocası yok mu? Ne işin olur, erkeği olan evde yatıda?”
“ Yoktu evde kocası. Adam mal götürmeye sefere çıkmış, Bulgaristan’a. Hem ben akıl edemem değil mi, usulünce kalmayı kalmamayı?”
“ Usulü mü olur kız bu işin, gece gece, gündüz torbaya mı girdi?”
“ Kadıncağız ateşler içinde hastaydı. Kaldıysam da hasta başını beklediğimdendir. Güne gitmedim herhalde.”
“ Cevap verme öyle aptal saptal. Laf olur, söz olur. İstemem karın onun bunun evinde sabahlıyor densin.”
“ Mahkemeye verdim dilekçemi Nedim. Eski karım demeye ne kaldı şurada. Bundan sonra sen sağ, ben selamet.”
“ Ne diyon kız sen öyle. Bak elimden bir kaza çıkacak. Sıçtıracan şimdi mahkemene de çarkına da… O zaman anlarsın selameti, düzlüğü.”
“ Ya sen neden anlamazsın? Zaten bitmedik mi biz Nedim ha! Daha ne bekler, ne istersin bizden? Bak şu halimize, bak şu ağzımızdan çıkana! Bak bir türlü ağarmayan derime bak! Ne kaldı senden, benden, bizden ha ne kaldı?”
“ Ağlayıp zırlama da otur şuraya. Hep o seyrettiğin dizilerden öğreniyon değil mi bu incikli boncuklu lafları? Yicen şimdi yumruğu tepene!”
“ Ne dediysen uydum yıllardır. Çalışma dedin zanaatımdan oldum. Sokaklarda sürtmeyecen dedin, anama hasretlik oldum. Eve eli, yabanı sokma dedin komşunun hayrından oldum. Bak tam istediğin gibi kupkuru bir ben varım karşında. İşinden gücünden zanaatından olmuş.”
“ Len zanaatına edeyim. Neymiş kız senin zanaatın? Kokonaların ayaklarını zımparalamakla, yıkayıp, pullamakla zanaat mı olurmuş? Tövbe ya Resulallah!”
“ Bak şimdi söyletme beni Nedim, o beğenmediğin işimin rızkıyla alındı bu evdeki onca çeyiz, eşya…”
“ Ne, sen şimdi bana bir hayrını görmedik mi diyon?”
“ Hâşâ der miyim hiç öyle? Gördüm tabii ki hayrını. Dayağını bildiği gibi sevmeni de bildi bu beden.”
“ Kız kime diyom ben? Etme diyom bu antin-kontin lafları! Girecem şimdi Allah ne verdiyse!”
“ Tabii ya dayak da cennetten çıkma. İşine gelmedi mi al Allahın adını ağzına bas dayağı, o da olmadı gebert.”
“ Sesini yükseltme şırfıntı. Gitmeyeceksin elin herifinin evine. Anangile bile gidersen haberim olacak. Mahkemenin kapısından bile sokmayacam seni. Hele bir duyayım sıçradığını. Sıkarım iki bacağına, temelli oturturum iskemle tepesinde, onu da beğenmedin ebedi istirahat.”
“ En güzeli, işte o dediğin şerefsiz. Bir o kaldı tatmadığım zaten. Kurtulurum hiç değilse”
“ Kimden kurtulacan len orospu karı! Neyini eksik ettik ha!”
“ Neyimi mi eksik ettin? Dayaksız, sövmeden geçecek bir günü esirgedin benden Allahın belası. N’olurdu ben de bir gün hayırlarlarla uyanıp ağız tadıyla bir tencere yemek pişirebilseydim. Normal kadınlar gibi pazara gidebilseydim, bir arkadaşıma sabah kahvesine uğrayabilseydim. Ne olurdu ha ne olurdu?”
“ Ne olacak, olan olurdu. Sana da Halit’in karısına dediklerini derlerdi.”
“ Ah tutabilseydim bir döl…”
“ O da senin kusurun…”
“ Düştü Allahın cezası, düştü. Aha bu çekiç tekmelerin düşürdü evladımı. Senin insanlıktan nasibini alamamış kocalığın, imansızlığın getirdi dünyamın sonunu…”
“ Kime imansız diyon kız sen!”
“ Vurma şerefsiz herif, vurma, kalpsiz canavar, vurma, vurma, vurma, vurma…”
Alacakaranlık:
Eskiden korkardım. Her şeyden. En çok da ölmekten. Ölüm kocaman bilinmediğim karanlık. Gece denize girmek gibi gelirdi. Sonra Nedim geldi hayatıma. Tüm korkularımı yok edecek bir kahramanı sever gibi sevdim onu. Umudum oldu sahiplenmesi, hayallerim etamin yastığın gülleri gibi çiçek oldu. Bu sefer onun benden önce ölmesinden, acısını görmekten korktum. Ya bugün? Korku ne zaman gidiyor düşünceden bilmiyorum. Ölümle yaşam arasındaki çizgi inceldiği vakitte sanki. Her şey önemsizleşerek, ölüm korkusu yok olacak kadar yaşamaktan vazgeçince sanki… Hayat tüm korkuların bittiği yerde ‘ölüveririm en nihayetinde’dedirtiyor. Bedenine yazı gibi işlenmiş yaraların bile acısını duymaz oluyor insan. Önce acının sancısına alışıyorsun, Alışmak korkuyu yok ediyor. Yaşamakla ölüm bir oluyor ve sen yaşamının kıyısına varıyorsun. Gitmek de durmak da bir oluyor senin için. Korku artık bir kuş bedenindeki kafesinden uçan. Başka zamanda kalıyor artık acılar. Hayallerindeki gibi kanayan bedeninden sıyrılıp çıkıyorsun, kendi Araf’ında durmak için. Bıraktığın mor, ötesi dünyan oluyor.