Özlem Narin Yılmaz: “Erkekler de örseydi dünya daha yaşanılır bir yer olurdu.”

Aralık 10, 2024

Özlem Narin Yılmaz: “Erkekler de örseydi dünya daha yaşanılır bir yer olurdu.”

Aytekin Yılmaz,  Özlem Narin Yılmaz’la  yeni romanı İlmek İlmek üzerine konuştu.

Aytekin Yılmaz: İlmek İlmek romanını kurgulamaya başladığında hiç şaşırmadım. Yıllardır örgüyle olan ilişkini bilen birisi olarak bir şekilde bunun edebiyatına konu olacağını düşünmüştüm. Örgü örmeyi çok seviyorsun ve çoğunlukla da ördüğün kıyafetleri giyiyorsun. Örgüyle edebiyatı buluşturmak nereden aklına geldi?

Evet, örgü çocukluğumdan beri hayatımda var. Çocukken örgü ören kadınların yanlarında vakit geçirmeyi severdim. Ellerinin ritmik hareketleri konuşmalarına engel olmazdı. Hem derin sohbetlere dalar hem de çok güzel şeyler örerlerdi. Ben de onlar gibi örebilmek isteğiyle dolup taşardım. Annemin örgülerinden artan iplerle başladım denemelere. İpimi tığımı alıp komşu kadınların yanına oturur bana öğretmeleri için sabırsızlıkla beklerdim. İlkokul çağlarında örgüyü öğrendim ve ondan sonrasında az ya da çok örgü hep oldu. Hayatımda yer eden, sevdiğim, yaşamıma anlam katan şetleri edebiyata taşımayı seviyorum. Kapıyı İçeriden Kilitledim romanı çok sevdiğim şapkaları konu alan bir romandı. Aşk Uğruna’da gastronomi, yemek kültürü, tatlar ve kültürler konularını irdelemiştim. Biliyorsun yemek yapmayı çok severim. Üçleme olarak düşündüğüm bu seriyi örgüyle tamamlamak istedim. Örgü etrafında boyutlanan bir kurgu oluşturmaya çalıştım.  Bu da diğer romanlarımın yazma süreci gibi bana çok keyif verdi. Yazarken bitmesini istemediğim ama bir yandan da ortaya ne çıkacağını görmek için bir an evvel bitirmek istediğim bir roman oldu.

Romanda çok farklı toplumsal katmanlara ait kadınlar var. Ev kadını, akademisyen, hemşire, çok zengininden en yoksuluna kadar her kesimden kadın. Bu kadınların ortak noktası hepsinin de örgüyü çok seviyor oluşları. Örgünün kadınları birleştiren bir yanı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Romandaki yedi kadın kahramanın hemen hepsinin toplumun farklı tabakalarından oluşları bilinçli bir seçimdi. Toplumun hangi kesiminden olursa olsun kadınların örgüde, el işlerinde ortaklaştıklarını düşünüyorum. Belki de genlerle olmasa da anneannelerle aktarılan bir kalıtsallık kazanmış olabilir. Birkaç kadın bir araya gelip örmeye başlarsa grup terapisi yaptıklarını düşünebiliriz. Örgünün sağaltan, zihni ve ruhu güçlendiren yanlarını da düşündüğümüzde bu terapilerin topluma da olumlu yansıyacağını söyleyebiliriz. Hatta erkekler de örselerdi dünya daha yaşanılır bir yer olurdu.

“Erkekler de örseydi dünya daha yaşanılır bir yer olurdu.” diyorsun bunu biraz daha açabilir misin?

Evet çünkü örgünün insan bedenine ve ruhuna iyi gelen yanlarını düşününce, ciddi bir uğraş olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Öncelikle örmek depresyondan kurtarır. Endişe, öfke, mutsuzluk gibi duyguların sizi ele geçirmesinin önüne geçer. Bir şey üretmek duygusu insanın kendine olan saygısını arttırır. İnce motor becerilerini geliştirir ve beyin ve el arasındaki koordinasyonu mükemmel bir biçimde sağlar. Örgü bir çeşit meditasyondur. Tekrarlanan hareketler vücudu ve zihni rahatlatır, daha rahat uyumayı sağlar. Üstelik bu meditasyonun sonunda ortaya bir ürün çıkar ki bu da mutluluk ve özgüveni arttırır. Yani toplumda erkekler yaygın olarak örselerdi kadın cinayetleri ve şiddet de önemli oranda azalırdı diye düşünüyorum.

O zaman örgüyü eğitim sistemine dahil etmek ne güzel olur değil mi?

Evet, kesinlikle katılıyorum. Benim zamanımızda müfredatta iş eğitimi dersleri vardı ve öğretmenler bize örgü örmeyi, el dikişini ve düğme dikmeyi öğretirlerdi. Bunların yeniden ilkokul müfredatında olması gerektiğini düşünüyorum.  Birçok Uzakdoğu ve İskandinav ülkesinde çocuklar küçük yaşlarda bu uğraşlarla tanıştırılıyorlar. Bizim çocuklarımıza tablet, oyun konsolu pazarlayan ülkeler, kendi çocuklarına örgü ipi ve tığ veriyorlar, bir durup düşünmemiz lazım.

Romana dönecek olursak, romanda kadınların yaptıkları motiflerin bir adı var, hanım dilendi bey beğendi motifi. Kadınlara bu motifin hikayesini de anlatıyorlar ama her kadının anlattığı hikaye diğerinden farklı, neden?

Evet, kadınlar ortak bir battaniye örüyorlar. Gülru bu motifleri toparlayıp battaniyeyi birleştiriyor. Aslında gırgır şamata başlayan bir medyum hikayesi, Gülru’yu bambaşka bir yolculuğa çıkarıyor. Akrabası olan kadınlarla tanışıyor ve bu ona kendisiyle de tanışma ve yüzleşme olanağı tanıyor. Her bir kadına motifleri örerken bu motifin hikayesini bilip bilmediğini soruyor ve her kadın bildiği hikâyeyi anlatıyor. Hikâyeler birbirinden tamamen farklı. Burada kadınların ‘hikaye anlatma’ yeteneklerini de vurgulamak istedim. Kadınların kendi yaşamlarıyla, anlattıkları hikayeler arasında bir bağ, bir benzerlik olduğunu görüyoruz. Her kadın motifin hikayesini kendine yontup hikayeyle bir bağ kuruyor.

Romandaki Atölye: Olay Örgüsü bölümü çok ilgimi çekti. Üçlemenin diğer iki romanında olduğu gibi bu romanda da okuyucuya bir yazar olarak göz kırpıyorsun. Bu bölümün kahramanı Özlem bir yazar ve üniversitede akademisyen. İlginç bir atölye yapıyor. Yazmak ve örmek arasındaki benzerliklerin de ele alındığı atölyede katılımcılar aynı zamanda örgü örüyorlar. Beyin fırtınası şeklinde gelişen oturumda katılımcılar örmek ve yazmak bağlantılı çok ilginç benzerlikler dile getiriyorlar. Yazmak ve örmek birbirine benzer mi?

Evet, ben benzediğini ileri sürüyorum. O bölümün giriş epigrafı “Hikayemizi cümle cümle, örgümüzü motif motif çoğaltırız” dır. Yazarken, anlatacağımız hikâyeyi cümle cümle kurarız. Örmek de tıpkı bir hikâye gibi önceden kurgulanan bir şeydir ve bu kurguyu motif motif örerek gerçekleştiririz.

Mesela yazarken eksiltmek ve sökmek arasında bir benzerlik kuruyor katılımcılardan birisi.

Evet. Yazarken fazlalıklar metnimizin yapısını bozar ve onu okunamaz duruma getirebilir. Yazar bu durumdan kurtulmak için fazlalıklardan kurtulmalıdır. Örgüdeki fazlalıklardan ve yanlışlıklardan kurtulmak için de sökmemiz gerekir. İkisi de kolay değildir aslında. Onca emeğin heba olduğunu düşünebilir insan ama amaç ortaya iyi edebiyat veya iyi bir örgü çıkarma isteğiyse emeğimize karşı acımasız olmanın bir zararı yok sanırım.

Sen de bazen yanlış yapınca hiç üşenmeden onca örgüyü söküyorsun. Yazdıklarımızı ayıklamak ve silmek konusunda ikimiz de fazlasıyla cömertiz. Birbirimizin yazdığı metinlerdeki fazlalıkları nasıl tek tuşla kesip attığımızı da bilirim. Galiba iyi bir iş çıkarmaya çalışıyorsak silmeyi, söküp atmayı bilmek lazım.

Evet bu silmek ve sökmek konusundaki cömertliğimden memnunum doğrusu.

Romanda beni etkileyen bir bölüm de Tek Kanatlı Melek bölümüydü. Çiğdem, bir kazada iki çocuğunu, eşini kaybetmiş,  tek kolu ve tek bacağı kesilmiş bir kadın ve tek eliyle inanılmaz güzel örgüler örüyor. Örerek kendisine yeni bir yaşam kuruyor, adeta örgüye tutunarak hayatta kalıyor. Böyle bir kahraman nereden aklına geldi?

Birkaç yıl önce sosyal medyada, tek eliyle muhteşem örgüler ören Asya hanıma rastladım. Çok şaşırmıştım. Örmek tek elle çok zor yapılabilecek bir işti ama Asya hanım hem çok hızlı örüyor, hem de muhteşem işler çıkarıyordu ortaya. Romanı yazma sürecindeydim ve Çiğdem kahramanı bu şekilde oluştu. Kitap yayımlandıktan sonra ilk imzalayıp gönderdiğim kişi Asya hanım oldu, çok memnun oldu, duygulandı.

Romanın sonunu merak ederek okudum. Acaba o battaniye Hasan’ın omzuna örülecek mi? Acaba Hasan Gülru’ya dönecek mi? Diye sorup durdum kendime. Gülru battaniyeyi Hasan yerine kendi omzuna örttü. “Asıl büyünün ne olduğunu anlamıştım” diye bitiyor roman. Asıl büyü neydi?

Gülru battaniyeyi omzuna örttüğünde “Yedi kadının elleri omzumda, sekizincisinin yüreği avucumdaydı.” diyor. Kadınların şiddet kurbanı olduğu, toplumun dışına itilip yok sayılmaya çalışıldığı bir dünyada onların gücüne ve dayanışmasına vurgu yapmak istedim. Her şeye rağmen üreten ve birbiriyle dayanışma içinde olan kadınlara bir selam yollamak istedim. Asıl büyünün ne olduğuna ise okuyucu karar versin istedim.

edebiyathaber.net (10 Aralık 2024)

Yorum yapın