Söyleşi: Zeynep Eşin
Kendi hâlinde bir okur olmanın yetmediği, anlatma arzusunun her şeye galebe çaldığı o an, bir çeşit kırılma, bir tür çözülme aslında. Bundan sonrası, derdinizi hangi yolla aktarmak istediğinizle alakalı oluyor. Anlatacaklarınızın rengi, dokusu, duygusu sizi edebiyatın çeşitli türlerine buyur ediyor. Buradan hareketle, roman türünde yazmaya nasıl karar verdiğinizi, diğer deyişle, edebiyat serüveninizi merak ediyoruz.
Bana kalırsa, yazar değil metin karar veriyor biçime. Bazen de karakter… Bana öyle oldu. Şugar, önce anlatıcı karakteriyle düştü aklıma. Alis’in monologlarını yazdım başlangıçta. Söyleyeceği çok şey olduğunu fark ettiğimde, bu metnin alışkın olduğum kısa öykü formunda olmadığını anladım. Anlayacağınız, ben de Alis’in peşine takıldım. Sonra koca bir dünya açıldı önümde.
Drag Queen dünyası ile nasıl tanıştınız? Romanı bu ilham ile yazmanızda sizi teşvik eden neydi?
Drag Queen kavramını bilmezden çok önce, henüz çocukken Huysuz Virjin ile hayran kaldım performans sanatına. Huysuz Virjin’i izlemek özgürleştirici bir deneyimdi. Divine, Rupaul gibi isimlerin işlerini öğrenmek, drag sanatının ne kadar geniş ve çeşitli olduğunu görmemi sağladı. Drag, koskoca bir dünya; bir tür kurmaca alem, ete kemiğe bürünmüş türden. Aynı zamanda çok gerçek. Çünkü bu insanlar kimliklerini ve varoluş biçimlerini koyuyor ortaya. İkinci bir hayat yazıyorlar kendilerine. Yalnızca seyirlik bir mesele değil. Mesele, o deneyim, o deneyimin seyirciye ne yaptığı. Performansın, sanatın en doğrudan en içten hamlesi olduğunu düşündüm hep. O ana bağlı, biricik ve kişiye özgü bir sanat deneyimi. Bana ilham veren bu oldu. Bu formun alıcısıyla olan doğrudan ilişkisini, metne yansıtmak istedim.
Karakter seçimlerinizden söz etmenizi istesem. Kurgusal metinler karakterler üzerine inşa ediliyor demek yanlış bir tanımlama olmayacak diye düşünüyorum. Sizin karakter seçimlerinizi neler etkiliyor? Konu mu karakteri şekillendirdi yoksa karakter mi konuyu oluşturdu?
Birbirinden bağımsız olduklarını düşünmüyorum. Karakterin geçmişi, kusurları, arzuları bir şekilde konuyu belirliyor. Ne istiyorsa peşinden gidiyor karakter, hikaye de onun peşinden. Öte yandan, diyelim siz performans sanatını konu edindiniz, o dünyanın insanları sızacaktır metne. Yalnızca alan açmak lazım. Söyleyecekleri sözü dinlemek lazım. Ben de öyle yaptım. Yalnızca Alis’e değil, metnin bütün karakterlerine alan açtım. Kendi hikayelerini kendi seslerinden anlatmalarına izin verdim. Metnin meselesi, bu karakterlerin istekleri, kusurları, çatışmalarıyla somutlaştı. Konu karakterden, karakter konudan doğuyor bir nevi. Bu ikisi, iç içe. Şugar için özel bir durum daha var. Şugar, Lewis Carroll’un “Alis Harikalar Diyarında” kitabının yeniden yazımı. Yani bir nevi sahnem belliydi benim. Alis karakterini kurduğum sıralarda, Carroll’un Alis’iyle ruhsal benzerliklerini farkettim. Meraklılığı, karşısına çıkan absürdlüklere verdiği tepkileri, kaçış ve kendini savunma biçimleri, hayatı algılamalarındaki muzur neşe… Sanki aynı öze sahiptiler. Böylelikle karakter, konu ve izlek birlikte geldi elime.
Karakterlerden bahsetmişken yapmış olduğunuz orijinal bir fikir var bunu söylemeden geçemeyeceğim. Romandaki karakterlerinizin fanzin çıkırması bunun ilham kaynağı neydi?
Şanslıyım ki, bu romanın dünyası yaratıcı bir dünya. Lubunca da öyle. İlk olarak sözlük fikri aklıma düştü. Metnin içerdiği Lubunca kelimeler için kitabın içinde bir sözlük olmasını planladım. Okura kolaylık sağlamak adına çevrimiçi versiyonunu da hazırlayıp yayınladık. Sözlüğü hazırlarken bir tür kelime oyunu olabileceğini düşündük ve küçük bir Lubunca oyunu ortaya çıktı. Drag sanatının özgürleştirici, oyuncul yanından etkilenmediğimi söyleyemem. Şugar’ın dünyasında, bu karakterler bir dernek üyesi. Dernek için internet sitesi üzerinden yazılar paylaşıyorlar. Yani bu kurmaca alemde bu karakterlerin bir fanzin çıkarması çok olasıydı. Tatlı bir tesadüfle, kitabın çıkışı Haziran ayına denk gelince, bir an için Alis’in Onur Ayı’nda ne yapabileceğini düşledim. Fanzin fikri böyle düştü aklıma. Bir anda, bir alan daha açıldı önümde ve ben de sözü karakterlerime verdim.
Peki, sizce iyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunur mu? Her yazarın etkilendiği, biçemini, anlatım tarzını, kullandığı yöntemleri benimsediği isimler vardır. Ve ben her yazarın tek bir dünya görüşünü benimseyen değil de, her görüşten yazarı okuması, bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çeşitliliğin yazma serüveninde nasıl bir etkisi olur? Size yoldaşlık yapan yazarlar kimler oldu?
Okurluğunu bir takım edebiyat iktidarlarının sunduğu okunacaklar listelerine dayandırmayan, bazen kötü kitaba bazen de hiç kendisine göre olmayan bir kitaba rastlayan, rastladığında yüz çevirmeden iyi niteliklerini görebilen, meraklarının peşinde kendi yolunu çizen okurdur iyi okur bana göre. Bu nitelikler yazar için de geçerli. Meraklarının peşinde gitmeyen, önce bütün klasikleri bitirmeliyim diyen bir okursan edebiyatta seni çekeni bulamazsın. Bulamazsan yazmaya kalktığında kendi üslubunu kuramazsın. Farklı görüşlere sahip yazarları okumazsan, savunduğun, inandığın, karşıt olarak sunduğun tez bir nevi eksik kalır. Kime neye söz söylediğini bilmezsin bir kere. Bu sadece edebiyat içre değil, bütün sanat dalları için. Bütün sanat dallarından beslenmeli. Benim radarıma takılanlar ise Virginia Woolf, Leyla Erbil, Dostoyevski, performans sanatına bakışıyla Marina Abramovic, her albümünde yeni personalar yeni kimlikler yaratan David Bowie gibi isimler oldu. Bu kitabın özelinde ise, Sevgi Soysal ve Lewis Carroll isimlerini dile getirmeliyim. Soysal’ın Tante Rosa karakteri… Ben de öyle renkli öyle canlı bir karakter yazmayı istedim.
Düşüncelerinizi, hislerinizi ya da hayallerinizi, hayalinizde kurguladığınız şeyleri bir başkasının okuması size nasıl hissettiriyor?
Şugar’ı kendi korkularımdan yola çıkarak yazdım. Alis’in ortaya çıkma ve görülme korkusunda, kitabın konusunda, tam da bu sorduğun sorunun cevabı var aslında. Alis’in diliyle ifade edersem, bazen but nakinta bazen but şugarım. Bir yanıyla çok iyi hissettiren bir deneyim benim için bir yanıyla da zorlayıcı.
Hayatınızın bir haftasını bir roman kahramanı olarak geçirecek olsaydınız, kim olurdu?
Douglas Adams’ın Otostopçunun Galaksi Rehberi serisinin baş kahramanı Arthur Dent olmak isterdim. Bütün bir galaksiyi otostop çekerek gezmek ve nihai cevabın sorusunun peşinde olmak ilgi çekici olurdu. Üstelik cevap yalnızca “42” kadar basitken…