“Tıpta temeldeki hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı durumlarda hastanın şikayetlerini, esas olarak da acılarını gidermeye yönelik tedaviyi tanımlamak için kullanılır.” (sayfa 10) diye açıklıyor Byung-Chul Han palyatifi.
Byung-Chul Han Güney Koreli, yazar ve kültür kuramcısı bir akademisyen olarak günümüz toplumunu derinlikli bir şekilde incelemeye odaklanmış, 2012 yılından beri Berlin Sanat Üniversitesinde ders veriyor. Toplumsal acıyı 11 başlık altında incelemiş “Palyatif Toplum”da.
Acıları alınmış, mutluluk ve haz kavramları ile tıka basa doldurulmuş, beğeni hissini her şeyden almaya çalışan, mutluluğu instagramlaşan duygular ile yaşayan bireyin; iğdiş edilmiş, yetersizleşmiş, toplumda acı hissinden arındırılarak aslında nasıl “Palyatif Toplum”a dönüştürüldüğünü örnekleri ile anlatır yazar.
“Alternatifsizlik; siyasi bir ağrı kesicidir. Muğlak “orta yol” palyatif bir etki gösterir. Tartışmanın ve daha iyi sorular uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır.” (sayfa 33)der ve devam edip Algofobi (acı korkusu) ile açıklar toplumsal baskıyı yazar.
Geldiğimiz noktada sosyal medyada, izlediğimiz haberlerde, kültür sanata karşı oluşan türlü baskıda kendini nasıl da hissettiriyor: “Palyatif Toplum”. Bir noktada birey mutsuzluğu kendisinin beceriksizliği olarak algılayabiliyor. Okumak, derin okumak, eleştirebilme yeteneği salt güzellik kavramlarına indirgenmiş. Doyuma ulaşmak için sosyal medyaya birkaç güzel fotoğraf koymanız olanca beğeniyi almanız yetiyor. Ama en ufak bir olumsuz eleştiri, herhangi bir olaya karşı duyduğunuz tepki, kötücül bir yoruma -aaa nerden çıktı bu? Ne güzel eğleniyorduk algısına dönüşmüyor mu? Facebook’ta, Instagram’da, Twitter’da günün keyfini çıkaranlar (elbette günün keyfi de çıkarılmalı) bunu süreklileştirip “ponçikleşenler” nasıl da keyifle seyrediliyor. Işıltılı, görkemli yaşamlar dizilerde, filmlerde karşımıza çıkınca nasıl da mutluluk sarmalı haline geliyor yaşamlar. Peki gerçekten böyle mi? Yazar, “acı duymamak, haz almak, karşı çıkmamak” ile biat kültürü arasında paralel bağlar kurup sorgulatıyor kitap boyunca.
Neoliberal tüm politikaların bunu kapsadığını, kasten bile istene amaçlananın bu olduğunu tane tane anlatıyor Byung-Chul Han. “İçinde yaşadığımız toplum her türlü olumsuzluktan kurtulmaya çalışan bir olumluluk toplumudur. Acıysa olumsuzluğun ta kendisidir… Olumsuz düşüncelerden uzak durulması gerekir. Bunların yerine derhal olumlu düşünceler konmalıdır. Pozitif psikoloji acıyı bile performans mantığına tabii kılar. Neoliberal dayanıklılık ideolojisi travmatik deneyimleri performans artışı için katalizör haline getirir.” (sayfa 14)
Sanatın da kültürün de bu yozlaşmadan pay aldığını, sanatçının eserinin tüketim nesnesi haline böylece getirildiğinin altını çizer. Pandemi sürecini unutmadık hala devam ediyor aslında. İnsanın salt hayatta kalmak uğruna nasıl da kendini karantina altına aldığından bahsederken yazar, bizim gibi baskıcı sistemler altında ilerleyen toplumların çoktan karantinada olduğunu mutsuzluğun zirve yaptığını, aslında şu son yıllarda artan depresyon ve acı vakalar ile nasıl da orantılı olduğunu düşündükçe üzülmemek elde değil. Belki de bu kadar sıkışmışlık arasında insan bir çıkış yolu arıyor kendi akıl sağlığını korumak adına.
Birkaç gün önce John Berger ile Yücel Göktürk’ün “İstanbul’dan Gelen Telefon” adlı söyleşisini okudum. Eş zamanlı iki kitap okumayı severim. John Berger söyleşinin bir yerinde şöyle diyor: “Biraz önce acıdan ve acının özellikle de başkalarının acısının tüketim kültüründe yok sayılmasından, dışlanmasından söz ettik. (sayfa 29)… Neoliberalizmin çılgın ideali, tüketicinin tüketim yoluyla insanlık durumundan muafiyet kazanması, bu muafiyeti satın alması. İnsanlık durumu dediğimiz şey ölümlülüğü, acıyı, hüznü, kayıp vermeyi içerir.” (sayfa 31)
Günümüz vahşi kapitalizminin “insanlığı” ne hale getirdiği ortada. Her gün kadına, çocuğa, hayvana, toprağa meşrulaştırılmış bir şiddeti pornografi seyreder gibi izliyoruz. Oysaki bu şiddet pornografisi olayı etkisizleştirip sadece acıya karşı bizi uyuşturmakla görevli. “Şiddet pornosu da öldürmeyi bile acısız bir olay hale getiriyor. Bu görüntüler ağrı kesici gibi bir iş görüyor. Bizi başkalarının acılarına duyarsız kılıyor.” (sayfa 62)
“Sosyal mesafe, sosyal ayrım düzeyine çıkar.” (sayfa 62) Narsist egonun dijitalleşme çağında nasıl da baskın kılındığını böylece anlatır Byung-Chul Han.
“Palyatif Toplum” dili sade, anlatılan konu örnekler ile daha anlaşılır hale getirilmiş. Akademisyen dilinin ağırlığı yok. Yazar okur kitlesinin “anlamasını” arzulamış ki bunu başarıyor. Derin, incelikli bakış açısı, olayları ve olguları tanımlarken ki üslubu, gözlem gücü bilim insanı olmasından dolayı okurken yazdıklarını düşündürüp sorgulatıyor.
Yaşadığımız derin, acı dolu yaşamın mucizesi “bireysel gelişimler, mutluluğu arama yolları, pozitif enerjiler” değil. Bizi derin uykudan uyandıracak olan şey mücadele. Acının kaynağına karşılık böylesi vahşileşmiş kapitalizme karşı çözüm; kanımca bir arada, ötekileştirilmeden yaşamın kutsallığını tüm canlıların birlikte mutlu, üretken mücadelesidir. Ve şu örnek tam da buna ilişkin, John Berger’in Yücel Göktürk ile İstanbul’dan Gelen Telefon’daki bir anlatısında saklı: 68 devriminin ardında 69’da öğrenci liderlerinden Prag’dan bir çağrı alır John Berger ve bir grup aydın. Onları bir toplantıya çağırırlar. Çek öğrenci liderlerinden biri ayağa kalkıp şöyle der: “Buraya kadar geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz. Ancak derin bir uykudasınız. Size iyi rüyalar diliyoruz. Bize gelince bizim meselemiz önümüzdeki 24 saati azami öz saygı ve haysiyetle ve asgari tavizle yaşamayı becermek. Bizim tek derdimiz öz saygımızı, haysiyetimizi yitirmeden yaşamak.” (sayfa 55)
Temiz çevirisi için Haluk Barışcan’a teşekkürlerimle.
Kaynak: Palyatif Toplum: Günümüzde Acı, Byung-Chul Han, Metis Yayınları, 77 sayfa.
edebiyathaber.net (16 Haziran 2022)