Mevsim Normalleri, 2013 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanan Neslihan Önderoğlu’nun ikinci öykü kitabı. Önderoğlu yeni kitabında hayat olağan akışı içerisinde seyrederken gözden kaçan parabolik sapmaları anlatıyor.
Kitabın, bedensellik ve cinsellik gibi olguları yazarın sansürüne takılmadan rahat bir dille ortaya koyduğunu söylemek gerekir. Ana izleği ise yalnızlık. Söz konusu edilen çoğunlukla kadınların yalnızlığı; ironik bir şekilde kendi öykülerinde adları geçmeyen kadınların.
Kitabın ilk öyküsü Gecenin Ayazında, soğuk bir gecede alkol almış ikisi erkek biri kadın üç gencin (Murat, Oğuz ve adını bilmediğimiz kadın) çapraz ilişkilerini anlatır. Adını bilmediğimiz kadın, Ozan üzerinde derin izler bırakmış olan Gülperi’ye merakla karışık bir kıskançlık duyar. Gülperi, Murat’ın kız kardeşidir. “Ben, Gülperi, bu herif beraber büyüdük. Dünyada başka kız kalmamıştı değil mi? İnsan arkadaşının kız kardeşine…”
Kestane Ağacı adlı öykü ise yatalak olan genç bir erkeğe yedi yıl bakıcılık yapan Gül’ün öyküsü. Bedensel itkilerin, cinselliğin daha fazla kontrol altında tutulamaz ya da bastırılamaz boyutlara ulaştığı bir durum betimleniyor. Öykünün psikolojik atmosferinin okura oldukça başarılı şekilde yansıtıldığı söylenebilir. “Her santimini ezbere bildiği o takatsiz gövdenin üzerine çıktı. Bozuk bir makine gibi çalışmasını umdu.”
Üçüncü Şahıs, baba ile oğul arasındaki gerilimin oğulda yarattığı varoluşsal zedelenmeyi, baba otoritesi karşısında çocuğun kendinden, benliğinden kaçışını anlatıyor. Annenin arada kalmış sıkışmış hali söylediği sözün bile yönünü bulamamasına yol açar.
Evrim Teorisi, kitabın yayımlanmasından önce edebiyat dergilerinde okuduğumuz öykülerinden. Anlatının ritmiyle öne çıkan bir öykü. Empatik ilişkiler kurarak kendini balık ve/veya fok balığına evirmeye çalışan öykü kişisi babasının hayvanat bahçesinde çalışmaya başlamasıyla hayvanların kafesleri önünde uzun uzun düşünme fırsatı bulur. Gittikçe olaylara evrim, doğal seleksiyon gibi güçlünün hayatta kalıp zayıf olanların eleneceği teorileri üzerinden bakmaya başlar. Nitekim hayvanat bahçesinin sahibi güçlü Celalettin Bey babasını eleyerek yeni babası olur. Öyküde “cemaate yakın dershane” ifadesiyle yapılan vurgu öyküye ne katmış ya da çıkarılırsa öyküden ne eksilir diye sorulabilir ancak bu küçük çapağa rağmen Evrim Teorisi hazımlı dili olan yetkin bir öykü.
Cırdonlar adlı öykü okuyucu üzerinde vurucu bir etki yapıyor. Kimilerine insan dememek gerek dedirten bir öykü. İğrenç iki cırdon var öyküde. İkisi de kuyruksuz. Bir çaresizliği kemiriyorlar. Sömürüyorlar. Biri haz öbürü ise para peşinde.
Polen Yağmuru ve Ayakkabılar adlı iki öyküde yakınlarını kaybetmenin insanın içinde açtığı boşluklar ele alınıyor. İki öyküde de kaybedilenin yarattığı boşluk ondan kalan eşyalarla doldurulmaya çalışılıyor. Birinde kaybedilen annedir, bırakıp gitmiştir. “ Karides güveç pişirirdi bunlarla… Yuvarlak ve geniş olanlarda mıhlama yapmayı öğrenmişti. Hiç birini almadı giderken.” Öbüründe kaybedilen iki gün önce evinde bira içilen yakın arkadaştır. “Bira lekeli bir çift beyaz spor ayakkabı sokağın girişinde, kaldırımın kenarında duruyordu. İçinde artık onun ayaklarının olmadığı, kırk iki yaşına gelmemiş bir adamın kırk iki numara ayakkabıları.”
Olivetti adlı öykü örtük bir ihtimal öyküsüdür. Bayram tatilinde şehir neredeyse boşalmışken bir yapı marketin kasasına hapsolmuş evli ama yalnız bir kadının marketten poşet istemeyi alışkanlık haline getirmiş genç bir çocukla ilgili kurduklarını anlatır. Kendisine bile tam açık etmede niyet eder, düş kurar. Çoğalmak, kalabalıklaşmak ister. Ancak hepsi bu kadardır. “O günden sonra belki kalmaz diye kasanın altındaki dolapta birkaç tane saklar olmuştu. Keşke ismini de sorsaydı çocuğun. Saçma. Ne önemi var ki? Düşünmemeye çalışıyordu.”
Poşet fabrikasında çalışan bir çocuğun öyküsüdür Çorba. Çocuğun makineye kaptırdığı dört parmağı kopar. Durumun histerik bir ruh haline soktuğu anne çocuğun istediği şehriye çorbasının içine buzlukta, yazdan dondurduğu bezelyelerin arasında, sakladığı dört parmağı atar. “Plastik poşeti buzluktan çıkarıp… Belki sahiden bir imkândır. Varsın elden düşme bir et parçası olsun. Kaynayan çorbanın içine atacağım.”
Masaj Artı Duş Yetmişbeş Lira adlı öykü çocuklarını geçindirebilmek için masaj salonunda çalışan bir kadını anlatıyor. Yaptığı işin masajdan epey zor olduğu anlaşılıyor. Kadın bu zorla başa çıkmaya uğraşıyor. Ama çocuklarını, bir gün yaptığı iş nedeniyle onların sevgisinden olacağını düşündükçe başa çıkamama kaygısı artıyor.
Kitabın son öyküsü olan Veranda hayata bağlı, yaşama sevinci dolu bir annenin ölümcül hastalığa yakalanmasını konu etmiş. Hastalığını henüz annelerine anlatamayan çocukların bunu yapabilmek için durup düşünmeye kafalarını toplamaya ihtiyaçları vardır. “ Bu yaz yazlığı açamadık, diyordu takside, hayattaki tek sıkıntısı buymuş gibi”
Yazarın ilk kitabını (İçeri Girmez Miydiniz?) okuyanlar yazarın işçiliğini, öyküye verdiği emeği, özenli anlatım dilini ve sözcükleri tartarak kullandığı bilirler. Öykülerin çoğunda (Eğik Atış gibi) kelimeler terim anlamlarının yanı sıra farklı çağrışımlar uyandıracak şekilde kullanılmıştır. Mevsim Normalleri söz konusu işçiliğin incelikle sürdürüldüğünü gösteriyor.
Eylem Ata Güleç – edebiyathaber.net (26 Şubat 2014)