Kuş Zamanı
Bir kuş ömrüydü zaman!
Siz sayın ki ebabildi o ya da hüthüt…Baharın gelişini müjdelerdi biri, diğeri de uz görüşlüydü.
Bense hüma kuşuydum zemheri çağlarında. Gökle yer arası boşlukta süzülürdüm kanatlarımla, görünmezdim, bilinmezdim! Ama gördüklerim görmediklerinizdi, baktıklarım bakmadıklarınız… Gittiğim yerleri cennet sanırdım. Oysa asıl cennet yaşadığım yermiş, çok sonra öğrendim bunu.
Uğramazdım yanlarına kargaların. Ben kibrin, sözüm ona onlar da akıllarının havaisiydik uzaktan uzağa.
Kanatlarım daha da enginlere taşırdı beni. Sonra uğraşmazdım çerle çöple, didişmezdim dünya âlemle!
Bir kuş diliydi zaman!
Bilinmezlikler çarşısından geçirirdi sesimizi. Kanatlarımı ele vermeden susmayı öğretmişlerdi bana.
“Git ve unut, daha ötele çık. Öfke, hınç büyütür; sevindirme düşmanlarını…Sana değmeyene sen de değme!”
Kuş felsefesi dedikleri de buydu belki de!
Oysa, her şey asıl uzaktan, çok daha ötelerden daha iyi görünürdü. “Kuşbakışı” dedikleri de işte tam buydu.
Aktı zaman, geçti günler aylar yıllar…
Başka göklerden geçirsen de bakışlarını, bıraksan da zaman izlerini her birinde, tutup kanatlarından seni aşağılara çekmek, kafeslere kapatmak isteseler de artık bunun mümkünü yok. Çünkü kuş dili zamanlar çok ötelerde kaldı. Geçildi o çağlar, bir adım öteye yeni bir zaman yazıldı. İlerliyor yaşanan zamanda her şey; akan suyu geri çeviremezsiniz.
Seni Ayartan Söz Olsam
Bağlanıp sonra da vazgeçtiğim bir yazardan kurtuluşumun öyküsünü anlatmayı tasarladığım günlerde, bir dostum o yazara dair yayımladığım kitabı okuduğundan söz etmişti. Buruk bir gülümsemeyle, o kitabı kotarırken yazdığım başka bir kitabın varlığına değindim kısaca. Biyografik bir romandı: “Yaşama Tutunmak”. Yayımlama aşamasına gelmişken vazgeçtim, çekmeceye kaldırdım. Çünkü o yazardan, duruşu/davranışı yüzünden, sıtkım sıyrılmıştı.
Şimdi, Alain Finkielkrant’ın “Sevginin Bilgeliği”ni (*) okurken, “Sevilen Yüz” bölümünde anlattığı öykü gülümsetmişti beni. Orada Finkieldkrant, Emmanuel Berl’ın “Sylvia” kitabını anarak, -onun sözünü ettiği anlatıda dillendirilen- Marcel Proust’tan kopuşun ironik bir dille anlatılmasına değiniyordu.
Sevmek katlanmak değildir!
Hatta bir zaman sonra (şu ya da bu nedenden dolayı) tükenebilir de. Neden/niçinini var edenleri yan yana getirdiğinizde aslında bunun ne denli yerinde olduğunu da gözlersiniz.
Bu kez, bakışınızın değiştiği gibi; yeni yargılar edinirsiniz.
Bu değişim asla “dönüş” değildir. İlerleyen zamanda bir adım öteye, hatta daha öteye gitmektir.
Hayat sürüyor çünkü, bizi ayartan söz de olsa!
Sana Bakışlarımı Versem!
Kafka’nın “porno” tutkusunu anlıyorum! Onun içyalnızlığının sızılarından kaynaklanan bir olgu sanki!
O tür dergilere bakmam, filmleri de pek izlediğim söylenemez! Ama güzel bir kadın yüzü/bedenine dair fotoğraflar biriktiririm. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dosyalarım vardır. Beden ve yüz, dokunma ve öpüşme üzerine denemeler/kitap yazacak kadar notlar çıkarmışımdır bunlardan.
Son iki kare: İngiliz model Kelly Brook’un bedenini özgürce yansıttığı fotoğrafları içeriyor. Orada en çok ilgimi çeken göğüslerin bedenin zarafetiyle ters orantılı duruşuydu…
Bunları şizoit haz yolculuğu için biriktirdiğimi düşünmenizi istemem. Gözün estetik seyridir benim için esas olan. O bakışlarla da duyguları ehlileştirme, eğitme, doyum ötesi bir bakış edinmedir amaç olsa olsa…
Saklı tutulan bakış, söz her zaman “tehlike”lidir!
Mardin-Şırnak hattında kaldığı yurdun yöneticisi ve öğretmeninin tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki çocuğun dramını hazırlayanın neler olduğunu düşündüm ister istemez, öteye geçip bakarken…
Evet, ne diyordu Dickens:
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı, ahmaklık çağıydı, inanç dönemiydi. Aydınlığın mevsimiydi. Karanlığın mevsimiydi, umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı…” (**)
Bir Kayıt Düşmeli Zamana
Görmeyen gözün, hissetmeyen bakışın yolculuğu yıkıcı/yaban dil ve tavrı çıkarıyor karşımıza her daim. İçimizdeki karanlığın dikenlerini…
Ethem Sarısülük’ün göz göre göre öldürülmesini sindiren bir toplum olmak, bir adım öteye gidememektir. Oysa, yaşadığımız zaman, daha da öteye gitmenin çağrısını taşıyor bizlere…İnsanca, özgürce, kardeşçe yaşamanın çağrısını…
____
(*) Alain Finkielkrant, “Sevginin Bilgeliği”, Çev.: Ayşen Ekmekçi, 1995, Ayrıntı Yay., 124 s.
(**) Charles Dickens, “İki Şehrin Hikâyesi”, Çev.: Gönül Suveren, 1975, Altın Kitaplar, 400 s.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Eylül 2021)