“senden uzaklara götürüyorum, ey umarsız umutların cilvesi” / Furuğ
Kedersiz bakışlara sığınmaktan yoruldum, diyordu içindeki ses.
Bekle, son tufan gelince gerilir çarmıhlar; nasılsa herkese bir İsa gerek.
Yolgeçen hanı değildi eyleştiğin zamanlar. Adına ve anlamına karışıyordu her bir sözcüğün.
Eşleştiren duyguların körlüğünde başlıyordu sabahlarınız. Uykusundayken hayat, tutuşuyordu yangın. Orada bekleşen ne, bunu sorguluyordunuz geceden beri. Bir tufeyli bakışına teslim olmak niyeydi, sorgu değil yaşama özgürlüğünün serenadıydı. Aranızdaki ses hep sessizdi bundan, duyarlığınızda temellenen ne onu görmüyor, ona bakmıyordunuz.
Her zaman her yerde olmak niyeydi sonra; ilenmek niyeydi, sese sessiz kalıp anlatmak… Çözülen zamana bakıyordunuz ellerinizle. Dokununca vardınız, bakışları hiçleştiren de aranızda akan ırmaktı. Şifa ararcasına göz gözeydiniz, ama nafile; yabandı dil, ertelenmiş sözle sırlanıyordu her hece. Adsız bir gün istiyordu, başlangıcı kendinde tükenen zaman! Farkında olmak niyeydi sahi, söylene söylene gelmişti şair; karşınızdaki saklı duran duygularıyla.
Yazdığınla sevilendin, okuduğunla gidilen. İklimsiz mevsimlere benzerdi aranızdaki söz. Ara yerde biterdi gölgeler, uzak tutardı ‘gözlerden ırak’ diyerek. Yalan vardı işte bu sokakta. Kendi seherine uyanan sabah güneşi gibiydi. Anlam insandadır oysa diyordun, sözü oradan taşıyarak gitmeli insan birbirine. Başkalık yaratmak adına söngünleşen söze gitmek niyeydi sahi?
Sonra, gül ve güneş vardı sizi size anlatan…. Adımlanan yollar, umutlanan dillenişler.
Biliyordun ki, gitmeyi seçen yangını da seçendir.
Söz, yinelenmeden kanatlanıyor. Bir imge dolayımından anlıyorsun edilebilecekleri…
Yol ötede.
Giden sessizliğe bürününce, karanlık başka dilde konuşacak biliyorsun. Kendi patikandasın. Dikenlerin, pıtrakların arasında. Çağırıyor seni ebabil kuşları. Aykırı gelene gönlün yok. Fütursuzca bakışın ondan.
Yenilgilerden çıkarak geliyorsun, kendi sesinde dur; kendi olma yolunda git.
Dikmediğin ağacın meyvesine elini uzatma, demişti sana bir yol Dervişi. Sulamadığın topraktan umutlanma. Ceht etmezsen erişemezsin menzile…
Dönüp gitmişti sonra.
Ayakların kan, ellerin diken dikendi. Rüya bu. Gözlerin neşe pınarı.
Elemlerden geçtin sen, günün ve ânın hesaplarına aldırma; diyordu içindeki ses.
Koygundu bakışları.
Sözleri yaban, dili ağulu…
Gelişine göre yaşamak yaşamak değildi sana göre.
Şimdi kaçgun mevsimi. Kendi sesine hayran bakışlar tiksindiriyor seni.
Vazgeçiyorsun artık sığınaklar yaratmaktan. Çöle gitmek, bir vaha yaratmak değil derdin.
Görüyorsun ki; yanında yörende, herkesin içinde ilerliyor çöl.
Yangınlar, yıkımlar bundan.
Neden yaratmak boşuna, bahane aramak niye? Şu çöp şundan kısaydı uzundu demek…
Şimdi, okuduğun kitaptaki altını çizdiğin satırlardasın:
“Berraklık, kesinlik, ayırt edebilme yetisi, idrak, gözle aklın paylaştığı dil anlamına gelmektedir.” (Düş Dokumacısı/Douwe Draaisma)
Aradığın, hatta bir ömür boyu kendini beklemeye adadığın buydu. Düşlerinde zaman zaman sayıkladığındı.
Uzaklaştıkça yakınlaşanı görebiliyorsun. Yanında uzak olanlarla hiç işin olmadı, olamazdı.
Ama didikleyen bir bakış yıkardı seni. Anlamak, kucaklamak, sahip çıkmak varken…
Kurabileceğim bir bahçe böyle güzeldir. Dalları, kökleri kırıp savurursan bir yaprak bile kımıldamaz senin için.
Şimdi örtülüyor zaman senin için.
Biliyorsun bunu. Hatırlayınca, düşlerdesin ey zaman.
“sonunda yolculuk bağlarıyla bağlandım
gülerek bağrımda kan gidiyorum
ey boşuna meyvesiz umut vazgeç
kalbimden benim ben gidiyorum.”
Furuğ/ Çev.: Haşim Hüsrevşahi
Açıklamadan Yaşamak
Tutku ve bağlılıklarımızı (hatta bağımlılıklarımızı) neden açıklayalım ki?
Hele yazan/üreten biriyseniz her biri yazınızın/anlatınızın debisinde yer alır.
Yaşadıklarınız (günahı sevabıyla) sizindir. Onları başkalarının eline (bir oyuncak gibi) vermek niye sonra?!
Evet, “mahremiyet” diye bir kavram varsa bu da mahremiyet! Deyim yerindeyse “burnunuzu”, bakışınızı başkalarının hayatına yöneltmeniz hiç de hoş değil.
Bu bir müdahaledir.
Açıksözlülük başka şeylerdedir, özel yaşantıda değildir.
İlkgençlik dönemlerimden beri yazdığım günlüklerin bana anlattığı, ‘bunları kendin için yaz/söyle…’ Evet, başkalarının okuyup bilmesi için yazılmadı o yığınca defter. Kendi çalışma/yaşama ritmimin bir parçasıdır günlüklerim. Orada yazıp gördüklerim/yansıttıklarım kendimedir. Ne kimseye okurum ne de paylaşırım.
Evet, diyebilirim ki; günlüklerim “benlik algısının” bir yansımasıdır. Dün de öyleydi, bugün de.
Bilmek İçin Yola Çıktım
Okuma, yazma, yaşama arzumu besleyendir bu: bilmek/öğrenmek tutkusu.
Benim için önce kendine inanmak, kendini bilmek gerekir. Bunu sağlayıcı olan tek şey; öncelikle, yaşadığınız ortam ve insan ilişkileridir. Çünkü ilk bilinç aşısını oradan alıyorsunuz.
Yolculuğunuz da işte oradan başlıyor. Ve hayatı da, sanatı da, yazmayı da o ândan beri ciddiye almaya başlıyorsunuz. Yoksa, her şey bir “heves” olarak kalırdı. Yazan biri olarak kendinizi böyle inşa edemezdiniz.
İkinci Perde
Hayatımda hiçbir zaman “ikinci perde”de rol almadım çünkü dramı sevmiyorum. Eğer ölünecekse “birinci perde”nin sonunda olmalı bu, ve o ânı düşünerek de yaşamamalıyım.
Geriye Kalan
İzmir’de, Çiğli’de mezarının başındayken Tarık Dursun K.’nın, yeni yapılmış mezar taşının mermer kaidesine taşınan bir sözü düşündürmüştü beni: “Hepsi hikâye.”
Yaşanan onca sevinç, keder, acı, çatışma, hırs, küskünlük, başarı, başarısızlık, inişli çıkışlı hayatta geriye ne kalır sahi?!
Sözü güçlü olanın rengi ve anlamı; o da bilene!
Bilmemek
Evet, bilmemek görmemektir de. Gördüğün şey yaşadığın, hissettiğindir. Ötesinde ısrar etmek niye?
Yaşadığın hayata sadık kalarak kayıpların sızısını azaltabilirsin. Ama yolculuktan asla vaz geçemezsin.
Yenilgi
Reddedersen eğer, kabul görüleceğin yerdeki yenilgiye de hazır olmalısın. Aşınmak başlayınca önünü alamazsın. Sevdiğini sandığın her şey seni yenilgiye hazırlar. Haz dediğin şey çıkmaz sokak. Hele bedeninin ve ruhunun keşfinde değilsen, uyum denen şeyden bihabersindir.
Sonrasında günah keçisi arar durursun. Artık kendinle yüzleşmek bile nafiledir, unutma.
Hafiflik
Bunu çalışma odamda, kütüphanemde mıntıka temizliği yapınca daha iyi hissediyorum.
Şimdi, Seneca’nın “Medea”sını okurken karşıma çıkan duygu/düşünce aurası bana şunu anlattı: Umut hafifliktir, yaşama arzusunu besleyendir. Arzularını bunun bahçesinde filizlendirmelisin her daim. Bir meltem esintisine döner tüm varlığın. Uzakta da olsa, bir sesin varlığını hissedersin o tınıyla, ruhun hafifler.
Tutunmak
Sevmek biraz da tutunma isteğinden kaynaklanmaz mı? Birine, kara bir duyguyla, tutunarak yaşamak. İşte ölümcül olan da budur. “Kara tutku!” Onsuz edememek… Bütün trajediler de buradan başlamaz mı?
Vaz geçiliyor olmak da acı ve kırgınlık getiriyor. Ama ya sen de kendini buna alıştıracaksın, ya da o trajedinin kurbanı olacaksın.
Evet, “beni öldürmeyen şey güçlendirir.” (Goethe)
İndirgemek
Değersizleştirmeden söz ediyorum.
Benlik sanrısıdır birazda. Kabul görmenin de ötesine geçiyor, sizi yıkıcı ve kıyıcı kılabiliyor.
Yaşadıklarından hasar alan bir benlik hazza ve arzuya yöneliyor. Önce bedeniyle savaşıyor, sonra en yakınındakilerle. İyileşmenin yolunu değil, kötüleşmenin ırmağını seçiyor.
İndirgemek ne acı!
Uzaklaşmak
Kavuşmanın bir biçimi aslında uzaklaşmak. Kendine dönmektir. Görme ve hissetme biçimini değiştirmektir.
Kadın, uzaklaştı.
Sevdiğini sandığı adama iğretice bir not yazdı.
Mermer masaya dikti gözlerini. Kaşıkladığı tatlının verdiği hazzı düşündü. İç çekti. Gözleriyle dokunduğu bedenlere baktı. Mermer masanın yüzeyinde yol yol olmuş çizgilere ilişti gözleri. Damar damar geçişgendi her bir çizgi. Sonra dönüp hayatının akışını düşündü. Geçişgen duygularını, iniş çıkışlarını.
Uzaktı her şeye, kendine bile.
Kendini inkâr etmeye hazırlanıyordu.
Susmak
Söyleyince susuyorsun. Susunca da konuştuğunu var sayıyorsun.
Ötendeki göz söyledikleriyle yetiniyor. “Ne içindeyim zamanın, ne de dışında,” dercesine bir edası var çünkü.
Dönüşmek
Tutkuların saplantıya dönüşmesinden korkarım. Bir yanardağın patlamasını beklemek gibidir. Bilirsin ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İşte asıl dönüşmek de budur, kanımca!
Unutuyorum
“Gidince sen unutuyorum her şeyi.”
Unutmak böyle bir şey değil. Kimseye göstermediğiniz yanınızda süren bir hatırlama eylemidir. “Beni unut,” diyenin öznesi içinize alçı dökmeye başlamışsa eğer; korkun, hem kendinizden, hem de tüm yaşadıklarınızı hatırlamaktan.
Başkalaşım
Asıl bu gerek bize. Yazıyorsanız eğer, hemen bir kurmacaya başlayın derim. Kendinizi orada daha iyi göreceksiniz, üstelik size acı veren yaşanmışlıklardan da uzaklaşacaksınız. Başkalaşmanın iyi bir yoludur bu.
Menzil
Bunun üzerine ne çok yazdım, ne çok düşündüm.
Şimdi, Susan Sontag’ın şu cümlesiyle karşılaşınca yeniden buna dönüyorum:
“İnsani menzilim yazarlık menzilimden daha geniş.”
Bu konuda düşüncelerimi hiç terazilemedim.
Doğduğum kentte dağı görerek büyüdüm. Kentin hangi ucuna gidersem gideyim dağ ve menzili hep ötemdeydi. Bana kendimi nasıl inşa edebileceğimi hatırlatıyordu: bir menziliniz olmalı, onun düşlerine yatmalısınız önce.
edebiyathaber. net (17 Ağustos 2021)