1./ Sizi Odalarda Tutalım
Oda imgesi bende her zaman sıcaklık ve koruma duygusunu verir.
Ev gidilen yer ise, oda yaşanan nefes alınan mekândır. Özeldir, özgüldür.
Size kendini açana bu yer sizden ilgi bekler. Yani, yaşayacağın gibi donat beni, der. Çünkü oda içerisidir, sizi koruyan gözeten ve tanımlayandır. Ve oda her şeydir, çoktur, çoğuldur, çoğaltandır.
Odanın köşegenlerine bakarak uçlardan uçlara kurulan yerin adım adım nasıl biçimlenerek anlam kazandığını düşünüyorsun.
2./ Kendini Taşımak
Yüzündeki uçkun bakışı hatırlıyorsun.
Kapanıp duran, sessizleşen; içe çekilme halini anlamaya çalıştıkça söz oyunlarına giden.
Tutulu kalıyorsun. Ne edebileceğin söz, ne de gidilebilecek bir yol var aranızda. Oysa katıla katıla yaşamak dediğin çizgiye taşımak için gitmiştin ona.
Farkında mıydı bunun, henüz bilemiyordun! Gene de o ilk karşılaştığınız ândan beri imgesinin sendeki saklı yanlarına anlam vermeye çalışıyordun. Ona doğru sözcüklerle giderken de aranızdaki tınıyı görmeyi önceliyordun hep.
Karşına çıkan onun imgesinin bu denli yoğunlukla seni sarmalayacağını hiç düşünmemiştin.
Şimdi tutup okuduğun kitaptan şu satırları yazmıştın ona:
“Yalnızlığı, belki de sınırsızlığı arardım. Yine de dünyaya imrenirdim.” (“Disiplinli Güzel Günler”/ FleurJaeggy)
Dupduru bir bakış, içli bir nefes gibiydi sözcükleri anlatıcının.
Bir yerde durup şu cümlesini de seslice okumuştun kendine:
“ Onu tanıdıktan sonra ağaçları, dağları, sessizliği ve edebiyatı tutkuyla sevmeye başlamıştım.”
Bir insan kendini bir duyguya başka nasıl taşıyabilir ki…
3./ Sevgisizlik İklimi
Çağımız yas ve şiddet çağı. İçinden geçtiğimiz zamanların dünden bugüne uzanan seyrinde insan/toplum hayatında bu iki olgunun ayrılmazlığına daha sık tanık olmaktayız.
İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın sinema yaparak kendini dönüştürme eylemi biraz da bunu, onun tanıklığının getirdiklerini de anlatıyor.
Kuşkusuz toplumsal çözülme bireyin dünyasını baştan sona etkiler, değiştirir, dönüştürür. Ama Mahbelbaf’ın tanıklığının dönüştürücülüğünde yas ve şiddetin de rolü var.
Bunun sanata yansıması kaçınılmaz. Dahası sanatçının malzemesi insan/toplum olduğuna göre, bunlardan etkilenmemesi ne mümkün.
İzleyin “Kandahar” filmini, yeniden düşünün bunu derim.
4./ Dağlara Döndüm (II)
Avut beni gecende, sessizliğe dokunan gözlerinde.
Bilirsin, kirli savaş her yerde; evde, iş’te, aşkta, sokakta…
Duyguda öldür arzularını. Sına işte o zaman savaşa karşı direncini.
Nafile söze gitme, birinin ışığını yoluna düşürmesini bekleme. Gitme, madem iki sözcüğü yan yana getirdin; “gönül avcısı” dedin madem, gitme.
Yaralı keklik nerede, ceylanlar ve geyikler hangi dağın ardında söyle.
Şehvetin gözlerinde, ellerin masum.
Hadi, dağlara döndüm. Gel, ışıt yolumuzu. Madem iğdiş edilmiş en masum duygular bu savaş çağında; gel ve kaldır bu kuşatmayı aramızdan.
Elem çadırları kurmayı bırak. bil ki yoksunluk hırkası taşınmıyor öyle. Vazgeç, ‘bana ağıtlar gerek’ demeyi bırak. Avuntusuz söz, uçurum. Hazırla kendini yeni bir sabaha. Biliyorsun ki dilin sonsuzluk cengi değil edilen şu sözler:
“Aşk perdede saz çalıyor.
Bu ahengi işitecek âşık nerede.
Her zaman başka nağme çalar.
Her nefes bir mızrap taganni eder.
Bütün olarak ardı arası kesilmeyen bir sadayı kim işitmiştir.
Onun sırrı cihanda açığa düştü.
Sadanın kendisi sırrı nasıl muhafaza edebilir?” (Fahrüddin-i Irakî)
Dilinde ezgilediğin bir türkü ise, başka bir uğunuşun nidası:
“Şafak söktü yine sunam uyanmaz…”
***
Öyleyse gitmeyi seç. Bil ki aşınır göz, unutur bakış, söngünleşir dokunuşlar bir gün.
Ve dön, ona, gözlerini soldurduğun şu satırları oku:
“Uzlaştırma ve tehcir planları, ormanların yakılması, napalm bombaları ve insanları hedefleyen mayınlar gibi ‘çözümleri’, biz kendilerine saldırana kadar düşmanımız olmaya ne niyeti ne de gücü olan ‘düşmanlar’ ile ‘kurtarılmaya’ muhtaç ‘dostlar’ınbaşına neler açtığının farkında değillerdi.” (HannahArendt)
Sonra dön, ona, içinizdeki yersiz yurtsuzluğu hatırlat bir kez daha. Yaşadığınız kuşatma halinin dilde, duyguda, düşüncede nerede/nasıl uçlandığını anlat. Yurtsuzlaşmayı, evsizleşmeyi tıpkı dilsizleştirilme gibi görmenin yabanlığını anlat.
Evet sen de altını çiz bu kuşatma halinin sıklıkla.
Gücü tekleştiren sözün hiç de istisna bir yanı olmadığını hatırlat üstelik.
Elinizden alınan özgürleşme halinin sizi nasıl dağlara döndüreceğini söyle artık.
***
Gamzeli gülüşlerine gizlenen ne?
Bir soru cümlesi olarak kalmasın aranızda. Dokun gözlerine… sözcüklerine dokun, ellerine… Yaksın parmak uçlarını özleyişleri.
Doğa yasasını tanımlamayı değil, doğanın evrende ve insandaki tüm bileşenlerinin keşfine çıkarak; size aynı andalığın zamanını anlatan Einstein’ın çekim gücüne dair söylediklerine dön yüzünü.
Duygu çekiminde sizi aynılaştıranın taşıdıklarını görmezden gelme. Olabilirliği değil, o çekimin size taşıdığı ivmenin akkorlaşma haline git.
Gör ki kendine göreliktir insanı ıssızlıktan çekip alan.
Çağır beni gözlerine diyen sese dönükse yüzünüz, öyleyse gitmeyi seçin. Korkmayın dağların gölgesinden. Kendi menzilinizi yaratmak için gidin. Dönün dağlara dağlara…
edebiyathaber.net (4 Haziran 2019)