Bir yazarın dünyasına yönelirken, ister istemez yazdıklarının öyküsü de ilginizi çeker. Yapıtları kadar, başka alanlarda yazıp söyledikleri de bir o kadar önem kazanır.
Bunlara tümüyle yapıtlarının birer açıklaması/tanımı gibi bakmasak da, açıklayıcı bir yanı olduğunu düşünürüm.
Virginia Woolf, romanları kadar, ardında bıraktığı güncesiyle de yaratıcı dünyasının gizlerini bize aralayan biridir.
1941’de, ölümünden bir süre önce yayımlanan Perde Arası romanının, günlüğüne yansıyan yazılma serüveni de ilginçtir. Bir yazarın yaratıcı dünyasında, yazacağı romanın biçimlenmesini adım adım izlersiniz.
Woolf, kapalı bir yazardır. Kendisine de bu yanını pek göstermez. Ama iş yaratma/yazma eylemine gelince, birtakım ipuçlarını, yazdıklarına ağdırır ister istemez.
Bizi onun günlüklerine döndüren duygu da bu olsa gerek. Yazma biçemi kadar, bir romanı tasarlama/kurma düşüncesi de önem kazanır. Öyle ki, Woolf, yazdığı/yazmayı tasarladığı metinlerle bir tür içkonuşmaya yönelir.
Yıllar(*) romanını (romanın ilk yayımlandığındaki adı Burada ve Şu Ânda’dır, 1937) okumaya yönelirken, günlüğünde bu romanına dair yazdıklarına göz atıyorum. Bir yerde şunları yazıyor: “Burada ve Şu Ânda’dan çıkarttığım ders, kişinin bir tek romanda bütün ‘formlar’ı kullanabileceği. Demek ki bundan sonraki kitap, şiirin, gerçekliğin, komedinin, oyunun, öyküleme ve psikolojinin iç içe kullanımı olabilir. Ayrıca kısacık. Üstünde düşünmek gerek.”
Woolf’un yazarak varolma düşüncesinin ardındaki gerçekliğin dili, romanlarına bir bir yansır. Kendisiyle her bir söyleşmesinde kurduğu roman dünyasının da bir hesaplaşmasını yapar.
Romanda geliştirdiği tekniğin böylesi bir bakış üzerine kurulduğu, çıkış noktasının o içbenliğin süzgecinden geçenlerde yattığını söyleyebilirim.
Yazma serüveni kadar, yazma biçimini de sürekli sorgulayan birisidir, Woolf. Dünya romanına getirdiği açılım, yenilikte bu bakışı etkendir. Onun romanı üzerine konuşurken kendi düşüncelerinin paydasına bakmak kaçınılmaz gibi geliyor bana. Salt söz eden değil, uygulayımıyla yeni roman yolunu da açandır.
Yıllar romanı bir çağ tanıklığını getirirken, romancının yeni roman dilini/biçimini kurmasının da en güzel örneğini sunar. Woolf’un yazdıklarının arka planına oradan bakarak, romanımızdaki yeni eğilimlerin etki kaynağını da görebiliriz.
‘Ben düşündüm, ilk ben yaptım oldu’ demek yerine, kim kimden bu havuza ne taşıdığını da açıklıkla yazıp anlatmalıdır.
Özellikle de Yıllar romanını okurken, böylesi etkilenmelerin nerelerden nasıl geldiğini daha da iyi görebiliyoruz. Romanımızın bugününe bu yanıyla da bakmak hiç fena olmaz.
“Mutlu bilgisizlik” Çağı
Mürekkep zaman dediğimiz çağ geride mi kalıyor yoksa?
Giderek uzaklaştığımız yazı, edebiyat, okuma uğraşı nice insanı hayatın dışına düşürüyor. Yani, “mutlu bilgisizlik”le yaşamanın “iyicil” sürüklenişinde insanlık.
Şunu biliyoruz ki, yığınları anlamanın/anlatmanın yolu edebiyattan geçer. Doğamızdaki insanî olanı ortaya çıkardığı gibi, bize iyi bir dünya kurma düşünü/düşüncesini de veren edebiyattır.
Peki, bunu bilmeden/anlamadan yaşamak toplumu nereye sürüklüyor bilmem bunun farkında mıyız?
Romanla Tanımak, Öğrenmek
Doğrusu roman hâlâ öğretiyor. Günümüz okurunun romancının aklına/bakışına ihtiyacı var.
Romancı çoğu şeyi size taşıyan, gösterendir. Anlatıp açıklayan; insana ve hayata dair yeni şeyler söyleyendir.
Roman okuyan toplum yaratmanın yolu edebiyat duygusunu beslemekten geçer. Yeni bir edebiyat eğitimi, bakışımı gereklidir.
Edebiyatın Yüzyılını Yaratmak
Eğer “mutlu bilgisizlik” çağını aşmak istiyorsak, edebiyata yüzümüzü dönmemiz kaçınılmaz.
Bir ülke edebiyatı kendi yüzyılını yaratırken evrensel nitelikte yapıtların kurulmasını sağlamışsa; başka ülkelerin kendi edebiyatlarının yüzyılını kurmada etkileyici kaynak olabilirler.
Dante, Cervantes, Shakespeare, Montaigne, Puşkin, Goethe, Dostoyevski kendi edebiyatlarının yüzyılının kurucu kimlikleridir.
Toplumları vasatlıktan kurtaran da biraz bu birikimdir.
Kuşkusuz edebiyat kendi yüzyılında bir birikim oluşturur. Kuşaklar, dönemler, kanonik yapılar burada hep belirleyicidir.
Neyi/nasıl düşündükleri, oluşturduklarının arka planı, yansımaları, kalıtla alışverişleri, eleştirel düşünme biçimleri tümüyle o birikime yansır. Tanımlar, yöntem, izler/etkiler de işte o süreçte ortaya çıkar.
Bu açıdan baktığımızda, edebiyatımızın yüzyılını 1923’ten başlatmak yerine, 1928 Harf Devrimi’yle başlatmak sanki daha yerindedir. Çünkü bu aşamada dil bilinci/dil duyumu/dil düşüncesi edebiyat ortamının biçimlenmesinde etkileyici olur.
Unutmayalım ki; erken Cumhuriyet dönemi yazarlarının neredeyse tümü Arap alfabesini kullanmakta, Osmanlı Türkçesiyle yazmaktadır.
1928 bu anlamda bir “devrim”dir, Latin alfabesine geçişle toplumda yazma/okuma kültürü, düşünme biçimi başka bir mecraya kayar.
İnsanların nasıl yaşadıkları kadar ne düşündükleri de edebî yapıtlar aracılığıyla gündeme taşınır.
Edebiyatın “tekçi düşünce”nin egemen olduğu bir ortamda kendi yüzyılını yaratması zordur, zahmetlidir; gene de bunu var etmek için bütün olanaklarını zorlar. Çünkü, bu da, edebiyatın tanıklık düşüncesinden kaynaklanır.
Dil duygusundan, dil bilincinden kopan, edebiyattan uzaklaşan bir toplumun “mutlu bilgisizlik” çağını yaşaması kaçınılmaz.
Bugün toplumumuzun sürüklendiği yer, yaşadığımız sancı bir bakıma bunun da bir göstergesidir.
Bir yere ait olma duygusundan kopuş, yaşadığın coğrafyanın gerçeğinden uzaklaşma insana hiçlikten başka ne verebilir ki… Edebiyatın bütünüyle bunları kazandırabileceğini düşünmek, iyi insan olmanın yolunun buradan geçtiğini bilmek sanırım bir başlama noktası olabilir. En azından şu “mutlu bilgisizlik”ten arınmak için…
___________
(*) Yıllar, Toplu Eserleri: 9, Virginia Woolf, Çev.: Oya Dalgıç, İletişim Yay., 384 s.
edebiyathaber.net (8 Şubat 2022)