“Köpeğin dışında en büyük dost kitaptır!” diyor Paul Auster, 11 Mayıs 2011 tarihli J.M. Coetzee’ye yazdığı mektupta.
1947’de New Jersey’de dünyaya gelen Paul Auster zor bir çocukluk dönemi geçirdi. Kitaplarla amcasının kütüphanesinde tanışan Auster’ın şiire merakı onu edebiyatla buluşturdu. 14 yaşında gözlerinin önünde bir arkadaşına yıldırım çarpması sonucu ölmesinden çok etkilendi. Eğitimini Columbia Üniversitesi’nde İngiliz, İtalyan ve Fransız edebiyatı üzerine tamamlayan yazar, 1960-1970 yılları arasında Columbia’da yüksek lisans tezini hazırlarken danışman hocası Edward Said’di.
Tüm dünyada edebiyat camiasında en çarpıcı eserlerin verildiği bir döneme tanıklık eden Auster’ın kaleminin özgün kimliği Fransa’da bulunduğu dönemde oluşmaya başladı.
Yazarlığa ilk başladığı yıllarda kullandığı Paul Benjamin adıyla yayınladığı Köşeye Kıstırmak (1982) adlı polisiye romanı onun edebiyat merdivenindeki ilk basamağı oldu. Cam Kent (1985), Hayaletler (1986), Kilitli Oda (1986) adlı anlatılardan oluşan New York Üçlemesi ve sonrasında art arda verdiği eserler edebiyat dünyasında onu hızla yukarılara taşıdı.
2006 yalında İspanya’nın saygın ödüllerinden olan 26. Asturias Ödülü’nü kazandığında, 18 ülkeden aday gösterilen yazarlar arasında Orhan Pamuk da vardı.
Duman (Smoke) ve Surat Mosmor (Blue in Thy Face) isimli senaryoları filme çekilmiştir; daha sonra Lulu On The Bridge (Lulu Köprüde) adlı kitabını kendisi filme çekmiş, hem senarist hem de yönetmen olarak yapıtın tüm aşamalarında bulunmuştur.
Eserleri ülkemizde 1991’den beri Can Yayınları’ndan, Seçkin Selvi ve İlknur Özdemir Türkçesiyle yayımlanan Paul Auster, 90’lar ve sonrasında romanlarında özellikle içsel yolculuklara eğilmiştir. Kalabalık kentlerin gözlerden ırak köşelerinde kalmış hayatları, görünmeyenleri, kurgularının merkezine taşımış, ayrıntılardaki güzelliği, sıcak, samimi üslubuyla okurla sohbet ederek ortaya çıkarmıştır.
Yalnızlığın Keşfi (1982), Kırmızı Defter (1995), Kış Günlüğü (2012) gibi otobiyografik romanlarında kullandığı dil, kurgu eserlerindekinden farklı değildir.
Paul Auster’in amacı kurguya dayalı tasarımlar yapmaktır ve bu anlamda her kitabı bir tasarımdır. Auster için polisiye roman yazıyor ya da postmodern polisiye roman yazarı demek yeterli değildir. Yazar, polisiyeyi eserlerinde araç olarak kullanmaktadır. Kitaplarındaki karakterlerin dedektif olması onun bir polisiye roman yazarı olduğunu göstermez. Auster’in roman karakterleri yer değiştiren gölge gibidir. Yer değiştiren gölge karakterler birbirine dönüşürken aynı zamanda başkalaşmaktadır. Yanılsama dünyasının, kişinin efendisi olduğunu okura yaşayarak gösterir. Karakterleri epik tiyatroda olduğu gibi etkendir. Öykü içinde öykü, psişik akıl oyunları haline gelir. Delilik, öteki, saplantı, bilinçaltı, merak, psikoloji, yazarın temel argümanlarıdır. Jung, Adler ve Freud’dan etkilenen Auster’ın eserlerinde benlik, hayal, hafıza, gölge, kurmaca gibi psikanalitik ögeler önemli yer tutar.
Amerikan edebiyatında okur okurken, yazar da yazarken yalnızdır, bir başınadır. Genellikle bireysel hayatların yaşandığı bir toplum olduğu için orada yazarlar yalnızlıklar içinde yazar kitaplarını. Edebiyat ürünü, okur ve yazar arasında bir köprü görevi görür.
Paul Auster, çoğu yerde geleneksel yazı kalıplarının dışına çıkar ve romanının anlatısını kendisi üstlenir. Başkahraman kim olursa olsun Auster onun zihninde, düşünce ve hislerinde yer edinir; sanki onun adına konuşur gibidir, yaşanan her şeyi kendi başından geçiyormuş gibi anlatır. Bu yazın biçimi, okuyucunun yazar ve karakterle arasındaki mesafeyi en aza indirir; çünkü yazar da artık eserin içindeki karakterlerden biri, anlatıcının kendisidir. Yazarın üstlendiği yeni kimliğin dilinde anlatı bir söylenceye dönüşür. Böylelikle eser, yazar ile okurun karşılıklı sohbetine dönüşür.
Paul Auster’in en çok bilinen romanı New York Üçlemesi üç farklı kitaptan oluşuyor. Birbirini var eden bu üç anlatı modern edebiyatın inceliklerini bünyesinde taşıyan bir üçleme. Auster, kendini tekrar etmekten hep kaçınmış bir yazardır. Her eserinde kendini yeniliyor, yeniden oluşturuyor. Yenilik, özgünlük ve kendini tekrar etmemek Amerikan edebiyatının en belirgin özellikleri arasındadır. Paul Auster da o geleneğe yaslanıyor. Postmodern edebiyat tarihi açısından önemli bir üçleme olan New York Üçlemesi’nde, üstkurmaca, postmodern polisiye, metinlerarasılık gibi postmodernist teknikler kullanılmış.
Cam Kent‘te üstkurmaca tekniği açısından başarılı bir anlatım söz konusu. Daniel Quinn adlı kurmaca karakter, takma adla yazılar yazan biridir. Anlatı ilerledikçe zaman içinde kendi yazdığı kitaptaki polisiye yazarı William Wilson’a, sonrasında onun yarattığı kurmaca dedektif Max Work’e ve en sonunda da kurmaca dedektif Paul Auster’a dönüşecektir. Çoklu kimliğe bürünen karakterin dönüşümünü okur ilgiyle izlerken, karakterlerin düşüncelerine de ortak olur. Brooklyn’in cadde ve sokaklarında geçen, bu arada şehir hakkında masaya serilmiş harita üzerinde yer gösterir gibi bilgi veren kitapta, şehirde görünmeyen ve görülmek istenmeyen meczup insanlara projeksiyon tutulur. Quinn kukla, Work oyunun sesi, Wilson bir yanılsama. Quinn’in kendi olmaktan çıkıp Work’e geçmesini sağlayan bir köprü. Work onun yalnızlığının yoldaşı, kardeşi ve dertleştiği hayali dostu.
Kitabın başında Quinn, gece uyumadan önce Marco Polo’nun Seyahatname’sini (Geziler Kitabı) okumaya başlıyor. Telefonla sürekli Paul Auster’i arayan bir adam, Quinn’de merak uyandırdığından, dördüncü aramada kendisini Paul Auster olarak tanıtıp, adamla konuşmaya gidiyor. Eşinin ve oğlunun cenazesinden beri takmadığı kravatı takıyor giderken. Görüşmeye gittiği adam ve kadın akıl hastanesinde tanışıp evlenmiş bir çifttir. Kadın adamın klinikteki terapistidir. Adam, küçüklüğünde yaşadığı travmaların kaynağı olan babasından bahseder. Babası tarafından zorbalığa uğramış, tecrit edilmiş olan adam, babasının hapisten çıkacağını öğrendiği için, öldürülmekten korktuğunu, bu yüzden dedektife ihtiyacı olduğunu söyler. Quinn, hiçbir zaman kullanamayacağını bildiği halde Paul Auster adına düzenlenmiş çeki alır ve adamın babası Stilman’ın izini sürmeye başlar. Şehrin haritası üzerinde okuru gezdirirken, New York’un dilencilerini, düşmüşlerini, yalnızlarını, istenmeyenlerini de göstererek Stilman’ı takip eder. New York Kütüphanesi’ni ziyaret eder ve orada okuduklarını okurla paylaşır.
İç içe geçmiş hikayeler okura edebi bir ziyafet sunarken merak da uyandırıyor. Gölge, delilik, öteki, saplantı, bilinçaltı, ipucu, merak, anadil arayışı, yeni dünya kavramları romanda önemli yer tutuyor.
20. yy. başında ressamlar bir ara insanın bunalmışlığını anlatabilmek için figürlerdeki altın oranı terk edip deformasyona yöneldiler. Munch’ın Çığlık adlı tablosunda olduğu gibi pek çok örneği var bu yönelimin. Paul Auster da kurmaca yoluyla modern insanın çıkmazlarını anlatırken hem zamanla, hem de insan belleğiyle oyunlar oynamaktan çekinmiyor.
Sürrealist resim sanatının temsilcisi Dali (1904-1987), psikoloji ve sanatı birleştirerek yeni bir sanatsal yaratma yöntemi geliştirmişti. Bu yöntem, zihinsel algı yeteneklerini olabildiği ölçüde yoğunlaştırarak objektif konuları değerlendirmeyi amaçlamaktaydı. Gizli şeyler, bellek verileri, psikolojik çapraşıklıklar, patolojik deformasyonlar sanatçının ögeleri arasında yer almaktaydı. Belleğin Dirilişi, Voltaire’in Büstü Görüntüsünde Esir Pazarı, Uyuyan Kadın, At ve Aslan ressamın bu yönelimini yansıtan yapıtlardandı. Sanatçının tasvir ettiği ikili imge eserlerinde açıkça görülür.
Paul Auster da bellek oyunlarıyla, kurmaca yoluyla modern insanın çıkmazlarını anlatıyor. Psikoloji ile edebiyatı tıpkı bir sanatçının tablosu gibi metinlerinde kurguluyor.
Bilinçaltının insana oynadığı oyunun edebiyata dahil olma halinin aktarıldığı bu romanlar, modern insanın anlam arayışlarına düşünsel ve kurgusal yönde edebi birer katkı sayılmalıdır.
Renk isimlerinden oluşan karakterlerle kurgulanmış, Hayaletler kitabı için de postmodern polisiye demek yeterli değildir. Hayaletler romanında, Henry David Thoreau’nun Doğal Yaşam ve Başkaldırı adlı eseriyle metinlerarasılık kurulmuştur.
Beyaz, Siyah’ı izlemesi için, Mavi’yi dedektif olarak tutar. Otuz yıl süren bu izlemede okur, Brooklyn sokaklarını gezer. Burada da okur dedektiflik ve polisiye roman okuyor sanırken, kendini bir anda bilinçaltının oyunları içinde bulur.
Karakterler birbirine dönüşürken başkalaşıyorlar. Okur öyküye dahil oluyor. Olaylar, psişik akıl oyunları haline geliyor. Kişilik bölünmesi, saplantı gibi psikolojik ögeler bu kısacık kitapta önemli yer tutuyor. Yazarın temel argümanlarından biri olan dönüşüme tanık oluyoruz.
Kilitli Oda romanındaysa, ilk kitap Cam Kent‘te yer alan Daniel Quinn ve Peter Stilmann karakterlerine de rastlıyoruz. Üstkurmacanın roman içinde roman olarak kurgulandığı, belleğin insana oynadığı oyunu gösteren, deliliğin kapılarını açan bu eserde metaforların izini sürerek üçlemenin diğer iki eserini kapsayan bir finale ulaşıyoruz:
“Hepimiz hikayeler dinlemek isteriz, tıpkı çocukken olduğu gibi dinleriz anlatılanları gerçek hikayeyi sözcüklerin içinde hayal ederiz, bunu yapmak için de hikayedeki kişinin yerine koyarız kendimizi, kendimizi anladığımız için onu da anlamış gibi yaparız. Bu bir kandırmacadır kendimiz için varızdır belki, zaman zaman da kim olduğumuzu anlar gibi oluruz ama yine de asla emin olamayız, hayat sürerken kendimize karşı, git gide daha fazla saydamlaşırız, kendi tutarsızlığımızın daha çok farkına varırız. Hiç kimse bir başkasının sınırından içeri giremez, nedeni de basittir: Hiç kimse kendine ulaşamaz da ondan.” (Kilitli Oda /sf 65)
Günümüz insanının çıkmaza sürüklenişini illüzyon metaforuyla ortaya çıkaran, sembollerle okurun iz sürdüğü Auster romanlarını keyifle okumanızı dilerim.
1.Cam Kent, Paul Auster, Can yay.,160s
2.Hayaletler, Paul Auster, Can yay.,80s
3. Kilitli Oda, Paul Auster, Can yay.,144s
edebiyathaber.net (27 Haziran 2023)