“(…)
Çeviride de belli bir kurtarma işi yapılır ve bazı şeyleri yitirmeye rıza gösterilir. Neyi kurtarırız? Neyi yitiririz?
(…)
Çeviri yapmak iki efendiye hizmet etmektir, der Rosenzweig: biri kendi yapıtı içindeki yabancıdır bu efendilerin, diğeriyse yapıtı kendine mal etme arzusu içindeki okur. Biri yabancı yazar, ötekiyse çevirmenle aynı dil dünyasında yaşayan okur. Bu çelişki aslında, hem bir sadakat arzusunu hem de bir ihanet kuşkusunu içinde taşıyan, pek de benzeri görülmemiş bir sorunsaldan kaynaklanır. Bu akşam ödül kazanan kişilerden birinin onurlandırdığı Schleiermacher ise, bu çelişkiyi iki evreye bölmüştür: “okuru yazara götürmek”, “yazarı okura götürmek”.
(…)
Ancak bir kez çeviri çalışması başladıktan sonra, çeviriye direnme daha az hayali bir biçim alır.Çevrilemezlik alanları metnin içine serpiştirilmiştir; bunlar çeviriyi bir drama, iyi çeviri dileğini de bir iddiaya dönüştürürler.
(…)
Antoine Berman direnişin iki oluş biçimini başarılı bir formülle özetler: çevrilecek metnin direnişi ve kendisine çeviri yapılacak dilin direnişi. Alıntılıyorum: “Psişik düzlemde, çevirmen ikiye bölünmüştür. Her iki tarafı da zorlamak ister: Kendi dilini yabancı ögeleri kabullenmeye zorlamak, öteki dili de kendi anadili yükünü boşaltmaya zorlamak.”
(…)
Anlatma ediminde olduğu gibi, çeviri ediminde de, eşdeğerlilik ile tümüyle birebir örtüşme arasındaki uzaklığı doldurma umudu taşımadan başka türlü dile getirebiliriz söylemek istediğimizi. Demek ki dilin konukseverliği öyle bir şey ki ötekinin dil dünyasında yaşama hazzı kendi evinde yabancının sözünü konuk etme hazzıyla karşılanır.“
Ricoeur’un 1996 Fransız-Alman Çeviri Ödülleri dağııtm töreni vesilesiyle 15 Nisan 1997′de Alman Tarih Enstitüsü’nde yaptığı konuşmanın metninden alıntıdır.
Kaynak: newalaqasaba.wordpress.com(13 Haziran 2012)