Per Petterson, çocukluktan yetişkinliğe geçişi, aile ilişkilerini ve yalnızlığı sıklıkla ele alır. Asıl derdinin, kayıplarımızın etkisiyle karanlıkta kalışımız, onun yarattığı çaresizlik duygusu olduğunu sezeriz. Kaybettiğimiz çocukluğun, sevgilinin, yakınlarımızın; geriye kalanın, ağzımızdaki külün çaresizliği…
Banu Gürsaler Syvertsen’in başarıyla çevirdiği Benim Durumumdaki Erkekler, ailesini gemi kazasında kaybeden Arvid Jansen’in psikolojik süreçlerini anlatıyor. Yaşadıklarının gerçekliğini ve ne hissettiğini kavramakta zorlanan Arvid, şaşkın, donuk ve tepkisiz. Çocukluğundan getirdiği kimsesizlik duygusunun etkisiyle, neler kaçırdığının farkında olmadan, sevdiklerini kaybetmeye devam ediyor.
1992’nin Eylül ayında başlayan hikayede Arvid Jansen otuz sekiz yaşında. Üniversiteyi, sormaya bile cesaret edemediği soruların cevapsız kalışı nedeniyle bırakmış, evliliği kısa süre önce bitmiş, hayatını yazarlık bursuyla sürdürmekte. Her gece, bir başka kadının evinde sabahlamak üzere yola çıkarken, koltuğunun altında babasından kalan evrak çantası var. Çantanın içinde de John Berger’in “bir politik Kazanova’yı anlatan romanı” G. Romanda G’nin, asıl işlevi toplumun içinde bulunduğu değişimi yansıtmak olan, romantik ilişkileriyle Arvid’inkiler bir bakıma benzeşiyor. Onun ilişkileri de geçirgenliğini kaybetmiş, bir türlü temas edemeyen iç dünyasının tasviri.
Arvid Jansen’in Tekrarlayan Hikayesi
Per Petterson’un 1987’de yayımlanan Ağzımda Kül, Ayakkabılarımda Kum adlı ilk kitabıyla işleyeceği temalar belirlenmiş sanki. Arvid karakterinin doğuşu da aynı kitapla. Onun hikayesiyle, 1960’lı yıllarda Norveç kırsalında yaşayan Arvid’in kırılgan çocuk dünyasında yaşadıklarına tanık oluyoruz. Arvid’in kişilik yapısı, aile ilişkileri; yanı sıra sınıf farkı, nükleer savaş olasılığı gibi dış dünyaya ait tehditler onu mutsuz yetişkinliğine taşıyor gibi görünüyor.
Arvid Jansen, Lanet Olsun Zaman Nehrine’de geride bırakamadığı çocukluğunu ve annesiyle ilişkisini sorgulayan ana karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın Türkçeye çevrilmemiş iki romanında da hikayesi anlatılan kişinin Arvid olduğunu biliyoruz. Aynı karakterin tekrarlanışı, Arvid’in bir bakıma yazarı temsil ettiğini düşündürebilir. Bunun yanında Petterson’un kimi karakterlerini, farklı romanlarında yan karakter olarak görmek mümkün. Örneğin Benim Durumumdaki Erkekler’de Arvid’e kaza esnasında yardım eden kişi, At Çalmaya Gidiyoruz’un Trond Sander’i. Bu durum aynı coğrafyada geçen hikayelerle ilgili bir bütünlük duygusu veriyor.
Norveç’in Sert Kışı
Petterson’un romanlarında Norveç’in doğasıyla kırsalındaki yaşam ve işçi sınıfının yaşadığı mahalleler ön planda. Bu coğrafyayla ve mevsimlerle kahramanın umutsuz, donuk ruh hali arasında güçlü bir bağlantı var. Örneğin At Çalmaya Gidiyoruz’da Trond, altmışlı yaşlara geldiğinde, Norveç’in doğu ucundaki göle bakan ormanlık alanda yaşamaya başlar. Derme çatma kulübesinde sert kış şartlarıyla başa çıkmaya çalışırken zorlu geçen çocukluğuyla yüzleşir. İşçi mahallesinde yetişen Arvid, kentin orta-üst sınıf insanlarının hayatına uyum sağlamakta güçlük çeker. Benim Durumumdaki Erkekler’de gaz bidonunu doldurmayı sürekli erteler, evini ve bedenini bir türlü ısıtamaz. Dedesiyle babasından kalma kazakları üst üste giymesiyle onlardan devraldıklarını hayatına taşır gibidir.
Petterson’un İncelikli Üslubu
Yazarın Türkçeye çevrilen diğer romanları gibi Benim Durumumdaki Erkekler de geçmişle şimdiki zaman arasında gidip gelen çok katmanlı bir yapıya sahip. Turid’in terk ettiği Arvid’in hayatının çerçeve hikaye olduğunu söylemek mümkün. İç içe geçen diğer hikayelerin ilki, Turid’le geçmişte yaşadıkları; ikincisi kızlarına ilişkin kayıp hikayesi, en dipte ise ailesiyle ihtiyacı olan bağı kuramadığı çocukluk dönemi ve onları gemi kazasında kaybetmesinin ardından yaşadığı travmatik yas süreci.
Petterson, okuyucuları kurgularının üzerinde kanatlandıran, olan bitene uzaktan bakmamızı sağlayan yazarlardan değil. Sade üslubu ve doğrudan anlatımıyla karakterlerin duygusal derinliğini bize açıyor, onların iç dünyalarına dair ince detayları ustalıkla işliyor. Adeta dar sokakların karanlığında sürtüne sürtüne ilerliyoruz. Petterson, bakış açısını daraltma olasılığı yüksek olan birinci kişi anlatıcıyı kullanıyor çoğunlukla. Fakat diyaloglar sayesinde, yaşananları sadece anlatıcının perspektifinden görme hatasından bizi koruyor. Kimi zaman anlatıcıyla özdeşleşmiyoruz, hatta onun güvenilir anlatıcı olup olmadığını sorguluyoruz.
Yazarın romanlarının, özellikle Benim Durumumdaki Erkekler’in hikayesi kendi yaşamıyla yakından ilişkili gibi görünüyor. Petterson da Arvid gibi, 1990’da ailesinden dört kişiyi, Oslo’dan Danimarka’ya giden bir feribotun yanması sonucu kaybetmiş.
“Turid ve kızlar Trondhjem’deydiler ve ben alnım salonun tozlu, ahşap zeminine yapışık olarak yattığım yerden kolayca kalkabileceğimi pek tahmin etmiyordum, kederi ölçecek bir ölçüm aleti var mıdır, diye geçiriyordum aklımdan, örneğin bir kişiye üzülmekle iki-üç kişiye birden üzülmek arasında fark var mıdır, hatta benim durumumda olduğu gibi dört kişiye üzülmek, bu metre ile ölçülebilir mi…” Bu cümleler Arvid’in diliyle konuşan Petterson’un sözleri, diye düşünmemek mümkün mü?
edebiyathaber.net (11 Eylül 2024)