“Güzel fakat uygulanması olanaksız sözler, kokusuz güzel çiçeklere benzer.”
Servet-i Fünun şairlerinden İsmail Safa ve Server Bedia’nın oğulları Peyami, 1899 yılında İstanbul’da doğar. Sürgüne gönderilen babasını kaybettiğinde henüz iki yaşındadır. Kardeşi de yakalandığı hastalık nedeniyle hayatını kaybedip annesi mateme girince, Peyami hayatının ilk yıllarını içine kapanık, çekingen bir çocuk olarak geçirecektir.
“Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.”
Diz kapağındaki sürekli ve ıstıraplı iltihap nedeniyle hastanelerde geçen gençlik yılları onun karamsarlığını büsbütün arttırır. Bu sıkıntılara metanetle katlanması ve bacağını kesmek isteyen doktorlara karşı verdiği mücadele ise kendine olan güvenini pekiştirir.
Sonraları o yılları şair Cahit Sıtkı Tarancı’ya şöyle anlatır:
“Ben iki yaşındayken babam ile kardeşim on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasıla ile hem kocasını hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran bir facia beklemek vehmi ve yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir.”
Hastane anılarından esinlenerek kaleme aldığı 9. Hariciye Koğuşu’na (1930) duyarlı bir ruhun titreşimlerini yansıtan yalın bir anlatımla başlar:
“Öğleye doğru muayene odasının önü doldu. Sıralarda oturacak yer kalmadığı için yeni gelenler ayakta durdular ve anneler, hasta çocuklarını dizlerine oturtabilmek için duvar diplerine çömeldiler.
Karanlık koridor. Kapalı kapıların dikdörtgen, buzlu camlarından gelen soğuk ışıklarının buğusu, yüksek ve çıplak duvarlara vurarak donuyor.
Saatlerce bekleyenler var. Fakat bunlar alışmışlar. Az kımıldanıyorlar, hiç konuşmuyorlar.”
Hastaneden evine döndüğünde ise gözlem ve yorumlarını aynı duyarlı kalemle harmanlar:
“Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık. (demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış.) Ha… İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal. (Demek annem bir fenalık geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış.)
Benim de bu şişeye, bu iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var, ben de Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım.”
“Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.”
Peyami Safa maddi sıkıntılar ve genç yaşta yakalandığı kemik veremi nedeniyle düzenli bir eğitim alamaz. 13 yaşında hayata atılmak zorunda kalan delikanlı, bir yandan çalışırken bir yandan da kendi kendini yetiştirmeye çabalar. İki yıl Posta Telgraf Nezareti’nde memur olarak çalıştıktan sonra dört yıl boyunca ilkokul öğretmenliği yapar. Henüz on beş yaşındayken öğretmenliğe başlayan Peyami, aynı zamanda kendi kendine Fransızca öğrenmekte, psikoloji ve felsefe üzerine kitaplar okumaktadır.
“Düşünce hürriyeti isteyenler, daha evvel düşünce seviyesinin yükselmesine hizmet etmelidirler.”
Mütareke yıllarında ağabeyi İlhami’nin desteğiyle gazeteciliğe başlar. Böylece kırk üç yıl sürecek yazarlık hayatına ilk adımını atmıştır. Daha sonraki yıllarda Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman ve Son Havadis gazetelerinde yazılarına devam edecektir.
Peyami Safa bir yandan da roman yazmaya başlamıştır. Üç yıl içinde Gençliğimiz, Şimşek, Sözde Kızlar ve Mahşer yayınlanır. Bir yandan da annesinin adından ilham alarak edindiği Server Bedi mahlasıyla Cingöz Recai adını taşıyan bir polisiye romanlar dizisi yazmaktadır.
Çocukluk ve gençlik yıllarının hüznüyle demlenen şiirsel anlatımı romanlarına da damgasını vurmuştur. Beşinci romanı Bir Akşamdı (1924) şu sözlerle başlar:
“Hatırlıyor… Bir akşamdı… Oda boş… Kafes delikleri mavi… Gündüzün son ışıklarıyla beraber, sanki odadan eşya da çekiliyordu.”
“Eski başka, eskimiş başkadır. Nice eskiler vardır ki, hiç eskimez.”
Zamanla devrin önde gelen isimlerinden Hasan Ali Yücel, Yusuf Ziya Ortaç, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz ile yakın dostluklar kuran Peyami Safa, hiç durmaksızın çocuk romanları, hikâyeler, aşk romanları yazmaya devam eder. Server Bedi mahlasıyla yayınlanmış otuzdan fazla eseri bulunmaktadır.
Yazar, olgunluk çağında kendi adıyla yayınladığı Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951) ve Biz İnsanlar (1959) adlı eserlerindeki güçlü insan tahlilleri ile dikkati çeker.
Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Peyami Safa, romanlarında okurlarını eğlendirirken bir yandan da düşünmeye ve araştırmaya davet eder. Yazılarında, hayata, insanlara, inançlara bakışında öncelikle neye önem verdiğini şöyle özetler:“… Sistematik felsefe ve ona bağlı ideolojik görüşlerin kör iman haline gelmelerine daima isyan ettim. Kılı kırk yararcasına dikkatli bir tenkit ve tahlilin mihrakından geçmeyen fikirlere kapılmamalarını gençliğe tavsiye ettim.”
“Başarmak için korku da ümit kadar şarttır. İnsana fakirlik ve hastalığın öğrettiğini hiçbir okul ve kitap veremez.”
Peyami Safa yazdığı çok sayıda roman ve ders kitabı kadar fikir ürünü eserleriyle de öne çıkmıştır. Bu eserlerin bir kısmı kendisi hayattayken, bir kısmı da ölümünden sonra çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarından yararlanılarak derlenip basılmıştır.
Büyük Avrupa Anketi (1938), Türk İnkılâbına Bakışlar (1938), Felsefi Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1962), Nasyonalizm (1962), Doğu-Batı Sentezi (1963), Nasyonalizm-Sosyalizm-Mistisizm (1968), Sanat-Edebiyat-Tenkit (1970)
Nebahat hanımla evli olan Peyami Safa Erzurum’da askerliğini yapmakta olan biricik evladının ölüm haberiyle derinden sarsılmış, bir daha kendini toparlayamamış ve 1961 yılında “İşte bu fena” son sözleriyle hayata veda etmiştir.
Hasan Saraç – edebiyathaber.net (3 Nisan 2014)