“Kendinize bu kadar yüklenmeyin. Dünyada zaten yeterince zülüm var. Kendinizi günah keçisi haline getirerek durumu daha da kötüleştirmeyin.”
Hepimiz ömrümüzün bir yerinde Philip Roth’un Nemesis yapıtından alıntıladığım bu sözü duymuş ya da bir şekilde dile getirmişizdir, kendimize veya bir başkasına. Bizden kaynaklanmayan suçlardan ya da trajedilerden kendimizi günah keçisi seçmek doğru olmayabilir tabii, ancak bazı koşullarda suç veya trajedinin kaynağına yakın duruyorsak vicdanımızın sızlaması iyidir, belki hâlâ insan kaldığımızın kanıtı olur bu.
2. Dünya Savaşı’nın ortası ve kan oluk oluk akıyor. Savaşa katılmış ülkelerin genç erkekleri cephede düşman belledikleri tarafa kurşun sıkıyor. Üniversite öğrencisi Bucky Cantor’da arkadaşlarıyla birlikte bu çetin mücadelenin birebir içine dâhil olmak istiyor. Ancak ortada bir sorun var, yeteri kadar görmeyen gözleri onu bu amaca hizmet etmekten alıkoyuyor. Savaş korkunçtur elbette, bence de kimse birbirini düşman bilip öldürmeye çalışmamalıdır, ama tarih hepimize aksini gösterdi ki ülkeler, halklar, aileler ve hatta kişiler bile birbirlerinin soyunu sonsuza dek kurutmayı amaçlıyor. Karşısındaki Hitler’se veya Pearl Harbor’da büyük bir yıkım yapan Japon’larsa Bucky için de düşman şimdilik bellidir. Hem savaş halindeki ülkelerin iktidarları insanlarını buna duygusal ve düşünsel olarak da hazırlamışlardır, yani şimdilik genç Bucky’u bu konuda fazla suçlayamayız, zaten konumuz da bu değil.
Bucky sınıfındaki, okulundaki ve mahallesinde çocukluktan beri birlikte zaman geçirdiği arkadaşlarıyla aynı cephede ölümle yüz yüze gelmediği için utanır, ama işin doğrusu yaşadığı yerin insanlarının bakış açılarına neredeyse ters düşecek biçimde (insanlar onu korkak ve bencil görüyorlardı) her sıradan okur bile onu birazcık şanslı bulmuştur, sonuçta cephe aynı zamanda ölüm ya da en iyimser yanıyla sakat kalmak demektir, sağlıklı yaşam varken hangi bilinç bu şartları severek seçer, değil mi?
Yine de Bucky hep utanır, arkadaşlarına ve göz göze geldiği insanlara ihanet ettiğini düşünür.
Fakat tuhaf bir şekilde tanrıça Nemesis adeta burada yüzünü gösterir ve dengeyi sağlamak için intikam kırbacını Bucky’un sırtında şaklatır.
Yaz, korkunç bir sıcak, polio salgını Newark şehrini ele geçirmiş durumda. Salgın öldürmediği çocukları da sakat bırakıyor. Genç Bucky şehrin bir mahallesindeki okulun beden eğitimi öğretmeni görevinin yanında bahçe sorumluğunu da yapmaktadır ve orada oynayan çocukları gözetleyip tehlikelerden de korumaya çalışmaktadır. Ancak kısa bir süre sonra polio okulunu da vurur ve öğrencilerinden birkaçını öldürdüğü gibi salgından fiziksel olarak kurtulanları da sakat bırakır. Doğal olarak korku her yerdedir, hem çocukların zihinlerinde hem de ailelerindekinde. Buck öğrenciler tarafında sevilen ve örnek alınan biridir ve kendisi de öğrencilerini sever ama cephenin nerelerde ve ne şekilde karşımıza çıkacağı gördüğünüz gibi belli değildir ve polio virüsü çocukların bedenlerini hızla ele geçirdiği bir dönemde Bucky okuldaki bu görevini bırakır. Belki de daha güvenli bir yerde olan kız arkadaşı Marcia’nın güzel yüzüne daha yakın olmak ya da güzel yüzlü Marcia’nın o tatlı sesine karşı daha fazla direnemediği için yapar bunu. Hem hayali bile güzeldi: Çocukların yaşadığı bu yaz kampında hayat çok daha zevkli olacaktı, ki ne savaş vardı burada ne de polio.
Fakat tahmin edeceğiniz gibi kısa süre içinde Buck bu ikinci cepheyi de terk ettiği sonucuna varacaktır ve pişmanlık gelgitleri arasındaki düşünceleri adeta onu yiyip bitirecektir. Ancak polio Bucky’un gittiği bu çocuk kampında da peşini bırakmaz ya da onun deyimiyle “Polio virüsünü buraya taşıyan benim” ve “Muhtemelen okula bulaştıran da benim” korkunç gerçeğiyle karşı karşıya kalacaktır.
Sonuç olarak, elbette kendini günah keçisi sayıp hayatındaki tüm güzelliklerden vazgeçen Bucky’inki gibi değil; ama vicdan yine de iyidir ve neden olduğumuz suçların ve trajedilerin ağırlığı altında ezilmek de gereklidir, hele bizimki gibi iktidarların bolca sorunlu olduğu toplumlarda ve ülkelerde.
Kaynak: Philip Roht, Nemesis, Çev: Deniz Koç, YKY
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (27 Ocak 2020)