Yazarlar roman kahramanlarını, bazen az ya da çok otobiyografik biçimde kendilerinden, bazen kendileri ya da yaşamları üzerinde izler bırakan yakın tanıdıklarından, bazen de kendi yaşamları asla hiçbir biçimde kesişmemiş ve kesişmeyecek olan başka yaşamlardan yaratırlar. Bazen kahramanlarına kendilerinden parçalar dağıta dağıta kurguyu oluştururlar, bazen de onları kendilerine en uzak mesafeye koyarak. Yöntem ve şekil nasıl olursa olsun, bir yazarı o kahramanlar yazar yapıyor. Öyle ki, her kim olursa olsun, romandaki rolü bir cümleden bile ibaret olsun, bir roman kahramanı sayfalardan ve sözcüklerden sıyrılıp ete kemiğe bürünüp hayatlarımıza konuk oluyor, çoğu zaman zihnimizin ve yüreğimizin bir parçası olarak bizimle birlikte bir ömür sürüyor. Bazıları o kadar bize benziyor ki, yazarın bizi bize anlatışını şaşkınlık ve hayranlıkla okuyoruz.
Romanları ile Türk Edebiyatı’na bambaşka bir tat getiren Latife Tekin kahramanları da şaşkınlık ve hayranlıkla hayatımıza giren kahramanlar. Büyülü Gerçekçilik akımının Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisi Latife Tekin, diğer romanlarında olduğu gibi Buzdan Kılıçlar’da da üç kardeş Halilhan, Hazmi ve Mesut Suntariler ile onların aileleri ve Halilhan’ın en yakın arkadaşı Gogi’nin yaşam hikâyeleri ile buluşturuyor okuyucuyu. Onlar, varoşların “pılık pırtık adamları”. Onlar, her gün karşılaştığımız, hem yaşamlarımızın kıyısında hem de hep uzak sandığımız “pılık pırtık adamlar”. Latife Tekin’in özgün dili, klasik roman dilinden farklı, alıştığımızın ötesindeki direnişin ve itirazın dili bu romanında da karşımıza yoksulluğun dili olarak çıkıyor, Tekin “pılık pırtık adamlar”ın dünyasını yine onların dili ile anlatıyor. O dünyayı ötekileştirmeyen, indirgemediği gibi yüceltmeyen, “olduğu gibi”liği ile okuyucuya ulaştıran bir dil ile.
“Yoksulların yüzyıllardır dünyaya karşı kalkan olarak kullandıkları serap, başkalarının hayatıdır.”
Bu yüzden Halilhan Sunteriler, yaşamı Volvo’su ile anlamlandırır. Volvo’su ile dertleşir, sıkıntılarını ondan gelen ilhamla çözmeye çalışır, kadınları onunla etkiler, içini ona döker.
“’Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani ‘yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita’.”
Romanın ismi gibidir “pılık pırtık adamlar”ın yaşamı. Buzdan kılıçlarla yaşamaya çalışırlar, savaşırlar. Halilhan Sunteriler de buzdan kılıçları ile, yaşamın sunduğu hayal kırıklıklarına, dışlanmışlıklara, yüz çevirmelere, kent insanın küçük görmelerine, Volvo’sunun aldığı darbelere bile, hepsine karşı durabilir, ama en yakın dostu Gogi’nin de bir gün ona yüz çevireceği gerçeği ile yüzleşmek en zorudur. Özendiği zenginlerin dilinden devşirdiği kelimeler ile felsefe yapar kitap boyunca… Kimisine güleriz, kimisi düşündürür…
“Şimdi, dostu tarafından harcanmamak için dua etmekten başka yapacak şey aklına gelmiyordu. İnsanlar, dünya üstünde defalarca beraberlikleri açısından böyle hassas noktalara gelmişler, ama dostluk denen kutsal yaşantının mahkemesi hala kurulmamıştı. Halilhan bu konuda hesap soracak bir merci tanımıyordu. Duymamıştı. Yaşayıp çekilenler, dostluğun muhasebesini, herhalde kesin kurallar saptayamadıklarından tamamen vicdana bırakmışlardı.
Bunda yazık olan yön şuydu: Arkadaşlığın şekline göre ruh bir akış yapıyor, dışardan bakan bir kimse bu akıştaki gizli unsurları göremiyordu. Bu ebedi körlüğün insanı ölümüne buruklaştırdığı, başkalarına katiyen anlatılmamaktaydı. Aynı zamanda herkesin ortaklaşa, tatsız kaderiydi bu.”
Latife Tekin 2002’de Varlık Dergisi’nde Buzdan Kılıçlar için şöyle demiş:
“Buzdan Kılıçlar’ı yoksulların, kendilerini küçümseyici bakışlarla süzen insanlara keşfedilmedik bir bilinçle numara yaptıkları düşüncesiyle yazdım. Yoksullardan yakınanların aklına nedense, yoksulluk içinde yaşayan insanların aklı fikri olabileceği düşüncesi gelmiyor. Bu çok kuşku uyandırıcı bir emin olma hali bence.”
Yoksullara uzaktan bakan insanların, emin olma hallerinin hangisi kuşku uyandırıcı değil ki… Yaşamın herhangi bir parçasına uzaksak, diğer parçalarına yakın olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz ki…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (19 Ağustos 2015)