Şartlar olgunlaşmamışken, gözler dışarıdaki başarılara odaklanmışken ve “kim bilir ne zaman bizde de böylesi kitaplar ya…?” sorusu ağızdan çıkacakken gösterdi gül yüzünü güzelim kitap. Şaşırmanın en şaşaalısıyla şapşik bir hayret ve hayranlık eşlik etti ilk okuyuşuma. Sarsıcı sözcüğünü olumlu durumlarda pek az kullanırız ya, olabilecek en olumlu anlamıyla sarsıldım. Ezberimin bozulmasını kırk bir pare top atışıyla kutladım. Gidip görmeden önce rüyalarıma giren Afyon Ulu Camii ve Divriği Şifahanesi’ne kavuşmama benzer bir heyecan doygunluğuyla kuşatıldım. Çocuk edebiyatımız ve resimli kitaplarımız ecesine kavuşmuş, sanatın bereketli toprakları muştulanmıştı. Bu çapta bir işi, aşina olduğumuz bir kişi, gecesini gündüzüne katarak kotarabilmişti. Sanatlardan sanat beğenilmiş, hepicesi el ele tutuşmuş, kol kola girmiş çalmış, söylemiş, oynamıştı.
Elif Yemenici’nin “Pina” kitabı için övgünün rahatlatıcı konforundan uzaklaşmak pek kolay değil. Coşkunun lavlarını soğutup serinkanlı bir mesafeden; “öhöm, resimleme şöyle de metin de böyle” demek, bilmişliğin mührünü sayfalara dağıtmak da hakeza. Gramer değişirken eprimiş kurallar kitabını neyleyelim? Kitap, mimari yapıya dönüşürken, boyutlar karşılıklı ip atlarken, ışık oradan girip buradan çıkarken kulağımıza fısıldanan öyküye mi öykünelim? Tasarım harikası karakter Pina’yı ve anlamlı huzursuzluğunu sindiğimiz kuytudan mı gözleyelim? Geleneksel dokusuyla iç içe eğilip bükülmüş şehre, sokaklara, denize ve ışığını taşıran güneşe nasıl imrenmeyelim?
Evine sığınmış Pina’nın agorafobiyi andırır evcimenliği, evin sığdığı dışarısı ve şehirle sınanıyor. Yalnızlık safası sürmek için dışarının cefasına muhtaç. Sofrasının şenliği esnafın peyniriyle, çileğiyle, çarşının sesleriyle paslaşıyor. Hem dışarıda adımlarken katı keskin çizgilerin silikleştiği, şehrin evleri beslediği de anlaşılıyor. Güneş şehri, şehir sokakları, sokaklar evleri anlamlı kılıyor. Münzevi nereden ne kadar uzak kalacağını dışarıdaki adımlarıyla ölçüp biçiyor. İnziva nevroza dönüşürken rüzgâr bile korkunç esiyor, hele çimenler; ayaklara dolanıyor.
Anlamlı bir hayatın malzemelerini topluyor sanki Pina. Evde tablolar, plaklar, kitaplar, dışarıda orman peyniri, ay çileği, kuş eriği ille de güneş! Rutinini biraz cesaretle, daha zengin bir rutin için bozuyor. Döngü kısırlığa düşmeden ufak ufak gelişiyor. Medeniyet birikimi için yerinde metaforlar barındırıyor kitap. Yeterince durmadan, kıvamında kımıldamadan yaşam güzelleşmiyor.
Başta çimenler canavarca ayaklara dolanırken ortada dev gibi manav gevrek kahkahalarla güven veriyor sondaysa güneşin, boğazın, kız kulesinin karşısında çilekler afiyetle yeniyor.
Yaprağın kılcallarıyla ormanın sonsuz yeşiline benzer parça bütün dengesine sahip kitap. Evin içindeki nesneler üzerinde tek tek geziniyor gözleriniz. Plakların adlarını okudukça siz de evdeki pikabı arayaduruyorsunuz. Belki de o sayfaları o şarkılarla dinlemeniz gerekir, kim bilir! Yerdeki tatlı kilim, gramofon, iç ısıtan örgü şal, kapının zanaat dokunuşlu kulbu, kilidi, sürgüsü; yatağın ceviz ağacından olduğuna hükmettiğiniz başlığı, kaç kuşak görmüş şömine, oraya buraya dağılmış minimal kitaplıklar ve ortalığa saçılmış kitaplarla dokunup hissedebileceğiniz üçüncü boyut derinliği bir an olsun bırakmıyor sizi. Zemin kesitleri, köşe detayları, klasik duvar kâğıtları derken, tepeden fotoğraflanmış haliyle evi bütün halde görebiliyorsunuz.
Muhtemelen ta en başından, tüm dünya çocukları ve yetişkinleri için tasarladığı kitabın, uyarlamaya fazla gereksinmemesi için evrensel sayılabilecek nesneler kullanmış Yemenici. Gene aynı şekilde kitap ve plaklar modern dünyanın meşhurları arasından seçilmiş. Evin içindeki mikrokozmos böyleyken, dışarıyı alabildiğine tarihi perspektifle biraz da idealize ederek, dünya okurlarının içini gıcıklayacak yerellikle yorumlamış. Rüzgâr ve güneşse hemen her sayfada dikkatleri üzerine çekerek rol çalmış.
Evden ilk çıkışında yalnız hissetmemek ve güven duymak adına kucağında taşıdığı çiçeğin, ikinci çıkışında evde kalıp Pina’nın dönüşünü beklediğini görüyoruz. Karakterin psikolojik dönüşümünü başarıyla yansıtan bu detay, kitapta hemen her şey hakkında incelikle düşünüldüğünün alametifarikası.
Her şeye değineyim derken; okurun özgürce dolaşıp derin nefesler alacağı, yeni anlamlar kuracağı tüm boşlukları tıkamaktan korkuyorum.
Sanatçı sancılarının, annelik heyecanıyla kesişmesinden de kesitler içerdiğini düşündüğüm bu bereketli şaheser hakkında bin bir dilde bin bir heveskâr yazı okuyacağımızı umuyorum.
Pina’dan dünyaya elvan elvan merhaba.
Adnan Saracoğlu – edebiyathaber.net (18 Mayıs 2021)