
Tarih boyunca siyasi meselelerde kullanımı savunulabilir araçlar olarak görülmüştür yalanlar. Doğruculuk ise hiçbir zaman siyasi erdemler arasında sayılmamış. Gerçekler savunmasız kalmıştır. Platon bile yöneticilere, halkın yararı için yalan söylemeyi öğütlemiştir. Yalancı, her zaman izleyenin duymak istediğini önceden bilmenin sağladığı büyük avantajı kullanmış. Bu yüzden de siyaset sahnesinde belirmek için kendisine yer açma ihtiyacı duymamıştır.
İnsanın eylem kabiliyetini açığa çıkardığı için siyasete, hayati bir değer biçer Arendt. Fakat siyaset sadece eylem alanı değil aynı zamanda hatırlama alanıdır. Siyasetçiler, meydana getirdikleri yeni şeyin, kendi düşüncelerine uygun olarak kayıtlara geçmesini ve hatırlanmasını arzularlar çünkü. Bunun için de gizliliği ve kandırmayı siyasi emellere ulaşmak için meşru araçlar olarak kullanırlar. Oysa bu kasıtlı bir sahtekârlık değil midir?
Siyasetin içindeki yalanlara dikkat çeken Arendt, iki yalan çeşidini ele alır makalesinde. Birincisi, hükümette çalışan ve reklamcıların yaratıcılıklarından ilham alan halkla ilişkiler uzmanlarının söylediği yalan. Yaratıcılıklarında hudut tanımayan ve diledikleri fikri kitlelere satabileceklerini düşünen… Diğeri ise hükümetten, üniversitelerden ve çeşitli düşünce kuruluşlarından getirilen, yüksek donanımlı ve bu nedenle kendilerini her sorunu çözmeye muktedir gören insanlar tarafından üretilen yalanlar. “Sorun-çözücüler” olarak adlandırır bunları Arendt. Ve bu kişilerin kendi kararlarından neredeyse hiç kuşku duymayacak kadar bir özgüvene sahip olduklarını ve her hedefe göre hazır senaryoları olduğunu söyler. Amaçlarını gerçekleştirmek için gerçekleri değiştirip çarpıtmaktan da çekinmediklerini…

Eylem kabiliyetine sahip olan insan, dünyayı değiştirip onun içinde yeni bir şey başlatma gücünü kendinde görmüştür. Bu yüzden de kendisini geleceğin efendisi görmüş, geçmişin de efendisi olmaya özenmiştir. İbnü’l Arabi, insan için ‘vaktin çocuğu’ der. Zamanın bilincinde olup kendini geçmiş, şimdi ve yarının bütünlüğü içinde kavrayarak içinde bulunduğu anı farkındalıklı bir şekilde yaşayan… Peki, bunu her zaman yapabiliyor muyuz? Duyu organlarımıza ve bilincimize ulaşan her şeye “evet” ya da “hayır” diyebilmemize imkân tanıyan o zihinsel özgürlüğe sahip miyiz?
Biz insanlar kendimize ve kendi yaptığımız nesnelere indirgediğimiz bir dünya yarattık. Tarih boyunca şimdiki zamana hep boyun eğdik. Yapılmış olan tarihi kabul ettik(ettirildik). Yalan yanlış öğrendiğimiz(öğretilen) bu tarihi müzelere hapsettik. Birilerinin onu sahiplenmesine izin verdik. Yaşanan anın anlam bulması ancak tarihin anlaşılmasıyla mümkün oysa. Şimdiki zamanda sadece gelecekten değil geçmişten de sorumlu.
“Geçmişi tarihsel olarak kurmak onu gerçekten olmuş olduğu gibi tanımak değil, tehlike anında
birden parlayıveren anıyı ele geçirmektir.”
Walter Benjamin
Yaklaşık beş bin yıl önce, Mısır kralı Thamus’a hiyeroglifi açıklayan Tanrı Thot, yazının kötü hafızayı ve az bilgeliği tedavi etme konusunda en iyi ilaç olduğunu söyledi. Ama kral armağanı geri çevirdi. Gerekçesi ise şuydu; “Hafıza mı? Bilgelik mi? Bu buluş unutkanlığa neden olacaktır. Bilgelik özde olur ve onun görüntüsünde değil. Başkalarının hafızasıyla insan hatırlayamaz. İnsanlar kaybedecek ama hatırlamayacaklardır. Tekrarlayacak ama yaşamayacaklardır. Birçok şeyi keşfedecek ama bunların hiç birini gerçekten tanımayacaklardır.” Fakat kral itiraz etse de insanoğlu Tanrı Thot’un hediyesini kabul etti.
Yalancı, toplumun tüketimine sunacağı hikâyesini hazırlarken hikâyesinin inandırıcı olmasına ne kadar dikkat ederse etsin, halkın aklına girmek ve onları manipüle etmek için ne yaparsa yapsın asla başarıya ulaşamayacaktır. Çünkü gerçeğin her zaman ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Unutmayalım ki bizler hatırlama yetimizi acı çektiklerimize ve tutulmamış vaatler nedeniyle geçmişte yaşamış olduklarımıza borçluyuz.
Galeano’ya göre; birileri istedikleri kadar onu sahiplensin, bozsun, hakkında yalan söylesin, insan tarihi çenesini kapalı tutmayı reddedecektir. Tüm sağırlığa ve cehalete rağmen geçmiş zaman, şimdiki zamanın içinde tiktaklamayı sürdürecektir.
Ve Tanrı Thot’un hediyesi sayesinde de tarihe kaydedilecektir.
“Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum. Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’da değilseler, neredeler o zaman? Yoksa dünyada kaybolmadılar mı? Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?” (Aynalar kitabından, Galeano)
Kaynakça:
Hannah Arendt, Siyasette Yalan, Çev. İmge Oranlı, Berfu Şeker, Sel Yayıncılık
edebiyathaber.net (4 Nisan 2025)