David Stephen Calonne’nun yazdığı ‘Bukowski’ kitabı, okuyucuyu ‘pis moruğun’ gizli dünyasına götürüyor. Bunu yaparken de bir ‘sanatçı biyografisi’ çıkarmanın en sağlam temelli yolu olan sanatçının eserlerini, sahibinin zihinsel ve ruhsal bağlantılarıyla ilişkilendirip sebep-sonuç ilişkisi yaratarak çözümleme yöntemini kullanıyor.
Charles Bukowski için söylenecek çok şey var. Edebiyatın ‘tanrısı’ mı yoksa ‘şeytanı’ mı her ikisi de mi tanımlamak zor. Kimine göre beş para etmez şiirlerin, hikayelerin, romanların yazarı kimilerine göre ise en sıradan nitelendirmeyle delilik ile dahilik arasında sonsuza dek yaşayacak bir ‘edebiyat kalesi’nin sahibi. 16 Ağustos 1920’de doğan, sonradan Charles Bukowski adını alacak Heinrich Karl Bukowski’nin hayatını anlatan birçok kitap yazıldı şu zamana kadar. Bunlara son olarak David Stephen Calonne’un yazdığı, Runik Kitap etiketiyle yayınlanan ‘Bukowski’ kitabı eklendi.
Yazar Calonne, 15 Ağustos 1953 yılında Los Angeles’ta dünyaya gelmiş. Yazar ve yayıncı kimliğinin yanında Harvard, Oxford, Columbia, Chicago ve California Üniversiteleri gibi bir hayli prestijli eğitim kurumlarında seminerler düzenlemiş, dersler vermiş. Bunların yanında da Portions from a Whine-Stained Notebook, Absence of the Hero, More Notes of A Dirty Old Man gibi Charles Bukowski kitaplarını okuyucuyla buluşturmuş.
‘Bukowski’ kitabı, Charles Bukowski’nin doğduğu yer, vaftiz edildiği ev, ailesinin Amerika’ya taşınması gibi aslında internette de rahatlıkla ulaşabileceğiniz bilgilerle bir başlangıç yapıyor. Bu durum “Klasik biyografi örnekleriyle yeni bir karşılaşma mı?” sorusunu akıllara getiriyor. Ancak yine bu bölümde kendini göstermeye başlayan ve ilerleyen sayfalarda kitabın tümünü saracak, yazarın eserleriyle gerçek yaşamı arasındaki ruhsal bağın yansımalarıyla baş başa kalacağımızı yazar Calonne’nun şu cümleleriyle anlıyoruz: “Bukowski’nin çocukluk anılarında öne çıkan unsur, Heidegger’in Geworfenheit’ındaki ve Jim Morrison’ın “atıldığımız bu dünyaya” sözündeki anlamıyla varoluşsal atılmışlıktır. Bukowski etrafını saran boş “beyaz hava”yı betimler. Yabancı bir dünyada yabancı olmanın ezici duygusu başından beri dünyaya bakışında etkili olmuştur.”
‘Deutschland, Vaterland Babanın Adı (1920-1943)’ ile başlayan ve ‘Gecenin Sonuna Yolculuk: Son Dönem Tarzı (1987-1994) ile biten toplam yedi bölümden oluşan kitabın derdini yukarıdaki alıntı en belirgin biçimde açıklıyor esasında. Zira yazar Calonne’nun kitabında, Bukowski’nin eserlerinin –özellikle şiirlerinin- ‘inine giriyor’ ve bu sayede çılgın yazarın koparttığı beyin fırtınalarının ardında nelerin gizli olduğu, o fırtınaların sonucu dökülen cümlelerin kağıttan bize neler söylemek istediği kimi zaman terminolojik bir biçimde kimi zaman da Calonne’nun kişisel yorumlarıyla açık seçik irdeleniyor.
‘Bukowski’nin bence en önemli özelliği, Bukowski’nin akıp giden hayatına tanık olurken bu sürece paralel olarak ortaya çıkan yapıtlarının örneklerle pekiştirilmesi. Bu durum sebep-sonuç ilişkisi kurarak Bukowski’nin bir eserini –günümüzün moda deyimiyle- ‘hangi kafada’ yazdığını anlamamıza sebep oluyor. Calonne’nun bu pekiştirmesi sayesinde herhangi bir kafa karışıklığı yaşamadan Bukowski’nin haleti ruhiyesini –her ne kadar imkansız görünse de- çözmek açısından en azından yardımı dokunuyor.
‘Bukowski’ kitabında, yazarın çocukken oturduğu eve konuk olup mezarını da ziyaret ediyoruz ancak kitap bir ‘resmi muhtarlık evrakı’ görevini üstlenmiyor. Tüm sanatçıların hayatlarının da mümkün olduğu kadar rakamlardan uzak tutulup mutlaka eserleriyle bir bağ kurularak anlatılmasını, böylece sanatçının kafasının ve ruhunun nasıl işlediğini bir nebze olsun anlayabilmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bir siyasetçiden bahsetmiyoruz. Ruhu olan bir işle uğraşan insanlardan bahsediyoruz ve o insanların eserlerinin durduk yere çıkmadığını, içsel, çevresel faktörler sonucu bize ulaştığını biliyoruz.
Bu sebepleri de arka arkaya sıraladığımızda David Stephen Calonne’nun ‘Bukowski’ kitabı, benim ‘sanatçı biyografisi’ olarak tanımladığım şekliyle bizi yazarın iç dünyasına zorlu bir tura çıkarıyor. Kitabın ‘eserler ve ruhsal bağlantılar’ temasını taşıdığına değinmiştim. Bu ilişkinin derinine inmek de kitabı okuyacaklara kalsın diyelim…
Burak Soyer – edebiyathaber.net (13 Eylül 2021)