Arınma, yüzleşme çağrısı
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; bir oyun izleyerek yüzleşme, arınma yolculuğuna çıkabilirsiniz.
Cem Uslu’nun yazıp yönetip, rol aldığı “Popüler Gerçek” oyunu günümüzün gerçekliklerine ayna tutuyor. Öyle bir ayna ki bu, Stendhal’in söylediğinin benzeridir: Hayatımızı sarmalayan, yozlaşmamızı, yabanlığımızı, birbirimize yaptığımız eziyetleri, tutsak olduklarımızı, bağımlı kaldıklarımızı bir bir karşımıza çıkarıyor.
İzlerken düşünüp, gülümserken ağlamaya hazırlanıp, ardından da öfkeye kapılıyorsunuz.
Evet bir oyunun yapabileceği de bu sanırım.
“Popüler Gerçek” neyi anlatıyor peki?
Özetleyecek değilim. Şunu söylemeliyim ki; sanal dünyanın hayatımıza bir virüs gibi yaydıklarından dışa bağımlılığımıza, insan ilişkilerinin böylesi bir ortamda nasıl yozlaşıp eriyik haline dönüştüğüne kadar birçok sorun/sorunsal ince bir alayla sahneye taşınıyor.
“Popüler Gerçek” Çehov vari bir oyun, bence.
“İyi oyun”, etkileyendir
İyi oyun izlerken düşündüren, sonrasında da hatırlatandır.
Bir tiyatro oyununu izlerken ya da metnini okurken böylesi bir bakış/yaklaşım/beklenti içindeyimdir.
Bir film izleyip, roman okumadığıma göre; bir tiyatro oyunu gerçeğin yanılsaması olarak karşımda durur. “Hakikat”in ötesinde “aracısız gerçeklik” derim ben buna. Alımlayıcısını kendine katan, pür dikkat kılan bir sanat tiyatro. O âna aitsinizdir siz de sahnedekilerle, kaçırma, yineleme şansınız yok. Adeta birlikte nefes alır, birlikte düşünürsünüz.
Her sanat disiplininin okuma biçimi ister istemez onu anlama yordamını verir size. Bu konuda önceki bilgileriniz yenilerine kapı aralar kuşkusuz. Ama o ân, yani izlerken/okurkenki ân algısı/bakışı başkadır. Çünkü karşınızdaki yaratısal gerçek size bir/çok şey anlatmaktadır.
Sahnede izlenen oyunu bir bütün olarak gördüğümüze göre; yalnızca “söz”e bağlı kalamazsınız. Oyunun bütün kurucu öğeleri nedensellik yaratmak için var olduğuna göre; uyumu/uyumsuzluğu, bütünü arar, anlamaya çalışırsınız.
Sahne tasarımı, ışık, nesneler ve elbette ki oyuncular, (varsa eğer) müzik.
Bunları bir araya getiren/kuran yönetmenin neyi/nasıl vermek, yansıtmak istediği ise bakışınızın odağındadır hep.
Işıl Kasapoğlu bir konuşmamızda oyuncunun bir entelektüel, hatta iyi bir okur olması gerekmediğini söylemişti; buna itirazlarımı dillendirirken ben, o oyuncunun rolünü iyi yapmasını istiyordu yalnızca.
Usta tiyatrocunun ne dediğini anlasam da; bu bakışına itirazımı nice sonra Al Pacino doğrulayacaktı.
Kendisiyle yapılan bir söyleşi kitabında dile getirdikleri, bir oyuncu kadar her edebiyat/sanat insanının dikkatle okuması gerekenleri içeriyor.
“Dostoyevski olmasaydı, ben olmazdım,” diyordu; “tabii ki, Shakespeare…”
“Richard’ı Ararken” (“Looking for Richard”) filmini boşuna yapmamış, Shakespeare’in ardına yok yere düşmemişti.
“Popüler Gerçek”te karşımıza çıkan
Doğrusu Cem Uslu’nun (“genç yetenek” diyeceğim ona) yazıp yönettiği (rol de aldığı) “Popüler Gerçek” oyununu izlerken, bu bakışım/kaygılarım hep ön plandaydı.
Oyunculara odaklandığımda, anlatılmak istenenlerin taşıyıcı unsuru karakterlerle, nasıl buluşup ettiklerini gözlemeye çalıştım ilkten. Çünkü bir oyunda bu tını önemli bir öğe. Oynayan mı, yoksa yaşayan mı; sorusu/sorgusu izleyicinin bakışındadır hep. Oyunun ilkten taşıyıcı unsuru budur, kanımca. Ses, beden dili, yansıttıkları karakterin olma halleri sizi oyuna bağlar. Oyuncunun gücünü, yönetmenin başarısını ilkten orada gözlersiniz.
Yönetmenin bu dengeyi iyi koruduğunu, beş oyuncunun da (Kerem Atabeyoğlu, Almila Uluer Atabeyoğlu, Emel Çölgeçen, Nihal Usanmaz, Cem Uslu) sahnede uyumlu bir birliktelik gösterdiğini söylemeliyim öncelikle.
Cem Uslu’nun “deneysel” bir çalışma yaptığını anlıyordum. Çağın en temel sorunu/gerçeğini sahneye taşıma düşüncesini merak ediyordum. Yaşadığımız küresel çağda itiraz ede ede bizi sarmalayan “popülerlik” olgusuna, insan/teknoloji/bilişim penceresinden nasıl bakıyor, ne söylüyordu bir tiyatro adamı…
Bunu da bir “ekip”le kotardığına göre, onların bu gerçeklikteki payı nasıldı…
Nasıl ki edebiyatta okuru okutan dil/üslup ise; tiyatroda da söz, eylemi gerçekleştiren oyuncu her şeydir.
Sözü kutsamıyorum. Görsel çağda görselliğin gücü her şeyin önünde. Ama söze kapı araladığınız, söze dayandırdığınız her sanatsal yaratı bunun ifade edilme biçimini ister sizden. Yazıda yazar bir başınadır, ama onu okur tamamlar; oyunda yönetmen/oyuncu/yazar üçlemini ise seyirci.
Şunu biliriz, her oyun izleyicisine kendini izleme biçimini verir iyi kötü. Bu, perdenin açılışından kapanışına kadarki süreçte her şeyi içerir. Tiyatroda her şey bir şeyi söyler çünkü: İnsan nedir. En absürtte de bu böyledir, deneyselde de. O “her şey” olmazsa, “bir şey” ortaya çıkmaz.
İşte “Popüler Gerçek” bu gerçekliğin dili üzerine kurulmuş bir oyun.
Konusu bilişim teknolojisinin hayatımıza yansıyan birçok durumundan birine dayalı. Bunun ne olduğunu izleyici ilk elden anlıyor, sonrasını da merak ediyor.
Edebiyat, sinema, tiyatroda da ortak temel unsur; alımlayıcısını ilk ânda avucunda tutabilmektir.
Cem Uslu, kurduğu oyun metninde bunu başarıyla sağlıyor. Öyle ki; oyunun daha açılış sahnesindeki ilk söz, ilk görüntü/diyalog bunun işaret fişeğidir.
İşte oyuncunun/oyuncuların gücü, yönetmenin tarzı bu aşamada beliriyor.
Kapitalizm eleştirisi
Yaşadığımız çağı “esnek kapitalizm” (Richard Sennett) çağı olarak nitelendirirsek eğer; insan da bu esnekliğin en temel öğesi, hatta aktörü. Yani her yerde/durumda esneyen/dönüşen, kendi algı zamanını, duygu/bilinç durumunu yaratandır.
İşte “Popüler Gerçek” oyunu bu noktada önemli bir şeyi söylüyor aslında; inkar edemeyeceğimiz/yadsıyamayacağımız bu çağda sizin (“popüler”) gerçeğiniz ne?
Neredesin ey insan; nerede duruyor, nasıl yaşıyor, nasıl düşünüyor, nasıl seviyor, nasıl bağlanıyor, nasıl ayrılıyor, nasıl tüketiyor, nasıl tükeniyorsun…
Sürüklendiğin her durum, ortamdaki kişi “sen” misin, yoksa içindeki “öte ben” mi, ya da “başkalaştırılan benlik” mi? Yaşam dengen, uyumun nerede “küçük insan”; neden böyle sürükleyerek, sürüklenerek yaşıyorsun dedirtiyor/diye sorduruyor bize bu oyun.
Özcesi şu ki, bu oyundan kendisine söz ederken, tiyatro insanı Hülya Nutku bana şunu söylemişti: “Duşan Kovacevic’in ‘Dar Ayakkabıyla Yaşamak’ oyununu izlemiş miydin? Herkesin gerçeği nedir bunu sahneye taşıyıp sorgulamak bugün cesaret istiyor.”
Şurada hemfikirdik ki; yaşam/a sorgusu olmadan, sanatsal yaratı yapılamıyor. Hele hele anlatıcının bir “meselesi” yoksa hiç yapılamıyor.
Tiyatro iyi “ekip” işidir!
Cem Uslu ve “ekip”i birçok meselesi olan bir “kumpanya” gibi geldi bana.
“Popüler Gerçek”i izleyin, oradan kendi gerçekliklerinize, dünyanın gidişatına daha derinden bakacaksınızdır eminim. Kendi “popüler gereç”inizi göremezseniz de, “karakter aşınması”nın nerelerden kaynaklandığına tutulan aynaya hemen bakacaksınızdır.
Öyle ki; orada duran/oluşanların sizi hangi mecralara nasıl taşıdığını göremediğiniz gibi; yaşam karmaşasında un ufak olur gidersiniz.
Unutmayalım ki; “popüler gerçek” taşınabilir bir şeydir çağımızda. Her yerde, her zamandadır. Sizi tutsak da alabilir, kendinizi anlatabilir de.
Oyun, bir bakıma, bunların karmaşasındaki bir dünyaya ayna tutmaktadır.
Bize yaşama rotasını göstermesi, hatırlatması ise başka bir olgu. Oyunun karakterlerine yansıyan da bu. Onları av-avcı durumuna düşüren de… Değerlenirken değersizleşen…
İroni, kara alay oyunun ruhuna yansıyan en temel öğedir. Çünkü görsel çağın tutsaklığını açıklarken insanın düşkün halini görmemek ne mümkün! Hele bunu sahneye taşırsanız…
Cem Uslu’nun da, Duşan Kovacevic’in de iki ayrı uçta yaptığı buydu aslında: Sıkışan insanın trajedisi her biçimde anlatılabilir. Siz, oradan bir sistem/düzen eleştirisine bile gidebilirsiniz.
İyi yetişmiş, kendi sanat disiplinlerinde iyi eğitim almış insanımıza inanıyor, güveniyorum.
“Popüler Gerçek”i sahneye taşıyan, sahnede tutan ekip gerçekten başarılı. Oyuncuları ise alkışlamak gerekiyor. Oyunun yolu açık, alkışı bol olsun diyorum.
Bugün, pusulasını yitiren edebiyatımızın yoluna ışık düşüren böyle güzel nice yapıtlara ihtiyacımız var.
Evet, tiyatro hayata ve yaşamaya dair bir nefestir.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (22 Kasım 2016)