Söyleşi: Çağatay Yılmaz
Homeros’un İlyada Destanı geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından Prof. Dr. Erman Gören çevirisiyle yayımlandı. İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda öğretim görevini sürdüren Erman Gören’le İlyada Destanı’nı çevirme sürecini ve Homeros üzerine konuştuk.
Edebi bir metnin çevrilmesi işi genel çeviri pratiğinden nasıl ayrışıyor sizce? Bu konuda Homeros’un Ilias’ını hangi konuma yerleştiriyorsunuz?
Sanırım burada anahtar terim üslup. Klasik dillerin edebiyatları bu konuda hayli zengin bir yelpaze sunuyor. Söz konusu Eski Yunanca külliyat olduğunda, edebi türlerin kendilerine has üslup özellikleri olduğu gibi, müelliflerin, hatta Platon gibi büyük üslupçuların her bir yapıtında birbirinden farklı yollar izleyen eşsiz üsluplarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla başarılı bir edebi çeviri kaynak dildeki üslubun tınısını hedef dile aktarabilmenin üstesinden gelmiş olmalıdır. Bir açıdan bu, kendi parametreleri olan ve belirli bir açıdan ölçülebilir bir başarı sayılabilir. Bir eserin üslubunu yazıldığı dilin ifade imkanları içinde değerlendirmek ve yarattığı söyleyiş tarzlarını bir diğer eserinkinden ayırmak nispeten sonuçlandırılması gayet mümkün bir tahlile dayanır. Ancak çeviride üslubun aktarılabilirliğinin tespit edilmesi bu kadar da kolay olmuyor. Zira kimi zaman örneğin hitabet metinlerindeki gibi karmaşık dil oyunlarına başvuran kısımlarda kaynak dildeki sentaktik yapının hedef dilde muadili olmayınca, üslubun yarattığı etkiyi başka bir söyleyiş tarzıyla yeniden yaratma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Öte yandan kendine has bir üslup tutturan ancak kaynak metinle üslup bakımından bağlantı kurmayan çeviri bu görevi başarmış gibi görünüyor, sunduğu bütünüyle yeni bir telif esermiş gibi kendi müellifinden hayli uzaklaşmasına rağmen. Üslubun yerli yerinde aktarılmasının sadece incelikli bir stilistik başarı olmadığını, üslubun yansıttığı başka yönelimleri de deşifre ettiğini düşünüyorum. Nitekim bir şeyi nasıl söylediğiniz söze sahip olma tarzınızı da sözün yöneltildiği muhatabın kimliğini de belirliyor.
Homeros’a, özelde Ilias metnine gelince, sürdürülen üslup bütünlüğünün ardıllarını çok bariz bir şekilde etkilediği ortada. Ancak bu üslup bütünlüğü sadece bir estetik tercihten değil, icra geleneğinin ve icracıların hafıza yöntemlerinin zorlayıcı taleplerinden de kaynaklanıyor. Homeros metninin şifahi bir şekilde icra edilerek başladığı ve yazıdan yararlanılmış olsa da yazı ortamına oldukça kısıtlı bir şekilde başvurulduğu kanaati günümüzde yaygın bir şekilde kabul ediliyor. Homeros metninin bir icra geleneğinin kendi güçlü ve zayıf yanlarıyla zaman içinde biçimlendiğini ortaya koyan Milman Parry ve takipçileri bu yaklaşımların öncüleri olarak belirdiler. Bu perspektifin en önemli dayanağı tekrarlayan epitetler ve formula olarak adlandırdıkları kalıp ifadelerdir. Bu tekrarlayan yapılara Homeros’ta birer yapboz parçası gibi başvuruluşu ve arkaik Yunan şiir geleneğinde aynı ibarelerin kimi zaman nazire kimi zaman belirli bir şiir estetiğini yeniden kurmak için mısraların arasına yerleştirilmesi kayda değerdir. Bu nedenle bugüne kadarki çalışmalarım sonucunda, Homerosçu bir üslubu yeniden başka bir dilde kurmak için ana yolun bu tekrarlayan epitet ve kalıp ifadelere yoğunlaşmaktan geçtiği kanaatine vardım. Benim çevirim epitetlerin ve kalıp ifadelerin bir şiir ritmi hatta bir tür estetik duyuş yaratmak üzere kullanıldığı ana fikri üzerinde yükseldi. Eski Yunan şiir geleneği bu estetik mirası devralmak ve işleterek şenlendirmek konusunda oldukça gayretkeş olmuştur. Bu nedenle Yunan şiirinin bir yanı daima Homerosçu kalmıştır.
Peki Homeros’un Ilias’taki üslubunun belli başlı unsurları nelerdir?
Bazı teknik meseleler var ki bunlar Homerosçu üslubun sınırlarını çizmemize yardımcı oluyor. Örneğin Homeros uzmanlarının “tipik sahneler” olarak terimleştirdiği kimi anlatı kalıpları var Homeros’ta. Kahramanların karşılıklı mızrak dövüşüne giriştiği sahneler ya da birbirine yabancı iki büyük savaşçının ilk karşılaştıklarında birbirlerine söyledikleri ifadeler, sergiledikleri “tipik” davranışlar vardır. Bu tipik sahneler sayesinde Homeros’un anlatısı belirli bir bütünlük kazanır; tabir caizse kahramanvari bir adabın çerçevesi böyle unsurlar sayesinde çizilir. Keza teşbihler kendine has bazı söyleyiş kalıpları içinde ifade edilirler ve dramatik işlevleriyle dinleyiciyi belirli bir yeni duruma uyumlu hale getirmek için kullanılırlar. Burada esasen edebiyatın ezeli ikilemi arasında kalıyoruz. Biçim mi içerik mi tartışmasının tam ortasına düşüyoruz. Nitekim buradaki de sonuçsuz bir yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan tartışması gibi. Hangi cevabı verirseniz verin, nihayetinde şiirin ne olduğuyla ilgili bir taraf tutuyor hale geliyorsunuz. Gregory Nagy’ın erken Yunan şiirine ilişkin “söyleyiş” (diction) ve “tema” (theme) arasındaki dengeye dikkat çekmesi bu açıdan oldukça altı çizilmesi gereken bir husus gibi görünüyor bana. Neticede söyleyişi belirleyen bariz ve sınırları kesin bir şekilde belirlenmiş bir vezin var. Ancak şair veznin belirleyiciliği yüzünden temanın gerektirdiği ibareyi söylemekten geri durmak istemez. Tam da bu nedenle Homeros’ta vezin değeri aynı olan birbirinin yerine kullanılabilen epitetler ve kalıp ifadelerle karşılaşırız. Zira Akhilleus’un hangi epitetle anıldığı, şiirin ses ve vezin ahengi kadar temanın sunduğu bağlam tarafından da belirlenir. Şüphesiz söyleyiş ve tema arasındaki denge uzun uzadıya tartışılabilecek daha kapsamlı bir konudur. Ancak bu kadar kurallı bir biçime sahip olmasına rağmen, Homerosçu mısralarda tema söyleyişin, söyleyiş temanın, şair hepsinin hizmetkarı konumundadır. Dolayısıyla bütün akıcılığına rağmen, ibarelerin gücüne ve dramatik etkisine yabana atılmayacak bir iç kuvvet olarak şair tarafından hürmet edilir. Her ne kadar Homeros’un nehri büyük bir debiyle aksa da irili ufaklı pek çok çağlayanıyla seyredene başka başka edebi zevkler sunar.
Böyle bir akıcı üslup bütün Eski Yunan şiirinde de karşımıza çıkıyor mu?
Üsluptaki akıcılık ya da akışı kasten kesintiye uğratarak başvurulan çarpıcılık arasındaki gerilim esasen imgelerin kullanımına ilişkin birbiriyle çatışan iki farklı yaklaşımdan kaynaklanıyor. Halikarnassoslu Dionysios’ta ve Longinos’ta bu üslup ayrışmasına dikkat çekilir ve Eski Yunanca külliyatın edebi üsluba dair yaklaşımları bu iki kutupta değerlendirilir. Pindaros’un en bariz temsilcisi olduğu çarpıcılık kanadı imgelere işaret etmek üzere bilinçli bir belirsizliği kullanırken, Sappho’nun en belirgin örneklerini sunduğu akıcı üslup akışın ahengine sırtını yaslayıp tek tek imgelere aşırı odaklanmayan bir poetika ortaya koyar.
Buradaki “belirsizlik” imgelerin etkileşimli bir biçimde kullanılışıyla görünüşlerinin nöbetleşe gün yüzüne çıkması, sanki birbirinin arkasına gizlenerek şair tarafından bilinçli biçimde yaratılan bir belirsizlik hissidir. Bu türden bir belirsizlik kavrayışını bir fotoğrafçılık tekniğiyle örnekleyebiliriz. Fotoğrafçılıkta “açık diyafram”, odaklanan nesneyi netleştirirken, bu odak mesafesi dışında kalan nesneleri giderek bulanıklaştırır. Bu da fotoğraf çekiminde nesnelerin ön ve arka planlarının temizlenmesine ve nesnenin kendisinin öne çıkarılmasına yardımcı olur. “Kısık diyafram” ise net alanın daha fazla olmasını sağlar. Yani, çalışma ilkesi aynı gözümüz gibidir. Gözümüzü çok fazla açıp bir nesneye bakarsak, arka planın hafifçe bulanıklaştığını görürüz. Portreler çekilirken, genelde “açık diyafram” kullanılır, buna karşılık manzara fotoğrafları genelde “kısık diyaframla” çekilir. Tıpkı buna benzer şekilde, Pindaros gibi çarpıcılıktan yana olan şairlerde “geçişselliğin” arttığı kısımlarda, odaklanıp gözümüzü diktiğimiz imgeyi netleştiririz; tam her yönüyle onu gördüğümüzü sandığımız anda, sanki o imgenin yakınındaki başka bir imgeye sızdığı, arkasına saklandığı hissine kapılırız. Bu sefer de bu yeni imgeye odaklandığımızda bir önceki imge bulanıklaşmıştır. İmgelerin göndermeleri çoğaldıkça, bu döngünün devingenliği de bununla doğru orantılı olarak artar. Halbuki Homerosçu gelenek akıcılıktan taviz vermemek için daima sahnelerini panoramik bir vizörden izletir. Sahnelere yakından bakmaya hiç fırsat vermediği için değil, sahnenin arka planını hiç bulanıklaştırmadığı için.
Homeros’un dili için ne söyleyebilirsiniz?
Homeros’un dilinin oldukça kendine has özellikleri var. Almanca adlandırmasıyla Kunstsprache dediğimiz bir tür “sanat dili” Homeros’un destanlarındaki dil. Kastedilen gündelik hayattaki cari dilden bilinçli bir şekilde uzaklaşan ve kimi lehçe özelliklerini, Yunancanın arkaik söyleyiş biçimlerini birlikte harmanlayan özgün bir şiir dili. Bu dilin köklerini, örneğin kimi morfolojik farklılıkları Lineer B yazılı tabletlerdeki ibarelerde görüyoruz. Keza Homeros bir açıdan Aiolis yöresinde konuşulan Yunancanın bir lehçesine, ancak büyük oranda Ionia söyleyişlerine dayanan bir dille şiirini söylüyor. Şiir dilinin şairin dilinde üretilmiş, gündelik hayattan uzak ve bir tür ritüele uygun biçim kazanması Homeros’un ardılı Arkaik şairlerde de karşımıza çıkıyor. En bariz örneği “zafer şarkısı” olarak nitelediğimiz epinikion türünde, dilin baskın bir şekilde Dor lehçesine dayanmasında gözlemleniyor. Bütün üslup özellikleri ve şiir yaklaşımıyla Ionia tarzına yakın duran ve doğdukları yer olan Keos adası yüzünden Ionia kültürünün etkisi altındaki Simonides ve Bakkhylides bile şiirlerini Dor lehçesinde yazmakta ısrar ediyorlar. Arkaik şiir, belirli şiir formlarının belirli lehçe özellikleriyle, dolayısıyla belirli bir dil tınısıyla özdeşleştirildiğini gösteriyor. O dil tınısı şiir türünün, şiir türü o dil tınısının timsali haline geliyor. Neticede, edebi söyleyiş biçimlerinin işaret ettiği üsluplar olduğu gibi bariz dil özellikleri de olduğunu gözlemliyoruz.
Homeros’un destanını oluştururken edebi kaynakları nelerdi?
Her ne kadar Homeros destanları, Batı edebiyatı açısından bir başlangıç noktası olarak kabul edilse de; şüphesiz Homeros öncesi olmayan bir ilk şair değildi. Şüphesiz nihayetinde sözlü kültürün daha ziyade hakim olduğu bir çağda aktarımla ilgili vesikalara sahip olmadığımızdan bu kaynaklardan açık delillerle söz etmemiz mümkün olmuyor. Ancak Homeros’un gerek anlatısının genel kurgusu gerek destanında başvurduğu mitler açısından belirli destan gelenekleriyle ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Homeros destanlarının Gılgamış’la olan bağları sadece ana kahramanın hedefleri ya da kahraman ile yoldaşı arasındaki ilişkiler gibi ana olay örgüsüyle sınırlı kalmıyor. Başvurulan söyleyiş biçimlerinde de bariz benzerlikler var. Keza Ugarit destanı Kothar wa-Hasis gibi metinlerle Hephaistos’un bir tanrı olarak serencamı arasındaki benzerlikler çarpıcı.
Öte yandan, yazıyla sabitlenmiş belgeler olarak Ilias’ın içinden çıktığı ya da zaman içinde temayüz ettiği bir destan geleneğiyle karşılaşıyoruz. Epikos Kyklos ya da “Epik Çember” başlığıyla anılan ve fragmanlar halinde günümüze ulaşan bu şiir geleneklerinin Homeros destanlarından kronolojik açıdan önce mi sonra mı olduğu meselesi ciddi bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bu metinlerin kimileri Homeros destanlarını tamamlar nitelikte öyküler içerirken, kimileri ana temalara alternatif oluşturacak olay örgülerine sahiptir. Bu metinlerin Troia Savaşı bağlamında sağladıkları bilgilerin tartışmaya dahil edilmesi hem olay örgüsünün karanlıkta kalmış yönlerine ışık tutuyor hem Homeros destanlarının sunduğu mit derlemesinin bir tür seçki olma ihtimalini akla getiriyor. Epik Çember’e dahil olmasa da, Homerosçu İlahiler başlığıyla listelenen ilahiler ya da neşideler Homeros destanlarının vezni olan daktylikon heksametron kullanılarak icra edilmiş bir dizi metni ihtiva ediyor. Bu metinler de Ilias’ın şairinin beslendiği ana kaynakları teşhis etmek üzere yardımcı oluyor. Tabii uzun uzadıya tartışılabilecek bir konu bu, Homeros’un kimliği ve şiirini oluşturma biçimi konusundaki başka tartışmaları da alevlendiriyor.
Homeros’un üslubunu kurarken başvurduğu belli başlı edebi yordamlarla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Edebiyatın gerek içerik gerek biçim itibariyle kaynak metni olan Homeros destanlarının çok sayıda edebi yordamın ortaya çıktığı mecra olması kaçınılmaz. Bu yordamların erken dönemden itibaren teşhis edildiği ve şiir söyleme biçimlerini kökten etkilediği de ortada. Örneğin daha sonra hitabet sanatında sıklıkla başvurulan ve hysteron proteron terimiyle anılan yordamdan bahsedilebilir. Hysteron proteron mantıken daha önce anılması gereken bir eylemin ikinci sıradaki eylemden daha önce anılarak vurgulanması ilkesine dayanır. Homeros “dövüşelim de ölelim” yerine “ölelim dövüşüp de” demeyi tercih eder bu yordama başvurduğunda. Keza destana özgü teşbih kullanımı gerek şiire gerek hitabete oldukça etkili söyleyiş biçimleri miras bırakmıştır. Ekphrasis adı verilen bir görüntünün ayrıntılı tasvirini içeren anlatılar da Homeros’tan itibaren yaygın kullanılan yordamlardan biridir. Ilias’ın 18. kitabındaki Akhilleus’un Kalkanı’nın anlatımı, destan geleneğinde pek çok şaire ilham kaynağı olmuştur. Rhodoslu Apollonios’un Argonautika’sındaki Iason’un Pelerin’i de bir ekphrasis örneği olarak bu yordamın köşe taşı uygulamaları arasında anılabilir.
Akhilleus’un Kalkanı’nın sunduğu döngüsel anlatı da Homeros’ta en iyi örneklerini gördüğümüz “döngü kompozisyonu” yordamına örnek verilebilir. Döngü Kompozisyonu’nun ayrıntılı bir şeması bu yaklaşımın bütün destanın dokusunu oluşturan bir döngüselliğin kurucusu olduğu fikrini ortaya koyar. Öyle ki Ilias’ın 24 kitabının sıralaması bile belirli bir döngü şeması sunar. Bu döngü şemasına nihai bir görüntü kazandırmaya çalıştığınızda döngü başka bir mertebede yeniden görünür hale geldiğinden, Homeros uzmanları arasında döngünün nasıl işlediği konusunda kesin bir uzlaşım sağlanamamıştır. Ancak şiirin birbirine kıvrılan temalar ve söyleyiş tekrarlarıyla kendi kosmos’unu sergilediğini söylemek mümkün. Kosmos kelimesini daha ziyade “dünya” ya da “evren” anlamıyla biliyor olabilirsiniz. Kosmos Yunancada erken dönemde “düzen” hatta “kozmetik” kelimesine de kök veren anlamıyla “ziynet” ya da “süs” anlamındadır, “dünya” ya da “evren” anlamı sonradan ortaya çıkar. Dolayısıyla Homeros’ta şiirin iç hesapları kendi düzenini kurarken, şiiri de dilin bir “süs”ü haline getirir.
Ne türden bir hesap bu? Buna bir tür şiir algoritması diyebilir miyiz?
Homeros’un şairane bir matematiği işlettiğini ve üslubunu bu matematiğin sanatkârane bir şekilde işlenmiş hesaplarına dayandırdığını söyleyebilirim. Bu tespit kimi araştırmacıların varsaydığı gibi Homeros tek kişi olmasa da geçerli sayılabilir kanaatimce. Kastettiğim şairin daima esnekliğini muhafaza ettiği ahenkten koparılmış aritmetik bir kesinlik ya da geometrik bir doğruluk değil. Aritmetik bir kesinliğin ve geometrik doğruluğun kaçınılmaz bir şekilde içkin olduğu bir harmonia bu. Aritmetik kesinlik bu mısralarda zaten var. Zira daktylikon heksametron vezni büyük bir tutarlılıkla sürdürülüyor. Geometrik doğruluk da mısraların birbirlerine yaptığı nazirelerle, yaratılan şairane düzlemlerin farklı olay örgüleri içinde birbirleriyle arz ettikleri koşutluklarla belgeleniyor. Ancak harmonia bunların her birinin şiirdeki belirtilerini değil, bütününün yarattığı etkiyi ortaya koyuyor. Homeros destanlarında bir bütünlük fikrini tartışmaya başladığınız anda şiir söylemenin sorunlarını çözen bu “algoritma”dan bahsetmeden geçemezsiniz. Zaman zaman konudan ayrılmalar olsa da, şairin destandaki söyleyiş bütünlüğü sözünü söylerken ana hattan ayrılmadan yoluna devam ettiğinin en önemli işaretidir. Gezgin şairlere Yunanca rhapsōidos deriz. Bu kelimenin etimolojilerinden biri bizi “teyellemek” (rhaptō) fiiline götürür. Şair bir tür terzi gibi sözünü diğer sözüne teyellerken bir söyleyiş bütünlüğü kurma derdinde midir? Derdi bu olmasa da neticesi bu olur. Zira destan geleneğinde güzel teyelleyen bütüncül bir güzelliğe katkı sunar. Dolayısıyla veznin ve söyleyiş biçimlerinden beslenerek oluşturulmuş bir zihniyet ortak bir malzeme havuzunda birikmiş temaları bir destan estetiği yaratmak üzere biçimlendiriyor. Burada Homeros’u bu estetiğe hizmet eden yaratıcı tek bir şair, bir grup gezgin şaire başkanlık eden kanaat önderi bir şair ya da geleneğin sıradan bir neferi olarak saymanızın hiçbir önemi kalmıyor. Çünkü her aşamada “algoritma” şiiri inşa edenleri de hâkimiyeti altına alan bir şekilde estetiği kurmanın vazgeçilmez biçimlerini sunmaya devam ediyor. Neticede okur, Homeros mısralarında matematiğin kesinliği ile şairane duyuşun harmanlandığı kendine has bir üslupla karşılaşıyor, bir edebiyat uzmanı ve çevirmen olarak böylesine eşsiz bir üslubu özümsemeyi ve mümkün olduğu ölçüde çevirime yansıtmayı asli yükümlülüklerimden biri sayıyorum.
edebiyathaber.net (21 Mayıs 2024)
“Prof. Dr. Erman Gören: “Yunan şiirinin bir yanı daima Homerosçu kalmıştır.”” üzerine bir yorum