Prof. Dr. Yusuf Arslan’ın “Ölümün, Yasın, Travmanın Sınır Hattında Bir Sanat: Şuarecilik” adlı kitabı Hasan Ali Arslan’ın Şuareleri (1931-2018) adlı kitabı Kalan Yayınları tarafından yayımlandı.
Tanıtım bülteninden:
Kimileri şuareciliğin doğuştan gelen bir yetenek olduğuna ilişkin sarsılmaz bir inanç taşıyor olsalar da bu görüşün doğruluğunun sınırları olduğu muhakkaktır. İçimizden yalnızca bazılarının şuareci olmalarının görmezden gelinmesi mümkün olmayan nedenleri olmalıdır. Aksi halde herkesi şuare söylerken dinliyor olurduk. Oysa şuareciler dünya genelinde istisna insanlardır ve onları şuarelerin gamlı dünyasından ayrılmamaya zorlayan katı inançları vardır. Bu inançlar arasında çocukluk dönemi ölüm, yas ve travmaları özel bir önemi hak etmektedirler. Her halükarda sıradışı olan bu üçlü, kişinin bakış açısında diğer anılardan açık ara daha fazla teyakkuz halindeki anı parçaları şeklini aldığında şuarecilik denilen istisna insan sanatının sınır hattına yanaşılmış ve şaşırtıcı bir dünyanın kapıları ardına kadar açılmış olur. Çocukluk dönemi ölüm, yas ve travmalarının şaşırtıcı şekilde insanlardaki içe bakışı/iç görüyü genişletmek gibi bir özellikleri vardır. Genellikle en katı insanda bile yufka yüreklilik, hislilik ve duyarlılık yarattıkları da sır değildir. Bu üçlünün egemenlik sahasında yaşayan birisi, genellikle anılara sadakat ve nereden geldiğini kafasında tam olarak oturtamadığı gelişmiş bir empati kurma yeteneği içinde bulur kendini. Böyle insanlar an da olup bitene normal insanlardan çok daha fazla dikkat kesildikleri gibi, normal insanlardan çok daha fazla kendisinin ve ötekinin çektiği acıların farkındadırlar. Şaşırtıcı şekilde duygusaldırlar ve başkalarının çektiği acılara sırtını döndükleri nadiren görülür. Onlardaki mağdura destek olma arzusu, ateşi kısılmadığı sürece kaynaması da durmayacak olan kızgın sular gibidir. İçimizde dolaşan bu içgörüsü gelişmiş hisli insanlar, yakalarını bir türlü bırakmayan teyakkuz halindeki duygularını dindirmek için teskin edici bir yol ararlar. Bu arayış bir ömür bile sürebilir. Fakat kişi bir kereteyakkuz halindeki harlı duyguların tahripkâr saldırılarını ağlamaya eşlik eden şuareler söyleyerek tarumar ettikten sonra ortaya çıkan şaşırtıcı huzur ve rahatlamayı keşfettiğinde onu bu yolu tekrar tekrar sürdürmekten çok az şey geri döndürebilir. O artık üzerine hücum eden bunaltıcı olaylara, taaruza geçen saldırgan çocukluk anılarına ve hayatın diğer zorluklarına karşı şuareler söyleyerek, ağlayarak acıyı huzurla takas etmeyi öğrenmiştir. Kuşkusuz normal insanlar için söylenemez ancak böyle birisi için cenaze ortamları bu tarifsiz huzuru bulabileceği emsalsiz makanlardır. Bir ömrü, başkalarının cenazelerinde mevtaya ağlayıp şuare söyleyerek o emsalsiz huzuru tekrar tekrar tatmaya adamaktan çekinmeyen bu insanlara tarihçiler şuareci ismini koymuşlardır. Böylece yüzeyde emsali az bulunan nadir bir yetenek gibi görünen şuareciliğin, derinde çocukluk dönemi ölüm, yas ve travmaların saldırgan taaruzları ile girilen göğüs göğüse çatışmalar sonucu öğrenilmiş bir stresle başetme stratejisi olduğunu bilmek şaşkınlık vericidir. Hasan Ali Arslan gibi şuareci insanların neredeyse bir yüzyıla yayılan şuare söyleme ısrarlarının altında yatan gizli sır bu olmalıdır. Bu sırrın konuyu evvelce araştırmış her biri alanında uzman araştırmacıların dikkatini hiç çekmemiş olması ise enterasandır. İster bir çırpıda anlaşılacak kadar basit, isterse anlaşılması yıllar alacak kadar karmaşık bir söz gibi görünsün ama şu bir gerçektir ki şuareci doğulmaz, olunur. Her çocukluk dönemi ölüm, yas, travması insanı şuareci yapmayabilir ancak şuareciler bu üçlünün sınır hattında yaşayanlardan doğarlar.
Bu kitap, en az 6000 yıllık bir geçmişi olan şuareciliği, kendisi de bir şuareci olan Hasan Ali Arslan’ın yaşamına ve şuarelerine odaklanarak derinlemesine inceliyor.
edebiyathaber.net (13 Mayıs 2024)