1970’lerin başı olmalı. İlkokulda, yeşil ciltli, küçük boy pul defterim olmuştu. İçinde de sadece ilk sayfayı dolduracak sayıda pul vardı. Birkaç Atatürk ve İngiliz kraliçesi pulları…
O zamanlar pul koleksiyonu yapmak özellikle çocuklar arasında çok yaygındı. Pulları toplamak kolaydı.Herkes birbiriyle mektupla haberleştiği ve mektupların üzerine pul yapıştırıldığı için eve gelen postayı toplayıp zarfların üzerindeki pulları suyla çıkararak bile koleksiyon yapmaya başlamak mümkündü. Birçok arkadaşım bu yöntemle pul koleksiyonu yapıyordu. Arkadaşlar içinde farklı konuma geçmek istiyorsanız yabancı ülkelerin pullarını toplamanız gerekirdi. O zamanlar yurtdışından mektup alan pek yoktu. Yurtdışına giden, oradan mektup yazan pek azdı. Sadece ailelerinden Almanya’ya işçi gidenler biraz avantajlıydı. O nedenle yabancı pulları elde etmeyi, onları toplamayı daha önemserdik. Pul elde etmenin bir yolu da arkadaşlarla değiş tokuş etmekti. Çizgi roman değiş tokuşundan bu yönteme aşinaydık, pulları değiştirmek de kolay oldu. Okulda, şinema önlerinde değiş tokuş yapılırdı.
Zamanla daha uzmanlaşıp tematik koleksiyonlar yapmaya başladık. Devlet büyükleri, çiçekler, hayvanlar, şehirler gibi çeşitli koleksiyon temaları vardı. Ben önce Türkiye’nin şehirlerini konu alan pulları toplamaya başlamış, sonra da ülkelere geçmiştim. Onlara bakarken o şehirlere, ülkelere gidip gezdiğimi hayal ederdim.
Zarfların üzerindeki pullar, değiş tokuşla elde edilenler yetmeyince pulların satın alınabilir olduğunu öğrenmiştim. Mahallemizdeki kırtasiyeciden paket halinde pullar almaya başlamıştım. Sanıyorum o paketlerden yüz civarında pul çıkardı. Ama bu pullar zaten çoğumuzda olan yani kolay elde edilen pullardı. Aralarından nadiren koleksiyonumuzda olmayan pullar olurdu.
Pul koleksiyonculuğunun başka bir yolunun da damgasız pulları toplamak olduğunu o sıralarda keşfetmiştim. PTT sürekli yeni seriler çıkarıyordu. Onları takip etmek, mahallemizdeki postaneden almak yeni bir ufuk açmıştı. Bunun bir ileri aşaması ilk gün zarfları oldu. Pulun ilk çıktığı gün için özel hazırlanan zarflara yapıştırılan pullar aynı gün damgalanınca daha da değer kazanıyordu. Pul koleksiyoncuları o günler postanede o iş için ayrılmış bankonun önünde uzun sıralar oluştururdu. Ben de ilk gün zarfı almak için birçok kez postaneye gitmiştim.
1975’de İstanbul’a taşınıp lisede okumaya başlayınca pulcuları keşfetmiştim.Cumartesileri öğleye kadar okul vardı, yani yarım gündü. Öğleyin okuldan çıkar Beyoğlu’nun yolunu tutardık. Karaköy’den Yüksek Kaldırım’a girip yukarıya, İstiklal caddesine doğru yürüdüğünüzde önce ikinci el plak satanlara, sonra da sağ kolda yan yana pulculara rastlardınız. Onların vitrinlerini nadide pullar, ilk gün zarfları süslerdi. Çoğunu almaya cep harçlıklarımız yetmezdi ama içeri girerseniz pulcu uygun fiyatlı seriler önerirdi.
Benim bir pulcuya girmem elimdeki koleksiyonun değerini öğrenmek için olmuştu. Çünkü aradan geçen zamanda koleksiyonum gelişmiş, yeşil ciltli pul defterim dolmuş ve yeni defterler almıştım.
Sanıyorum önce pulcuya girip tezgahın arkasında duran abiye pul alıp almadıklarını sormuş, olumlu cevap alınca da ertesi cumartesi de pul defterlerimi yüklenip gelmiştim. Bu kez benimle ilgilenen tezgahtar abi değil, dükkana girince sağdaki masanın arkasında oturan amca olmuştu. Ciddi bir ifadeyle pul defterlerimi sayfa sayfa karıştırmış, sonra da bana pulları nasıl korumam, nasıl deftere yerleştirmem gerektiği gibi konularda öğütler vermişti. Büyüteç, pul maşası gibi gereçlerden söz etmişti.
Pullarımın değerini öğrenmek istediğimi söyleyince de defterlerdeki para edebilecek bir kaç pulu hemen gösterip koleksiyonumu nasıl geliştirmem gerektiğini de söylemişti. Önümde yeni bir dünya açılıyordu ve heyecanlanmıştım. O günden sonra pul koleksiyonculuğuna başka gözle bakmaya başladım. Kendine has kuralları, ilişkiler ağı olan bir dünyaydı. Dergileri, katalogları hatta dernekleri vardı. Açık artırmalarla pullar satılıyor, toplanılıp değiş tokuş ediliyordu.
Okumaya da meraklı olduğum için pulculuk dergilerini, pulların değerini bildiren Pulhan kataloglarını, nihayet uluslararası katalogları da izlemeye başlamıştım. Çünkü her pul koleksiyonerinin düşlediği gibi bir gün tesadüfen çok değerli bir pulu üç kuruşa alacağımı sonra da milyonlarca dolara satıp birden zengin olacağımı hayal etmeye başlamıştım.
Bu sırada cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan pullarda yoğunlaşmış, ayrıca üzerinde pul olan, damgalı, yani posta işlemi görmüş dünya şehirlerinin kartpostallarını toplamaya başlamıştım. Onların üzerlerindeki fotoğraflarda bambaşka dünyalar vardı. Birileri o şehirlerde o kartları satın almış, arkalarına mesajlarını yazarak eşlerine, dostlarına postalamıştı. Yani her kartpostal bir öykü demekti. Onları inceleyip hikayeler uydururdum.
Pul koleksiyonculuğum 70’li yıllardan 1989’a kadar sürdü. Pul koleksiyonu yapmaktan vazgeçmemde en büyük etken artık zarfların üzerine pul yapıştırmak yerine ücret ödeme makinesi kullanılması, yani makineden geçirilmesidir. Mektup hayatımızdan çıkıyordu ve PTT bile pul üretmeye üşenir olmuş, işini makineyle halletmeye başlamıştı.
1989’da Almanya’ya giderken artık bilinçli bir koleksiyon haline gelmiş pul koleksiyonumu satması için bir arkadaşıma bıraktım ve bir daha da o arkadaştan haber alamadım. Koleksiyonculuk serüvenim de böylece noktalanmış oldu.
Geçen gün edebiyat araştırmacısı, editör arkadaşım Sevengül Sönmez’in bir sosyal medya paylaşımını görünce tüm anılar canladı. Sevengül, “Pulun Kanadında İstanbul’dan Dünyaya” adlı kitabının yayınlandığını, Aras Yayınları’ndan çıkan kitapta 80. yılını kutlayan Kamer Pul Evi’nin öyküsünü anlattığını bildiriyordu.
Kitaba konu olan 1970’lerin ikinci yarısında kapısından içeri girdiğim pulcu, Kamer Pul Evi’ydi. Bana pulculuk konusunda ilk öğütleri veren Kamer Arıkan’dı, dükkana girdiğimde ilk gördüğüm kişi de Kamer Bey’in yardımcısı Cemil Kuntay’dı. Aramızda derin bir muhabbet doğmadı ama koleksiyon yaptığım yıllarda Kamer Pul Evi’ne çok uğradım, pullar aldım. Karaköy’den Beyoğlu’na çıkarken de mutlaka bir nefeslenip vitrinlerine baktım. Hâlâ gelip geçerken gözüm vitrinlerindedir. Çünkü 1942’de kurulan Kamer Pul Evi artık bir simgedir. Seksen yıllık mazisiyle pulcuların son örneği olarak oradadır. Korunup üzerine titrenmesi gereken bir anıt gibidir. Çünkü bizim onlarca yıl varlığını sürdüren pek markamız yoktur.
Sevengül Sönmez “Pulun Kanadında İstanbul’dan Dünyaya”da Kamer Pul Evi’ni anlatırken sadece seksen bir yıllık markanın var oluş serüvenini anlatmakla kalmıyor. Türkiye’de pulculuğun, pul koleksiyonculuğunun öyküsünü de en önemli kahramanlarıyla anlatmakla da yetinmiyor. Dede Ali İhsan Arıkan’dan başlayıp Kamer Arıkan ve oğlu Arman Arıkan’ın öykülerini izleyerek İstanbullu bir ailede örneklenen seksen yıllık geçmişimizi de anımsıyoruz. Onların tüm güçlüklere, Varlık Vergisi, 6-7 eylül olayları, dükkanlarının yanması gibi olumsuz gelişmelere rağmen ailecek var olma çabaları, mesleklerini sadakatle sürdürmekle kalmayıp o alanda en önde olmak için gösterdikleri çabayı da öğreniyoruz.
“Pulun Kanadında İstanbul’dan Dünyaya”da pul koleksiyoncularının gizemli dünyasının bize tanıtmakla kalmıyor Arman Arıkan’ın içten anlatımıyla da önemli bir yakın tarih çalışması halini de alıyor. Zevkle, merakla, bol bol eski günleri anarak, çok şey öğrenerek okudum kitabı.
edebiyathaber.net (3 Mayıs 2023)