Ali Rıza Arıcan’ın yeni öykü kitabı İskenderiye Yayınevi etiketiyle okuyucuların beğenisine sunuldu. ‘Puslu Kentin Mavisi’, uzun yıllardır Asya’da ve son yıllarda Çin’de yaşayan matematik öğretmeni ve yazar Ali Rıza Arıcan’ın Çin’e ve Çinlilere ilişkin olarak yazdığı öykülerden oluşan bir kitap. Kitap, ‘Denizi Özleyen Adam’, ‘Baloncu’, ‘Tutukluk’, ‘Yağmurun Durmasını Bekleyen Adam’, ‘Bir Seri Katilin Doğuşu’, ‘Yüzük’, ‘Çanco Kanatlarımın Altında’ ve ‘Kaza’ adlı öykülerden oluşuyor.
‘Denizi Özleyen Adam’ adlı öykü gerçeküstücü esintiler taşıyan bir anlatı. Şu tümce düşündürüyor: “Denize inanmayanlarla aynı kentte yaşamak ne zordu.” (s.11) ‘Baloncu’ adlı öyküde yazar, zabıtaların gazabına uğrayan bir seyyar satıcıyı ve onların çevresinde toplanan halkı konu alıyor. ‘Tutukluk’ adlı öyküde, yardımlaşma izleği işleniyor. Anlatı, otobüste nöbet geçiren ya da geçirdiği sanılan bir atık toplayıcısına ve bu duruma yönelik olumlu-olumsuz tepkilere odaklanıyor. ‘Yağmurun Durmasını Bekleyen Adam’ adlı öyküde zoraki misafirliğin anlatının merkezine taşındığını görüyoruz. Bu öyküden bir cımbızlama yapalım: “Sevgiliyi özleyen insan da aslında sevgilinin varlığını değil, kendisinin sevgilinin yanında duyduğu mutluluk ve tatmin olmuşluk ânını özlemiyor mudur sonuçta?” (s.35)
‘Bir Seri Katilin Doğuşu’nda aşırı sorumluluk sahibi başkişinin güncesi eşliğinde iyilikten kötülüğe geçiş sürecini adım adım izliyoruz. Bu dönüşümün kilit noktası belki de şu tümce: “Yeryüzü artık benim uyum sağladığım bir yer olmayacak, bana uyum sağlayan bir yer olacak” (s.57). Öyküde, ismi geçmese de Wilhelm Reich’ın (onun yerine Dostoyevski ve Nietzsche anılıyor) ‘küçük adam’ının[1] eleştirisi var: “Bizim ve önceki nesillerin hayatları otoriteye boyun eğmekle geçti bu yüzden. İyi bir işin olsun, iyi bir eşin olsun, sağlıklı bir çocuğun olsun, güzel bir evin olsun… Bu kadardı ufkumuz. Özgürlük aklımızın ucundan bile geçmezdi. O kadar ki özgürlük mü araba mı deseler istisnasız hepimiz arabayı seçerdik. Çünkü araba garanti edilmiş bir kazancı temsil ediyordu; özgürlük ise muallaktı, bilinmezdi, tehlikeliydi. En iyi yaşamak risksiz yaşamaktı, gidilmiş yolları takip edip yaşanmış hayatları bir daha yaşamaktı.” (s.65) Yine bir başka parçada, Reich ile Erich Fromm esintileri[2] seziliyor: “Hastaları hastaneye, delileri tımarhaneye, suçluları hapishaneye tıkıp kalanlardan oluşan topluma sağlıklı diyoruz. Oysa bir süre sonra o sağlıklı dediğimiz toplumun içinden de hastalar, deliler ve suçlular çıkıyor. Demek ki yeteri kadar sağlıklı değilmişiz deyip, ayıklamaya devam ediyoruz. Her hafta, her gün, her saat kendimizi kandırmakla, özümüzde iyi olduğumuza inanmakla geçiyor.” (s.72)
‘Yüzük’ adlı öyküde yazar, anlatıyı bir dilenci üzerinden geliştiriyor. ‘Çanco Kanatlarımın Altında’ adlı öyküde, iki temizlikçi kadın merkeze alınarak sosyal medya konusu işleniyor. ‘Kaza’ adlı öykü, bir kazayı ve sonuçlarını işliyor, kazanın gerçekten olup olmadığı sorusunu bir an olsun aklımızdan çıkartmayarak. Kitaptaki öykülerin çoğu, olay öyküsü; seri katil öyküsü ve ‘Denizi Özleyen Adam’ ise adlarından da anlaşılabileceği gibi kişilik ağırlıklı. Çin’le ilgili öykülerin Çin’den çok (şehirleri ve doğası vb.) Çinlilere ve yaşananlara odaklanması; diğer bir deyişle, ortam yerine kişiliklere ve özellikle de olaylara ağırlık vermesi not edilmeli. Arıcan öykücülüğünde uzun betimlemelere yer yok; bolca olay ve eşkonuşmaya (diyalog) tanık oluyoruz. ‘Baloncu’, ‘Tutukluk’, ‘Yüzük’ ve ‘Kaza’ öykülerinde bir olay üzerine çevreye toplanan insanların konuşmalarını dinliyoruz. Bu noktalar, eleştirilecek özellikler değil; saptama niteliğindeler.
Türkiye’de Çin’e ilişkin olarak, gerçekte, sanıldığından çok daha az şey biliniyor. Bilinenlerin çoğu da zaten yanlış biliniyor. ‘Puslu Kentin Mavisi’ kitabı, bu açıdan önemli bir boşluğu doldurmuş oluyor. Çin’in küresel ölçekte daha etkili olmaya başlamasıyla birlikte bu kitabın daha çok okurun ilgi alanına gireceğini söyleyebiliriz. Öte yandan, bu öykülerin çoğunun özel adlar değiştirilerek Türkiye’de de geçebilecek olması, Arıcan öykücülüğünün yerellikle evrenselliği başarılı bir biçimde iç içe geçirdiğini gösteriyor.
Yazarın daha çok halktan insanları ele alması, orta sınıf ve küçük burjuva okurlar için kişiliklerle özdeşim kurma noktasında zorluk yaşatabilir. Sonuçta, kişilikler, okurlara benzemedikleri ölçüde ancak güldürülerde ilgi çekiyorlar. Yoksulların ‘salak’lıkları (Kemal Sunal anlatılarını anımsayalım) her kesimden insanı güldürebiliyor; ancak onların güldürmeyen dramatik yönleri her kesimde aynı etkiyi yaratmıyor. Fakat Arıcan öykücülüğünde bu kişilik-okur uyuşmazlığını dengeleyecek önemli bir ağırlık taşı var; o da Rus romancılığını anımsatan derin felsefel yorumlar. Kitaptaki öykülerde kişiler, karikatürize bir biçimde yüzeysel olarak resmedilmiş değiller; kendi iç dünyalarının aslında beklediğimizden de zengin ve derin olduğunu görüyoruz ya da yazar bizi böyle olduğuna inandırıyor / inandırmak istiyor.
Sonuç olarak, Arıcan öykücülüğünün yerelle evrenseli başarılı bir biçimde harmanlaması, kişilikleri derinlikleri içinde sunabilmesi ve Çin’in artan önemi, Arıcan öykülerinin ileride daha fazla okurun kapsama alanına gireceğinin ön-işaretleri olarak değerlendirilebilir. Yazar, Tayland ve Vietnam öykülerinden sonra, Çin öykücülüğünü de kapsamlı bir biçimde özümsemiş durumda.
Doç. Dr. Ulaş Başar Gezgin – edebiyathaber.net (21 Aralık 2016)
[1] Bkz. Reich, W. (1946/2006). Dinle Küçük Adam. İstanbul: Cem Yayınevi.
[2] Bkz. Fromm, E. (1941/2011). Özgürlükten Kaçış. İstanbul: Payel Yayınları.