Söyleşi: Serkan Parlak
Rahşan Sabuncu’yla ilk romanı “Mevkii: Kanlıca” ve polisiye edebiyat üzerine konuştuk.
Rahşan Hanım, edebiyatla ve özelinde polisiye romanla olan ilişkiniz nasıl başladı, nasıl gelişti, bugünlere nasıl geldiniz?
Okuma yazmayı öğrendikten sonra masal kitapları ile başlayan sürecin kaçınılmaz sonu olarak edebi eserlere evrilmesi diyebilirim. Edebiyatla genel manada tanışmam bu şekilde. Kendimi bildim bileli hiçbir türe karşı özel bir ilgim olmadı ama okumayı hep çok sevdim; özellikle de roman okumayı. Yazma denemelerim 2007 yılından beri var. Çok keyifli bir uğraş yazmak. Bence yazmak; kendinizi, duygularınızı veya olayları kelimelerle ifade etmek. Romanıma gelince; Mevkii Kanlıca… Hikâye kendi kendine polisiyeye dönüştü diyelim. Bu çok daha doğru bir anlatım olur. Çünkü yola çıktığımda aklımda bir dram yazmak vardı. Ben her şeyin bir matematiği olduğuna inanırım, tabii sanatın da. Bu roman, hikâye, deneme, şiir fark etmez, bütün türler için böyle kanaatimce. Yazarken de önünüze denklemler, bilinmeyenler gelir ve bütün cevaplar verildiğinde tür kendiliğinden karşınıza çıkar.
Rahşan Hanım, bir polisiye roman yazarı olarak bir gününüz nasıl geçer, ritüelleriniz var mı, roman yazma konusunda gün içinde nelerden ilham alırsınız?
Herhangi bir ritüelim yok; hayır. Ama her gün, mutlaka iki saatimi okumaya ayırıyorum; bu değişmez. Yazsam da yazmasam da bu böyle. Her şeyden önce aşırı bir bilgi açlığım var bitmek bilmeyen, bunu doyurmam gerekiyor. İlham konusuna gelince; yüzde elli çalışma, yüzde elli hayal gücü diyebilirim. Hiç biri tek başına değil yani.
Romanınızda suç kavramı aracılığıyla üst sınıfların görünmeyen yüzüne, ilişkilerine ışık tutuyorsunuz bir anlamda. Neden böyle bir meseleye yoğunlaştınız?
Suçun sınıfı olmaz. Her insan potansiyel suçludur kanımca ama bunun realiteye dönüşmesi için suçun oluşmasını sağlayan şartların gelişeceği bir zemin gerekir. Şayet zemin hazırsa suçlu da olunur. İnsana dair hiçbir nitelik; gerek olumlu gerek olumsuz; sınıfsal, ekonomik veya kültürel farklılıklar bunu değiştirmez. Tekrar söylüyorum, bir yerde suç veya suçlu oluşturmaya elverişli şartlar varsa suç da oluşur; bu kaçınılmazdır.
Romanınızın başkahramanı Komiser Vedat’ın nasıl biri olduğunu bir de sizden dinleyelim.
Vedat, ince ama pahalı olmayan zevklere sahip, idealist, bulunduğu camianın geneline göre daha farklı bir ailede yetişmiş, yalansız, çıkarsız bir polis. Genel polisiye kahramanlarının aksine Vedat kurnaz, alkolik veya zırtapoz bir tip değil; sadece biraz çapkın. Bunun haricinde kendi içsel gelgitleri var, çatışmaları var. Daha tam kendini, yaşamdaki yerini bulamamış gibi sanki biraz… Bakalım ilerleyen maceralarda neler olacak…
Mevkii: Kanlıca’da yoğun tempo, yalın ve akıcı anlatım ve merak öğesi ön planda. Bütün bunları yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor? Özellikle roman türünü seçmenizin nedeni nedir?
Roman hayatı anlatır tabii ama bununla beraber asıl insandan bahseder. Bunları anlatmaya soyunduğunuzda doğal olarak romana sığınıyorsunuz. Bunların yazım aşaması çok keyifli ama omurgayı oturttuktan sonrası. O evreye kadar sancılı. Sonrasındaysa o zaten kendi yolunu buluyor.
Mevkii: Kanlıca aynı zamanda yerli polisiye roman geleneğimize kadınca bir dokunuş içeriyor. Erkek merkezli gibi görünen olay örgüsünün arka planında son yılların en temel izleği olan kadınlık durumlarını dert ediniyor romanınız, bu bence çok kıymetli, ne dersiniz?
Sevgili Zümrüt Bıyıklıoğlu ile çalıştık. Benim kafamda kabaca oluşturduğum kurguyu daha da geliştirdi ve bu hâle beraberce getirdik.
Önümüzdeki dönem için masanızda neler var? Komiser Vedat’ın başkahraman olduğu hikâyeleriniz sürecek mi?
Şimdi yeni yeni bir şeyler şekilleniyor kafamda ama henüz çok başlarındayım. Vedat konusuna gelince, orada tereddütlerim var bir parça. Bizim toplumumuzun zihnindeki genel polis şablonunu yıkamadı sanki. Oysa Vedat’tan daha donanımlı ve elit nicelerini ben biliyorum gerçek hayatta.
Dergiler, kitaplar, dijital mecralar; günümüz polisiye romanı hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizin başucu yazarlarınız kimler?
Agatha Christie’den başlamalıyım o zaman. Bu türe yön veren bütün kalemler benim için çok değerli ama Grange’nin yeni çıkan hiçbir romanını atlamadığımı itiraf etmeliyim. Dünyada başarılı örnekleri çok, saymakla bitmez film bağlamında ama Robert Bloch’un kült romanı Sapık, bence polisiye edebiyatının yönünü değiştiren bir eser. Psikolojinin de polisiyeye dahil edildiği belki de ilk ve en önemli eser. Biz de inşallah daha iyi olacağız zamanla. Bir de unutmadan söyleyeyim, türü olmamasına rağmen Sayın Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikâyesi isimli romanı bence dünya standartlarında bir kurguya sahip ve çok kıymetli bir polisiye eser.
edebiyathaber.net (1 Nisan 2020)