Kar çok seyrek uğruyor artık İstanbul’a. Çocukluğu harika kar anılarıyla dolu bir kuşak olarak şimdinin çocuklarının bir gıdım karla bile nasıl mutlu olduklarını görünce o kadar hak veriyorum ki onlara. Bir taraftan da üzülüyorum tabii, daha fazlasını bilmedikleri için. Kar bir çocuk için ve benim gibi bazı yetişkinler için gerçek bir mutluluk kaynağı çünkü. Dünyanın en müthiş hayal ürünü. Çoğu insan için zor, sıkıcı, sevimsiz kışı güzelleştiren bir tılsım.
İngiliz yazar Sam Gayton’ın ilk kitabı “Kar Taciri” de bunu hissettiriyor insana. Belli ki kar onun için de büyülü bir şey. Kar için âdeta bir güzelleme çünkü roman. Kitabın ana kahramanı Lettie Karabiber, küçük bir sahil kasabasında sütunların üzerinde duran bir hanı işletiyor. Annesi o henüz küçük bir bebekken ardında bir notla babasıyla başbaşa bırakmış onu. Notta, Albion’a (İngiltere’nin eski adı) ayağı değerse öleceğini, onu kurtarmak için gittiği ve geri döneceği yazılıymış. Babası ve Lettie anneye çok güvendikleri ve onu sevdikleri için Albion’a hiç ayak basmamış Lettie. Yani 12 yıl boyunca handan hiç çıkmamış. Ancak babası bir süre sonra annenin geleceğinden umudu kestiğinden olsa gerek Lettie’yle ilgilenmeyi de bırakıp kendini içki ve kumara vermiş. Lettie de günlerini hanı çekip çevirerek, dürbünüyle kasabayı gözleyerek ve tek arkadaşı güvercin Menekşeyle dertleşerek geçiriyor. Sonra bir gün kapıdan içeriye elinde bavulu kar taciri olduğunu söyleyen, teni mavimsi garip bir adam giriyor. Ancak bir müşteri olarak değil, adıyla sanıyla kar taciri olarak giriyor içeri adam. Bir simyacı. Müşterisi de Lettie Karabiber’den başkası değil. Lettie bu duruma hayli şaşırsa da müşterileri yaşlı ve huysuz Mors ve Faltaşı Hanım’ın önünde, kar tacirinin her istediğini yerine getirmeye başlıyor. Kar taciri kar yapabilmek için hanı olabildiğince soğutmasını istiyor Lettie’den. Bütün bunlar olurken simyacıyı gemisiyle hana getiren Noah giriveriyor kapıdan. Omzunda bir ağaç büyüyen güleryüzlü oğlan, Lettie’ye yardımcı oluyor ve kar taciri hepsinin gözleri önünde bavulundan çıkardığı buluttan kar yağdırıyor. Paha biçilmez elmaslar olduğunu söylediği karın sahibinin de Lettie olduğunu söylüyor. Değerli mücevherlere düşkün iki yaşlı hanım hemen onları satın almak için girişimde bulunuyorlar, ancak kar taciri karı sadece Lettie’nin alabileceğini söylüyor. Hanımlar ısrar ediyor; Lettie parası olmadığını söylüyor. Hiçbir şey kar taciri Blüstav’ın beklediği gibi gelişmiyor ve sonunda yanıldığını söyleyerek çekip gitmek istiyor. Ama yaşlı hanımlar gitmesine izin vermiyor ve bir arbede yaşanıyor. O sırada Blüstav Lettie’nin annesini tanıdığını kaçırıyor ağzından ve handan dışarıya atıyor kendini. Açgözlülükten gözleri dönmüş yaşlı hanımlar da peşinden gidiyorlar. Lettie kısa bir tereddüt yaşıyor, ama Noah’un da yüreklendirmesiyle annesini bulmak umuduyla Blüstav’ın peşinden ilk kez handan dışarıya çıkıyor ve ölmüyor!
“Kar Taciri” bundan sonra bir kaçma kovalama hikâyesine dönüyor. Lettie ve Noah Blüstav’ı yakalamayı başarıyor ve hep birlikte Noah’un gemisine binerek Lettie’nin annesinin olduğu yere doğru gidiyorlar. Mors ve Faltaşı da balina avcılarının gemisiyle onların peşlerinden geliyorlar. Yolculuk sırasında türlü entrikalar dönüyor, simya sık sık devreye giriyor ve her şey her şeye dönüşüp duruyor.
Simya bizim bildiğimiz gibi herhangi bir metali altına dönüştürmek değil bu romanda. Hayal gücünü özgür bırakıp herhangi bir şeyi istediğin şeye dönüştürmek. Ama bunu dünyada gerçekleştirebilen tek simyacı Lettie’nin annesi. İşte bu kaçma kovalamaca sırasında Lettie, hem annesiyle ilgili bilmediği bir dolu şey öğreniyor, böylece adım adım ona yaklaşıyor; hem özgür bir dünyada kendisinin yeni özelliklerini keşfediyor; hem de gerçek bir arkadaşın ne kadar değerli olduğunu anlıyor.
Yazar, hayal gücünün yaratıcılığın sınırlarını zorlayabileceği ve bunun muazzam bir şey olduğu gerçeğini bu ilk kitabında gözler önüne seriyor. Çok ama çok soğuk, buzlarla kaplı bir hikâye anlattığı. Karanlık, sevimsiz mekânlar, insanlarla kaplı bir dünya bir yanıyla. Blüstav, Mors ve Faltaşı gibi açgözlü, hırslı, kötü insanlar veya Lettie’nin babası gibi umudunu yitirdiği için işe yaramayanlar var. Ama Lettie ve Noah gibi parıldayanlar da var. Lettie’nin annesi gibi umudunu hiç yitirmeyen, yaratıcı, güçlü insanlar da. Anne kitabın sürpriz karakteri zaten. Hep başrolde ama sonuna kadar öyle olduğunu anlayamıyoruz. Lettie ve Noah iyimserlik, dayanışma, kararlılık ve biraz da hayal gücüyle üstesinden gelinmeyecek hiçbir sorun olmadığının kanıtları gibi. Özellikle Noah karakterine bayıldığımı belirtmek istiyorum. Omzunda ağaç büyüyen bir ırkın temsilcisi o. Ne kadar hoş bir düşünce. Üstelik de omzundaki ağaç belli bir cinsten değil. Gerektiğinde çay yaprakları, gerektiğinde hindistan cevizi, gerektiğinde ateş çiçeği olabilen bir dal -bazen de ağaç. Bu özelliğiyle tek başına mucizeler yaratabilen bir canlı Noah. Öyle bir ırk ki, öldüklerinde omuzlarına kadar gömülüyorlar ve ağaç toprakta büyümeye/yaşamaya devam ediyor.
Noah’un omzunda büyüyen ağaç gibi sürekli şaşırtan ve gülümseten yaratıcı fikirlerle dopdolu “Kar Taciri”. Yazar, yarattığı karakterler, olayların gelişimi ve simya kavramına getirdiği yorumlarla yaratıcılığın sınırlarını fazlasıyla zorluyor. Eşsiz hayal gücüyle karsız bir dünya düşleyebiliyor ve sonunda bu dünyayı karla taçlandırıyor. Atmosferi Tomislav Tomic’in ilüstrasyonları nefis bir şekilde tamamlıyor. Siz de bu sımsıcak kış hikâyesinin sayfalarında kaybolarak kışın sınırlarını zorlayın bence. Bahar biraz daha bekleyebilir!
Yazan: Raife Polat – Remzi Kitabevi Kitap Gazetesi (02 Nisan 2012)