Dünyaya bir peygamber gibi şair olarak gönderilmiş olmalı. Daha doğarken bir şiirin bir dizesiydi muhtemelen. Kalbi nasıl bir şiirle atıyor, damarlarından nasıl şiirler akıyorsa, o kendini bildi bileli, biz onu bildik bileli üretiyor. Sadece şiir değil, romanlar, hikayeler, denemeler yazıyor. Sinema oyunculuğu ve radyo programcılığını da sığdırıyor bu sürece. Ya şiirin sahnede bir bedene dönüştüğü o sahne performansları, şiir dinletileri… Şiirin kendisi olmuş şairlerden o. küçük İskender.
Rakıya dair, kültürü ve felsefesine dair başta Aydın Boysan pek çok üstattan, ilgiliyseniz pek çok kitaptan, belirli bir birikimi vardır herkesin. Ama rakıyı ve meyhaneleri bir de küçük İskender’den dinleyin, onun Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar kitabından. Kitap hem denemeler hem de hikayelerden oluşuyor. Ama hangi metni okursanız buram buram şiir dağılıyor etrafa. Bir de İskender’in zarafeti, içtenliği…
Kitabı okuduğumdan beri rakı başka bir kişilik edindi gözümde. Kadehte gördüğümde ona sadece rakı diye bakamıyorum artık, o şimdiden sonra küçük İskender’in “beyaz gelinlikli dul rakısı”. Zaten nicedir rakının olduğu sofrada rakı bahaneydi benim için, maksat muhabbetti, en tatlısından, en kıvamında olanından, olmazsa o masada oturmaya da gerek yoktu. Artık başka bir gözle bakıyorum o masalara da. Şimdi şiiri yoksa da oturamam artık. İskender rakıyı da sofrasını da bir şiire dönüştürüyor kitabında. İçtiğim kadehlere de adaklar adıyorum artık. Eskiden de kadehi masada olmayanlar için vururdum masaya, şimdi ilk vuruş İskender için, ona “Şerefe!” demeden başlayamıyorum muhabbete. “Rakı kardeşi” oluyoruz böylece. Ve nasıl ki Şarabın Tanrısı var Dionysos, mitolojinin reddettiği sayfalarda ben de İskender’le birlikte rakı tanrısı aramaya çıkıyorum.
İstiyorum ki Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar elden ele bütün ülkeyi dolaşsın. Yetmesin dünyayı da dolaşsın. Kitabında eski meyhanelerin o meyhanelerdeki sofraların güzelliklerini anlatırken “Hayat henüz küstahlaşmamıştı” diyor ya İskender, o yüzden istiyorum bunu. Okudukça umutlanıyorum; herkes okursa yine dönüşür belki sofralar, küstahlaşan dünya döner belki inceliklerine… “Rakının ayrımcılığı yoktur” diyor çünkü İskender.
“Rakı ‘vefa nedir’ onu hep hatırlamak için içilir çünkü” diyor İskender.
“Barış içindir her kadeh. Son yudumda bizi dünyayı paylaşabilmek kurtaracak.” diyor.
Kitap rakı ve meyhanelere dair dedim ama değil aslında. Onlar bahane. Maksat muhabbet… Karşınıza bir denemede Behçet Necatigil çıkıyor, bir hikâyede Orhan Veli, bir diğerinde Edip Cansever. En çok karşılaşacağınız isim tabii ki Zeki Müren. Kitap aslında çilingir sofrasındaymışsınız hayaliyle okunabilir. Dostların biri oturuyor biri kalkıyor sofradan okudukça. Türkan Şoray da geliyor, Öztürk Serengil de Cem Yılmaz da. Hem de aynı o filmlerinde gördüğünüz halleriyle. Dostoyevski bile uğruyor. Jim Jarmusch, Coffee and Cigarettes’in kare desenli masalarından belli belirsiz göz kırpıyor. Arka fonda hiç kesilmeden Türk Sanat Müziği çalıyor. Arada İskender kadeh kaldırıyor, sesleniyor tüm meyhaneye;
“Yarasın dostlar.
Hepimiz yarayız neticede.”
Kitapta en çok da rakı içen kadınlara dair yazdıklarını sevdim. Onun kitaplarında kadın olmak kadınlığın en güzel hali. Kadınlar; “meyhane savaşçısı amazonlar”. Bir yazı “Bir kadın rakı içmeye karar vermişse o gün mutlaka bir şey olacaktır.” diye başlıyor, başka bir yazıda “kadının ayak bilekleri bir çift rakı kadehi”ne dönüşüyor, bir başkasında “Rakıya doğru yürüyen her kadın müziğini yanında getiriyor” …
Ah bir de kedileri unutmamış, kitabın orasından burasından çıkıveriyorlar karşınıza.
Kitaplarının da yazılarının da sayısı o kadar çok ki. Ne birbirini tekrarlıyor ne biri diğerinin ardında kalıyor. Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar o kitaplardan biri. O yazdıkça yazıyor, biz okumaya yetişemiyoruz. Bu yazıyı hazırladığım günlerde, 1 Ağustos günü, Gümüşlük Akademisi’nde artık gelenekselleşen küçük İskender Atölyesi vardı. Tedavisi nedeniyle o katılamayınca şair dostları Haydar Ergülen ve Akif Kurtuluş onun yerine atölyeyi gerçekleştirdiler. Ben de katılma şansı buldum. Üç dört saat boyunca onu ve şiirlerini konuştuk. Onun üretkenliğine dair Haydar Ergülen çok güzel ve bence çok doğru bir ifade kullandı: “O kadar çok şey var ki aklında, aklından geçenleri şiirlerine yazılarına aktarmak için durmadan koşan uzun mesafe koşucusu o”.
Kitabın son bölümünde “Kadehimdeki buz tadında seviyorum sizi” diyor İskender.
Biz de seni… Biz de seni İskender… Öyle çok seviyoruz ki, merak etme hayat eritemez o buzları, sürekli tazeliyoruz…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (3 Ağustos 2018)