1991 yılının bir yaz günü, vücuduna elektrik veriliyormuş gibi titreyen genç bir anne, yanında biri 8 diğeri 3 yaşındaki iki oğluyla Söğütlüçeşme’den tren istasyonuna geldi. Aslında kadının planı kendi trenin altına atıp, dayanamayacağını düşündüğü bu hayatın çilesine son vermekti. Büyük oğlunun bu plandan haberi vardı ve bunu engellemek için tetikte bekliyordu… Ama genç anne bu trajediye iki oğlu şahit olmasın diye mi düşündü bilinmez (insanların neler düşündüğü ancak Tanrı yazarların roman cümlelerinde geçer) vazgeçti… Trene binip Maltepe’ye gitti ve çat kapı bir dost ziyaretini habersiz yapamayacağını öğrenerek, rencide olmuş yüreğiyle dönüş yolunda trende hem titredi hem de camdan bakıp usulca ağladı. İyi insanların geçtiği kapıdan geçmiş yaşlı bir adamsa, kadına niye ağladığını sorup, ondan kırılganlığa sebep hastalıklı cevaplar aldı. Başkaları gibi yüzünü ekşitmedi ve şu hikayeyi anlattı kadına:
“Allah, herkesin para ve aşk kısmetini kader kağıtlarına yazar. Sonra bunları yırtıp, kendi katından dünyaya atar. Sana düşen, gidip o kısmet kağıtlarını bulmak. Böyle vazgeçip trenlerde yok yere ağlamak değil… Hayatın boyunca bu kağıtlar bazen eline geçer ne olduğunu anlamazsın. Bazen yanlış okursun. Bazen de doğru. Ama ne olursa olsun aramaktan vazgeçme… O zaman kağıtlarını kaybedersin…”
Katile katil denmez mi
Suç ve Ceza‘yı üç kez okumuştum; ama dördüncü okuyuşumun genç bir kızın çok önemli bir hastalığını aşk ile alt etmesinde başrolde iken, filmin sonunda suskunluk kurşunuyla vurularak rolden tek taraflı çıkarılan ve yanıt verilmemişliğin labirentlerinde kendi sevgisine çarparak canı çok yanan bir genç öğrenci bey için olacağını bilemezdim.
Yayınlananı 150 yılı aşkın zaman geçmesine karşın, Suç ve Ceza‘nın balta ile iki cinayet birden işleyen Raskolnikov’u bugüne kadar hiçbir vicdan tarafından katil sıfatını almamıştır. Sadece bu yorumda bulunmak bile, Suç ve Ceza romanının ve Dostoyevski gibi bir yazarın büyüklüğünü göstermeye yeter. Öyle ya, yeryüzü coğrafyasında bir yasa yok ki ihtiyaç sahiplerinin mallarını değerinin üçte birine alan yaşlı bir kan emici tefeci kadın, diğeri de onun hizmetçisi sayılan masum kız kardeşini, yoksulluğu ve düşünsel karmaşaları nedeniyle balta ile öldüren birine ceza vermeyecek olsun… Üstelik o yasaların hüküm sürdüğü toplumun bireyleri de, o cinayetlerin failine katil demesin.
Her ne kadar romanın sonunda Raskolnikov dönemin çarlık Rusya adalet sisteminden çeşitli iyi hal indirimleriyle düzenlenmiş bir ceza alsa da, Dostoyevski, Suç ve Ceza’yı tam manasıyla okuyan kişiye vicdanlarda baltalı başkahramanına katil dedirtmez. Hem de hiç kimseye dedirtmez. 20 yıla yaklaşan okurluğumda Suç ve Ceza’ya ilişkin yeni bir okurla veya Türkiye’nin en iyi polisiye yazarlarından biriyle, yine en’ler listesindeki edebiyat eleştirmeniyle görüşmelerde kimse ama kimse Raskolnikov’a katil demedi… Oysaki Raskolnikov, pis tefeci Alyona İvanovya’yı daha başkalarının da hayatını borç batağına sürükleyerek karatmaktan balta yöntemiyle kurtardığı için iyi bir iş yapmışken; Rus yasalarının insan öldürmenin suç olması yasağını çiğnemişti. Kaldı ki Alyona’yı eşek cennetine gönderen Raskolnikov, kimseye zararı dokunmayan Lizavetaİvanovya’yı da ablasına kavuşturur. Hem de bunu cinayet işlemeye gittiği evde kapıyı dahi kapatmaya akıl edemediği için Lizaveta’nın eve girmesine sebep olarak ve genç adamın ablası üzerindeki baltalı ve kanlı şiddetini görmesine karşın verdiği tek tepki eliyle ‘Çık git’ işareti yapmasına karşın, kendisini yakalatmasın diye yapar. İşte Lizaveta’yı öldürdüğü an Raskolnikov katil olur. Çünkü bir masumu öldürür. Masum insanları değil öldürmek incitmek bile bence cinayettir… Ama Dostoyevski, Suç ve Ceza’nın kurmacasında, bize başkarakterinin masum bir genç olarak anlatır. Buna karşın edebiyat bilen gözlere de ‘Alt metinlere bakın’ der.
150 yıldır kimse söylemiyor
Ve alt metninde ‘Ey okur, bu bildiğin bir katil. Hem de işlediği ve herkesin ‘İyi ki yaptın’ dediği bir cinayetin ardından bu kez yakalanma korkusuyla bir masumu öldüren bir katil ama size bunu söyletmeyeceğim‘ der. Ve bu çaba, 150 yıl boyunca işe yarar. Kimse ama kimse Raskolnikov’un gerçekten bir katil olduğu fikrini açıktan dile getirmez.
Bence Raskolnikov bir katildi ve bunu roman boyunca hem bizden gizlemek hem de bize kendini acındırmak için elinden geleni yaptı. Dostoyevski ise hukuk öğrenimini yarıda bırakan karakterinin katil değil de bu işe mecbur bir zavallı olduğunu anlatıp durur. Üstelik bunu, roman sanatının psikoloji dalındaki mükemmellik standardını bu yazdığı satırlarla belirler. İşte okur tam da burada yanılgıya düşer…
Raskolnikov’un hikayesi ile başlayan bu roman, asla ve asla yoksul bir hukuk öğrencisinin, kötü tefeci bir kadının ve orada bulunması nedeniyle mecburen öldürülen (yoksa roman olmazdı) hikayesinden ibaret değildir… Aksine Raskolnikov masum değildir… Çünkü Rusya’da o dönemde öğrencilerin hemen hepsi Raskolnikov gibi parasız, onun gibi dolap kadar odalarda kiracı yaşayan, geçinmek için çeviri veya öğretmenlik gibi ek işler yapanlardan oluşuyordu… Üstelik gidip kimse, tefecileri öldürerek 15 bin ruble gibi bir serveti bırakıp, yerine birkaç rublelik bir iki yüzük ve kolye alarak hırsızlık yapmıyordu… Ama Dostoyevski, Sibirya’da çar karşıtlığı suçundan geçirdiği 5 yıllık hapis cezasının ardından siyasal sisteme karşı uysallaşmış, insanları da her türlü yasal güce boyun eğmeye çağıran, görece kendini en iyi yazar olarak nitelendirip (bunun ne denli büyük bir öngörü olduğu ortada) para kazanabilmek için de ilgi çekici romanlar yazmaya çalışan bir yazardı… Suç ve Ceza’yı da bir yıl boyunca tefrika ettiği gazete daha çok satsın ve ilerleyen dönemlerde eline diğer romanlarından daha çok para geçsin diye yazdı…
Neyi yanlış okuyoruz
Roman, bugün fenomenleştirildiği gibi gerektiğinde bir insanın zaten topluma bir yararı olmayan, hatta topluma zararlı birini öldürmesiyle suç kavramını işleyip bunun karşılığında ceza alıp almamasını irdeleyen bir roman değil… Bunlar içinde olmasına karşın Suç ve Ceza, Raskolnikov’un kibrinden ve iki yüzlülüğünden öteye gitmeyen, fakat yazarın metne hakim olarak olay-zaman-karakter örgüsünü kusursuz kurduğu bir yapıttır… Roman o kadar iyidir ki biz iyi sandığımız Raskolnikov’un gerçek yüzünü bir türlü göremeyiz. Dostoyevski’yi de biraz kızdırırız…
Raskolnikov büyük kibri nedeniyle kendisinden daha aklı başında ve aileye faydalı olan kız kardeşi Dunya’nın pinti ve çıkarcı avukat Pyotr Petroviç ile evlenmesini istemez. Evet, Dostoyevski güzeller güzeli Dunya’nın nişanlısını, her okur kişinin karşı çıkacağı bir tip olan Petroviç olarak yaratır ama Raskolnikov’un bu nişanlılığa karşı çıkışı avukatın çürük kişiliğinden kaynaklanmaz ki. Dostoyevski burada okura bir oyun oynayıp, cinayet sonrası Raskolnikov ile Petroviç’i bir odada buluşturarak bizden Raskolnikov’un bu fikrine uymamızı ister. Ama romanın alt metni gösterir ki burada Raskolnikov’un bu evliliğe itirazının müstakbel eniştesinin karakteriyle ilgisi yoktur; aslında Raskolnikov kendisinin tasarlamadığı, Dunya’nın yaşam alanına karışmadığı bir izdivaçtan memnun değildir. Zaten Dostoyevski de Raskolnikov’u daha sonra bu şekilde suçlamamak için her insana lazım dost karakteri Razumihin’i yaratır. Romanın sonuna doğru genç, dürüst, atılgan ve her şeyden çok vefalı Razumihin ile Dunya’nın evlenmesine onay verip, Raskolnikov ile bu konuda taraf oluruz. Eni konu en iyi iki kısmetin birbirini bulduğuna şüphe yok. Fakat Raskolnikov’un kardeşini düpedüz kıskandığına da şüphe yok…
Öte yandan Raskolnikov’un cinayeti işleme sebebinin sadece tefeci kadının daha da derinleştirdiği yoksulluğu olmadığı da alt metinlerin en göz önünde olanları arasında… Raskolnikov, Petersburg’da değil tüm Rusya’da herkesin ilgisini çekebilecek bu tür bir cinayeti işleyerek, insanların hafızalarında kendisine genişçe bir yer açılmasından taraf… Bunu da roman boyunca karakterlerle giriştiği söz dalaşlarında verdiği ikonik cevaplardan anlıyoruz. Dostoyevski, burada yine okura oyun oynayıp her seferinde ruhsal bunalımlar geçiren Raskolnikov’un bir düşünceyi sağlam savunamayacağı fikrini bize güzelce yuttururken, karakteri üzerinden Rus gençliğine ne denli şöhret düşkünü olduklarını anlatıyordu…
Suç ve Ceza, kibirli, planlı hareket eden, herkesi hakir gören, çevresindekilerin yaşamlarına doğrudan karışma hakkını kendinde bulan ve bunu yapamadığında gözünü karartarak cinayet işleyip yine tüm gözlerin kendisine çevrilmesine sebep olan Raskolnikov’u anlatır. Zaten romanın cinayetten sonraki bölümleri, Dunya ile Sonya’nın izdivaçları etrafında dönen yan hikayeler eşliğinde Raskolnikov’un uzadıkça uzayan cinayetleri itiraf hikayesine dökülüp gider… Küçük bir odası olan genç bir üniversite öğrencisi dostumun içindekileri hisleri öldürmek için baltasını bilerken Raskolnikov’a benzetim. Ama asıl Razumihin’e benziyorsun… Raskolnikov olmak için bir balta sahibi olmaya gerek yok. Kibrini dizginleyemezsen Raskolnikov olursun… Veya kısmet kağıdını Erenköy’e atan yaşlı adamın dediği çıkar 25 yıl sonra da… Kağıtta yazan Yılmaz Odabaşı şiir olur.
Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar.
Aynalar her gün bir başka yalan söyler
ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan,
geride yağmurlardan ve çığlıklardan.
Herkes çizer boşluğunu…
Her aşk başlarken pembe,
ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…
(Herkes arar pembesini.
Oysa kendinden ötesi yoktur;
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…)
Herkes sever doğumunu;
kim sever ölümünü?
Herkes sever doğrusunu;
kim sever yanlışını?
Herkes susar ayıbını.
Herkes susar ayıbını…
Herkes bilir gitmesini.
Bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini
Herkes yaşar hasretini…
Herkes geçer gençliğini
Herkes…Buğusunda anıların
yitirir kekliğini…
Herkes yaşamakla suçlu,
aşkıyla hükümlüdür;
herkes doğarken ölümlüdür.
Herkes ölür ölümünü;
göğe salıp düşlerini,
salıp tenini, nefesini
bırakır ceketini.
Herkes bırakacaktır ceketini…
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (14 Haziran 2017)