Bir roman ya da iki ilginç otobiyografi. Turhan Kayaoğlu'nun kaleminden, iki olgun erkeğin derin ilişkisi…
Yurt dışında uzun yıllar yaşamış ünlü ressam Avni ile yazar, Türkiye'ye dönmüş ve bir kıyı ilçesine yerleşmişlerdir. İki olgun erkeğin yaşamlarını biçimlendiren yurt dışı ülkelerdeki yaşamları ve kişiliklerinde yakaladıkları ortak yanlar, ilişkilerinde giderek derin bir dostluğa doğru evrilir.
Uzun yıllar yabancı ülkelerde yaşamanın getirdiği, ülkelerinin insanlarının, onların yurt dışında olduğu yıllarda giderek hoyratlaşan yaşam ilişkilerine ve davranışlarına yabancılık çekme duygusu da bu dostluğun bir unsurunu oluşturacaktır. Her ikisi de aslında ne orada ne buradadırlar.
Benzer yaşamların örsünde dövülmüş yaşamlarını paylaşırken, artık kendi ülkelerindeki kişilerin arasında fazlaca kalmayan derin bağlar oluşturur ve yaşamı deneyimlerinin prizmasından yeniden gözden geçirerek tartışırlar.
İdeolojiler, yaşam felsefeleri, yaşam boyu yapılan hatalar, eleştiriler ve öz eleştiriler, kadınlar, aşklar, kendi kızları ile kurdukları ya da kuramadıkları insani ilişkiler, yaşama ilişkin kaygılar, resim nedir ve ne değildir tartışmaları..
İki olgun adam arasındaki bu derin ilişkinin bağlarını sıkılaştıran çok ince ve özel duyguları tartışmaya açmalarına imkan tanıyan bir olay de, ünlü ressamın giderek başka bir boyuta doğru yolculuğa çıktığını arka planda sürekli hissettiren onulmaz hastalığıdır…
Resmim başka bir gerçekliktir
Ressam, hemen her konuda yazar ile konuşur da, resmi hakkında konuşmak pek zor gelir ressama. O resmi yapan kişidir, söyleyeceğini tuvale dökmüştür bir de anlatmaktan hiç mi hiç hoşlanmaz.
Yazarın zorlama taktikleri ile ressamın, kendi resmi hakkında ağzından alabildikleri şunlardır:
“Ben bir şeyi gördüğüm gibi değil, düşündüğüm ve düşlediğim gibi resmediyorum. Karşımdaki doğayı ve içindeki insanı gördüğüm biçimiyle değil, onu algıladığım, görmek istediğim gibi resimlerim. Baktığım nesneyi önce görürüm, sonra parçalarına ayırırım, eleyip ayıklarım, birleştiririm ve sonunda bir resim olarak yeniden yaratırım. Orada artık o bildiğin doğayı göremezsin, Bir atı nasıl görmüşsem ve algılamışsam, o at içimde hangi duygu ve düşünceleri yaratmışsa öyle yansıtırım onu. O çıplak gözün gördüğü at değildir artık, başka bir gerçekliğe bürünmüştür. Resme bakan kişi bunu görmelidir. Böylece doğanın zenginliğini değil, sanatın zenginliğini algılamaya başlar ve ressam ile arasında bir diyalog gelişir.”
Kadınlar beni seçti
Peki iki olgun erkek kadınlara, aşka ilişkin neler konuşurlar? Ressam Avni bu konuda şakacıdır. Pek sevdiği ilk karısını kızının doğumunda yitirdikten sonra , yaşamına pek çok kadın girmiştir ama nasıl?
“Kadınlar konusunda çok şanslıydım. Ben hayatımda bir tek kadını seçtim o da ilk karımdı. Sonraki bütün kadınlar beni seçti..”
Ressam Avni'nin hastalığı gün geçtikçe ilerlemektedir. Bedenine zarar veren hastalığı yenme konusunda kararlı görünse de içten içe ölümün yaklaştığını da sezinlemektedir.
Yazar, ressamın yaşadıklarını ve yaşamının son evrelerinde yaşama ve insanlara yaklaşımını anlatırken insanlığın en derin merak konusunun da giderek önemini yitirişini betimliyor:
“Artık bazı şeylere zamanı yetmeyeceği için hayıflanmıyordu. İsteklerin sonu yoktu ve hayat sonluydu. Hayatın anlamını çözmeye çalışmıyordu artık. Ondan alçakgönüllü olmayı öğrenmişti o kadar.
Ama bedeli büyük düş kırıklıkları olsa da insanları tanımış, anlamıştı. Şimdi bir şeyi daha görüyordu. İnsan bütün hayatı boyunca, kendi varlığıyla, kendisi olduğunu sandığı varlık arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışıyordu.
Hayata karşı bu tavır alış, elbette kendi varlığını bilinçli olarak kavrama endişesi taşıyanlar için geçerliydi. Avni, kendisine olan mesafeyi en aza indirmeyi başarmıştı.”
Marx'ın dediği gibi
Yaşamları Foça'da kesişen ressam Avni ile yazarın, bu kesişmeye kadar olan yaşam yolculukları ve ideolojileri de kitabın konuları ve tartışmaları arasında.
Yazar zorunlu bir göçmen olarak yaşadığı İsveç'te, ülkesinden ayrılmadan önce kurulan 'yoldaşlık' ilişkilerinin çözülüşünü ve kendini birey olarak buluşunu anlatıyor.
Ressam Avni'nin de Paris'te acılar, yoksulluk ve özlem içinde geçen yıllarını betimlediği romanında, içinde yaşadığımız toplumun Marx'ın sözünden yola çıkarak hızlı bir tanımına da yer veriyor:
“Marx'ın 'alt yapı üst yapıyı belirler' kuramının doğruluğu bundan daha iyi görülemez herhalde. Son yirmi yılda herkes ahlaksızca para kazanmanın çok normal bir şey olduğuna inandırıldı bu ülkede. Serbest piyasa ekonomisinden anlaşılan buydu işte..
Birdenbire ortalık, yarı karanlık yarı yasadışı yollardan para kazanmaya yatkın olan gözüpek insanlarla doldu. Öte yandan büyük şehirlere göçen insanlar,açlık ve yoksullukla boğuşurlarken, TV filmlerindeki zenginliği, lüksü ve 'cinsel özgürlük' adına, her türlü bayağılığı yansıtan yepyeni bir dünyanın içine çekildiler.
Bilgi ve görgü edinme hakları ellerinden alınmış olan bu basit ve yoksul insanlar, hayata sağlamca basacak hiçbir zemin bulamayarak umutsuzluğa düştü.
Umarsızlık içinde ruhsal dengelerini yitirdi ve saldırganlaştı. Sonunda giderek yasadışı işlere yöneldiler. Böylece hem işini bilen hem de bilmeyenlerde oluşan bir maganda toplumuna döndü bu ülke..
Şehirlileşme bir yana büyük kentler taşralılaştı. Beni şaşırtan toplumun 20 yıl gibi kısa bir sürede nasıl bu kadar tanınamaz hale gelişi. Bu üst yapısal dönüşümün bu kadar hızlı gerçekleşmesi.”
Evet 20 – 30 yıl gibi uzunca bir süreyi yurt dışında geçirmiş iki olgun erkeğin tahlilleri, yorumları, yaşam öyküleri ile sıcacık bir roman ya da bir bakıma iki ayrı otobiyografi bu kitap.
“Ressam Avni'nin Son Yılı”, ünlü bir ressamımız ile yaşamı derinden kavrayan bir yazarın roman örgüsü içinde sunulan gerçeğe çok yakın yaşam yolculuklarının öz suyu..
* Ressam Avni'nin Son Yılı / Turhan Kayaoğlu / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2011, 320 s.
Yazan Füsun Özbilgen – bianet.org (15 Şubat 2012)