Modern yaşam, kentleşme, endüstrileşme gibi sosyoekonomik dönüşümlerle inşa edilirken romanın işlevi de okur kitlesi de değişmeye başlamıştır. Özellikle on dokuzuncu yüzyılda başlayan kırılma romanın bütünlüklü büyük anlatılara yönelmesiyle yazar-okur ilişkisini de değiştirmiştir. Artık roman okuru çevresindeki gerçeklikle yazarın anlatmaya çalıştıkları aracılığıyla yüzleşirken bir duyarlılık ve farkındalık kazanacaktır. Jale Parla’nın Don Kişot’tan Bugüne Roman adlı kitabında vurguladığı gibi on dokuzuncu yüzyılda artık okura doğrudan seslenişlere rastlanmaz. “Bu seslenişlerin yerini ‘bakış açısı’ dediğimiz anlatı öğesi almıştır.”
Yirminci yüzyıl anlatısında ise yazar okura tümüyle sırtını dönmeye başlar. Roman yazarı hem normatifleşmiş değerler sistemine hem de güncel yaşantının sıradan gerçekliğine başka bakış açıları getirme amacıyla yeni ve özgün bir anlatı kurgulamak amacındadır artık.
“Yirminci yüzyılın ilk yarısında, kuşkusuz pozitivist düşüncenin yeniden gözden geçirilmesinin de bir sonucu olarak, belirgin bakış açılarının egemen olduğu anlatılar da gözden düştü ve romancılar anlatılarda ‘yenilik’ arayışına girdiler. (…) Artık roman okunması ‘zor’ bir anlatıydı. Amacı her okura değil, bu zorluğu göğüslemeye hazır olan eğitimli ve yetenekli okura seslenmekti.” [1]
Böylece James Joyce, Virginia Woolf, Marcel Proust gibi yazarların ve modern başyapıtların evrenine adım atmış oluyoruz. İşte bizde yeterince okunmadığını söyleyebileceğimiz Robert Musil de dünya eleştirmenlerince modern romanın en önemli yazarlarından biri olarak değerlendirilir. Dilimize Genç Törless veya Öğrenci Törless’in Bunalımları şeklinde çevrilen ilk romanını 26 yaşında yayımlamıştır. Ve hayatını sadece yazarak sürdürme kararı verip ömrünün sonuna kadar çalıştığı başyapıtı Niteliksiz Adam’ın sadece ilk cildinin yayımlandığını görebilmiştir.
Kamuran Şipal çevirisiyle Alakarga Yayınları’ndan çıkan Öğrenci Törless’in Bunalımları, Robert Musil’le tanışmak için oldukça elverişli bir ilk roman. Roman, bir Alman geleneği üzerinden değerlendirilirse, Herman Hesse’in Bozkırkurdu ile ilişkilendirilerek okunabilir. Başka bir açıdan baktığımızda Joyce için Sanatçının Bir Genç Adam olarak Portresi neyse Robert Musil için de Öğrenci Törless’in Bunalımları’nın aynı işlevselliği sağladığını söyleyebiliriz. Her biri birer gençlik romanı olmaktan çok öte bir öneme sahip çünkü.
Roman, hem dildeki akıcılık hem de olayların işleyişi bakımından okurun ilgisini pekiştiren bir yapısal bütünlüğe sahip. Diğer yandan bu bütünselliğe rağmen romanı klasik bir romandan ayıran en önemli unsur insanın hakikat arayışı sırasında karşısına çıkan büyük sorulara dokunmasındaki ustalık…
Burjuva ailelerin çocukları olan gençlerin bir yatılı okulda yaşadıkları duygusal ve düşünsel bunalımlara ışık tutan yazar, öylesine titiz ayrıntılarla ve öylesine derin gözlemlerle kuruyor ki anlatıyı, kahramanların her biri insanlığın birer yüzünü yansıtıyor adeta.
Kitabın başında yer alan söyleşide Robert Musil, sanatçının filozoftan ayırmak için şu sözleri söylüyor:
“(…) sanatçı denen kişi, içlerindeki doğa gibi esinti ve düşüncelerin etkisini insanlar arası ilişkiler içersinde anlatan ve benzeri davranışlarda bulunan kişidir.” [2]
İşte tam da buradan hareket ederek ruhbilimsel bir arayış ve merakla kendi benliğinin sınırlarını keşfetmeye çıkan gençleri birbirleriyle olan davranışsal ilişkileriyle anlatmayı başarır, Musil. Üstelik oldukça yalın bir dille…
Önemli bir eğitim kurumunda eğitim alarak geleceğini ailesinin aristokrat kökeniyle garantileyecek olan Törless, hem kendi iç yolculuğunda hem de arkadaşları aracılığıyla sosyal yaşam içindeki dış yolculuğunda derin çatlaklarla karşılaşacaktır. Babası Saray Nazırı olan Törless, Beineberg ve Reiting’in birbirleriyle ve Basini’yle olan ilişkileri zamanla oldukça farklı boyutlar kazanacak böylece her biri kendi içindeki iyiyle kötünün sınırlarını keşfedecektir. Törless için, içindeki sorulara yanıt aramak kadar çevresinde olan bitenlere gereken enerjiyi harcamak da zor bir hal alacaktır çoğu zaman.
“Biri, her şeyin düzen ve mantık çerçevesi içinde akıp gittiği ve daha kendi evlerinden tanıdığı büyüklerin kusursuz ve sağlam dünyası; öbürü karanlıklar, gizemlilikler, kanlar ve akla hayale gelmeyen sürprizlerle dolu serüvenler dünyası olmak üzere iki ayrı dünya arasında adeta bölünmüş hissediyordu kendini.” [3]
Roman, insanın iyilik-kötülük sınırlarının kendisine biçtiği cinsel arayışlarla bağlantısını okuru ‘erkek’ cinselliğinin kılcallarında gezdirerek sorgulamaktadır. Her kötülük için bir kurban seçilmesi ne kadar gerekliyse efendi-kurban ilişkisinin sadizme dayanması da o derece kaçınılmazdır.
“İyiliğin mutlaklaşması kötülüğün çılgınlaşması, kötücüllük ya da erdem, lanetlenme ya da kurtulma: işte bunlar sapkının memnuniyetle gidip geldiği kapalı bir alan oluşturur, ölümden ve zamandan kurtulabileceği düşüncesi onu büyülemiştir.”[4]
Sonuç olarak Robert Musil, insanın iyiyle kötü arasındaki tercih ve yönelimlerinin henüz kendini ve yaşamı yeterince tanımadığı gençlik yıllarında nasıl şekilleneceğini ruhbilimsel derinliğiyle gözler önüne serdiği bu romanda yeteneğinin boyutlarını da müjdeliyor. İşte bu yüzden Niteliksiz Adam’ı henüz okumayanlar için çok güzel bir başlangıç olacağını düşünüyorum.
[1] Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları
[2] Robert Musil, Öğrenci Törless’in Bunalımları, Çev.: Kamuran Şipal, Alakarga Yayınları
[3] A.g.e. (s.74)
[4] Roland Bartles’in sözlerini alıntılayan, E. Rosdinesco, İçimizdeki Karanlık Yan, Say Yayınları
Nilüfer Altunkaya – edebiyathaber.net (10 Ağustos 2015)