Coğrafyamızın acı yüklü belleğine dair ne kadar çok şey söylesek az kalır. Neredeyse her gününe bir yas, bir anma sıkıştırılmış ağır yaralar bırakmış olayların izi ile yaşıyoruz. Bu olaylardan bir tanesi de kuşkusuz Roboski Katliamı. Her ne kadar bir bellek acısı olarak ansak bile Roboski halkının ve katliamın acısı maalesef devamlı güncelleniyor. En başta adalet talebinin karşılıksız kalması, devletin devamlı provokasyonu, en son katırların katledilmesi, Roboski’nin belleğine yeni yeni acılar ekliyor. İşte böyle bir ortamda gazeteci Fréderike Geerdink’in; “Roboskȋ: Gençler Öldü ‘Türkiye’deki Kürt Sorununun Temellerine Yolculuk’” adlı kitabı oldukça önemli bir tanıklığa imza atmış. İletişim Yayınları tarafından basılan kitap, Nurşen Kaya tarafından çevrilmiş. Geerdink’in, bir sosyal antropolog titizliğiyle, kendisinin ve olayı yaşayanların tanıklıkları ile oluşturduğu bu metnini bir yüzleşme deneyimi olarak da değerlendirebiliriz.
Roboski Katliamı’nın gerçekleştiği gün Türkiye medyasının tutumunu hepimiz hatırlıyoruz. Sanırım Geerdink’in çıkış noktasını da bu tutum oluşturuyor. Sosyal medyadan o günü takip eden yazar battaniyelere sarılı, katırlarla taşınan ölüm görüntüsünün, nasıl medyada yer bulmadığına içerlerken, Türkiyeli gazeteci arkadaşlarından şu tarz mesajlar aldığını aktarıyor; “canım, bütün sabah olayı en azından kısa haber yapmak için direndik. Fakat Ankara hayır dedi. İşte burası bizim nefes aldığımız yer. Çok üzgünüm.” “Bizi arayıp, ‘resmi açıklama gelmeden bu konuyu haber yapamazsınız, nokta’ dediler.” Ülkemizde basın ve medya özgürlüğünün boyutunu tartışmamıza bile gerek yok. Hollandalı bir gazetecinin neler hissettiğini, nasıl bir şaşkınlık yaşadığını da bu nedenle tahmin etmek zor olmasa gerekir. Roboski’de neler olmuştu? Otuz Dört can, onlarca hayvan bir gecede katledilmişti ve bu gündeme bile gelemiyordu. Geerdink, bu olayın peşini bırakamıyor ve sadece gazetecilik ruhuyla değil, az rastlanabilecek bir vicdani duyarlılıkla, Roboski’ye giderek, babasını, kardeşini, her gün oyun oynadığı arkadaşını kaybeden insanlarla birlikte yaşayarak, başlangıçta aklında bile olmayan kitabını ortaya çıkarıyor. Elbette kolay değil dil sorunu, onca olumsuzluğu yaşamış insanların güven sorunu. Ama Roboski’nin acısını anlatmaya da ihtiyacı var ve Geerdink yaşananları dinleyerek, tanıklık ederek, ortak oluyor yaşananlara.
Peki, adına “kaçakçılık” denilen bu geçim biçiminin sebepleri ne? İnsanlar gecenin bir vakti kar-kış demeden, çoluk çocuk ayırmadan neden yollara düşüyor? Ve yeni bir şey olmadığı bilinmesine rağmen o gece neden insanların tepesine bombalar yağdırarak katledildi? Yazarın en önemli sorularından bazıları ve sonuç şöyle; Roboski’de iki tane geçim yolu var ya “kaçağa” gideceksin ya korucu olacaksın. Ve bu anlamda ikiye ayrılmış insanlar ancak kimse kimseye korucu oldun diye bile kızgın değil. Çünkü yaşamanın başka çaresi yok. Bunun sebebini şöyle anlatıyor Servet Öncü; “Burada kimin köy korucusu olduğunun ya da olmadığının bir önemi yok. Kimseyi yargılamıyoruz biz. Bu ekmek parası kazanmanın bir yolu, başka ne yapabiliriz ki?” Roboski halkı “kaçağa” ya da koruculuğa mecbur. Kimisi okul harçlığını çıkarmak için, kimisi en temel ihtiyaçlarını gidermek için düşüyor yollara. Ve yazarın tanıklığı hattȃ bir gece keşifçilerle birlikte “kaçakçılık” rotasına katılışı gösteriyor ki, her şey askerin izni dȃhilinde gerçekleşiyor. Ve sorduğumuz son soru o gece neden bombalama oldu? Meclis Araştırma Komisyonu raporu ve Geerdink’in olayın muhataplarıyla gerçekleştirdiği görüşmeler maalesef sorunun cevabından çok yeni sorular ortaya çıkarıyor.
Türkiye’ de Kürt kimliğinin haklı politik özneliği ve Roboski, katliamı yaşayan halk için ayrı bir sorun gibi görünüyor. Barış süreci ile ortaya çıkan gelişmelerinde etkisiyle belki göz ardı edilen bir kişisel Roboski yası var. Bunun en önemli göstergelerinden biriside yine yazarın tanıklığı ile ortaya konuyor; O dönemde Başbakan olan, Erdoğan’ın Şırnak’a havaalanı açılış törenine geldiğinde, Kürt siyasi temsilcilerinin başbakanın daveti nedeniyle halka görüşme konusunda ısrarcı davrandıklarını belirten yazar; “duyduğumda karnıma kramplar girdi.” Şeklinde ifade ediyor hislerini. Ertesi gün Roboskili ailelerin görüşmeden memnun olduğu yönünde açıklamaların yapıldığını ancak yaptığı görüşmelerde, ailelerin Erdoğan’ın tavrından hayal kırıklığı duyduklarını belirtiyor. Bu durumu politikleşmiş bir kimliğin doğal sonucu olarak algılasak bile diyor ve ekliyor Geerdink; “kişiye ait büyük ve özel bir kaybın yasını özgürce tutmayı da engelliyor.” Siyasi ve politik ilişkiler içerisinde yasın ve kaybın malzeme olması kaçınılmaz gibi görünüyor. Özellikle çok zor şartlarda yürütülen bir barış sürecinde, ancak yas durumlarında buna daha çok dikkat edilmesi gerekiyor belki de. Çünkü yeni yaslar yaşanmasın diye bir süreç yürütülürken, o yası zaten yaşamış olanlar hem de Roboski gibi hiçbir adalet talebi neredeyse karşılık bulmamış, özür dilenmemiş, yüzleşilmemiş gerçeklerin olduğu bir ortamda siyaset üstü bir çaba gerektiriyor.
Fréderike Geerdink’in kendisini sorguladığı da oluyor. “Çok mu Kürt yanlısıyım?” sorusunu soruyor devamlı. Bu sorunun cevabı açık gibi aslında masa başından oturup ahkȃmlar kesip, nesnel bilgi peşine düşerseniz evet bir şeylerin yanlısı olmadan orta yolda devam eder gidersiniz. Ancak tanıklığa, acıyı esas yaşayana, acının yaşandığı bölgeye giderseniz durum değişir. Çünkü hakikat dediğimiz şey ayağa gelmez ancak siz ona giderek biraz daha yaklaşırsınız. Roboski’de yaşananlar otuz dört kişi öldü demekle bitemez o zaman, çünkü ölümün ve yasın sayılı verili bir karşılığı yok. Çok bilindik bir deyimle söylendiği gibi; “ateş düştüğü yeri yakar.” Siz ateşe ne kadar yakın olursanız ısıyı o kadar yakından hissedersiniz. Geerdink’in yaptığı da tam olarak böyle tanımlanabilir ki yazarın kitap yüzünden yargılandığını hatırlatalım.
Kitap Roboski üzerinden, Kürt sorununun: Anadil, dağa çıkan gençler, KCK davaları, Cumartesi anneleri, Ulus Devlet inşa sürecinde yaşananlar gibi daha pek çok temel meselesine değiniyor. Ve Roboski’de yaşananların çözümünün de ancak Kürt sorunun çözümüyle mümkün olabileceğini vurguluyor. Roboski’de katliamdan bu yana yaşananlara, insanların nasıl etkilendiğine dair en önemli tanıklık, sanırım kitabın başlığında da yer alan şu diyalog; “Semire yıllardır okula gitmiyor muhtemelen artık evlenmesi bekleniyor. Kardeşi Bedran’ın hayatını kaybettiği bombalama olayını konuşmayacağım onunla bu kez. Öylesine sohbet etmek istiyorum kendisiyle. “Evlilik planın var mı?” diye soruyorum. Bana sertçe bakarak; “Evlenmeyeceğim, asla” diyor. “Neden?” diye soruyorum; “Gençler öldü!” Evet, Roboski’nin en temel gerçeği bu diyalogda gizli; “gençler öldü.”
Emek Erez – edebiyathaber.net (7 Mayıs 2015)