Bakmayın siz yazarların ya da şairlerin romantik aşk cümleleri kurduklarına. Yazarlar, aşk mektupları kaleme aldıklarında bazen şirazeyi kaçırabiliyorlar. Gustave Flaubert’in, Virginia Woolf’un, Kafka’nın, Benjamin Franklin’in ve Ernest Hemingway’in mektuplarından bölümlere bakıyoruz.
Nehirde çakırkeyif olalım
Virginia Woolf’un Vita Sackville-West’e yazdığı 1927 tarihli mektuptan: “Vita, şu erkekleri başından sav, birlikte Hampton Court’a gidip nehir yatağında akşam yemeği yiyip, ayışığında bahçede dolaşalım, geç saatlere doğru eve dönüp de bir şişe şarap açıp hafif çakırkeyif olduğumuzda sana aklımdan geçenleri, milyonlarca şeyi anlatayım. Gün ışığında kılları kıpırdamaz da, hava kararınca nehir kıyısında. Şu erkekleri başından sav da gel artık.”
Aşkın mecaz hâli
Franz Kafka’nın Milen Jesenk’e yazdığı 1921 tarihli mektuptan: “Dün akşam rüyamda seni gördüm. Ne olup bittiğini ayrıntılı olarak hatırlayamıyorum, ama öyle iç içe geçmiştik ki… Sen bendin, ben de sendim. Birdenbire tutuşup yanmaya başladın. Battaniyeyle yangın söndürüldüğünü görmüştüm zamanında, parkamı alıp seni dövmeye başladım. Ne var ki, dönüşüm çoktan başlamıştı. Alevler içinde kalan aslında benmişim meğer. Sonunda itfaiye ekibi gelip seni kurtardı.”
Neşeden kemiklerin titresin
Gustave Flaubert’in Louise Colet’ye yazdığı 1846 tarihli mektuptan: “Seni ilk gördüğüm yerde aşkla, coşkuyla ve öpücüklerle sarmalayacağım. Seni bayılıp ölene kadar bedenin büzün şehvetleriyle tıka basa doyuracağım. Yaşlandığında bu birkaç saat aklına düşünce, neşeden kemiklerinin titremesini istiyorum.”
Hayvan gibi ölürüm
Ernest Hemingway’in Mary Welsh’e yazdığı 1945 tarihli mektuptan: “Pickle, lütfen bana mektup yaz. Bir angarya olsaydı yazardın. Sensiz buraları cehennem gibi, idare etmeye çalışıyorum ama ölümüne özledim seni. Senin kılına zarar gelirse, hayvanat bahçesinde eşini kaybeden bir hayvanın nalları diktiği gibi ölür giderim. Sabır mabır kalmadı bende.”
Piyanoyu yalnız benim için çal
Benjamin Franklin’in Madame Brillon’a yazdığı 1779 tarihli mektuptan: “Sevgili dostum, aramızda nasıl da büyük bir fark var! Senin bende bulduğun kusurların haddi hesabı yok, hâlbuki ben sende tek bir kusur görüyorum (belki de sorun benim gözlüklerimdedir). Nasıl bir tamahtır ki bu bütün duygularımda tek eşlilik arar olmuşsun da ülkenin bütün münasip kadınlarından beni mahrum ediyorsun. Duygularımı veya hassasiyetimi un ufak etmeden paylaştıramayacağımı mı düşünüyorsun yoksa? Sen hassas parmaklarınla bana özel piyano çalarken, en az yirmi insanın kulakları bayram ediyor; aynı mantıkla ben de sadece kendi kulaklarımın bu hazZa ulaşmasını isteyebilirim senden.”
Buzdolabına hayran olduğum
Charles Bukowski’nin Linda King’e yazdığı 1972 tarihli mektuptan: “Ne yaparsan yap, istersen tavana balçık sıva çok tahrik oluyorum. Kocamış bir köpeğin aklına yeni şiirler, yeni umutlar, yeni yeni muziplikler düşürdün. Buzdolabına yaslanmışsın… Nasıl güzel bir buzdolabın var. Hem seni hem de buzdolabını çok seviyorum.”
Kaynak: Taraf (21 Şubat 2012)