Çağdaş Yunan edebiyatı yazarlarından Dimitris Sotakis (1973-) insan ilişkilerine dair oldukça ilginç bir romanla karşımıza çıkıyor: Romanyalıyı Yiyen Yamyam (Delidolu, 2019) Romanya düşkünü bir adamın hikâyesiyle başlıyor ve sonunda bizi başkalarıyla kurduğumuz ilişkileri, mekânlara dair fikirlerimizi yeniden düşünmeye (hatta beraber düşlemeye) sevk ediyor. Davete icabet ediyoruz.
*
Muhtemelen daha önce hiç karşılaşmadığımız kadar soğukkanlı biri olan Zerin aslında iç dünyasında hiç de öyle görünmez. Zerin’in Romanyalı bir ailenin geldiği haberini almadan önce paraların gelip gelmediğini sormak üzere bankaya gidişini hatırlayalım. İnsanları hemen etkileyebilen ama sıcakkanlı olmaktan ziyade ciddi, iyi giyimli biri olduğu ortada; tam da tasvir edildiği gibi, yürüyüşü gibi: “biraz komikti, ama etkileyiciydi de” (s. 6). Tıpkı iyiydi ama katildi demek gibi, iyiydi ama iyiydi işte! Zerin’in daha haberi almadan önce okuduğumuz üç sayfa ne de çok şey barındırıyor!
Yeni gelen “Bazı Romanyalıların eski liman yakınlarına, benzinliğin karşısındaki küçük evlere yerleştiklerine yönelik duyum” almıştı Zerin’i arayan belediye başkan yardımcısı (s. 8). Fakat bir sorunumuz var ki okumamızı aksatıyor: Ev küçüktü küçük olmasına ama limana yakın olmamalıydı bize göre. Zira o ev ancak daracık, tahta kokulu, kuru bir ev olabilirdi. Kendi evi de küçük bir evdi bize kalırsa. “Şehrin kıyı bölgesindeki eski bir konak”tan (s. 6) ziyade şehrin merkezindeki bir ana cadde üzerinde küçük, sade bir daireydi bu ev. Zira yalnız bir adam, bu düzeyde takıntılı bir adam n’apardı o kadar büyük bir evde? Küçük, sıkışık, çok eşyalı ama sade bir eve ihtiyaç var. Eğer evi büyütürsek roman uzar gider gibi geliyor. Son bulmazdı bir yemekle.
Roman Yunanistan’da değil de Macaristan veya Sırbistan gibi denizden uzak bir yerlerde geçiyormuş hissi uyanıyor içimizde. Sebebi ancak Zerin olabilir, Zerin’in ikili ama sona doğru bire yürüyen yaşamı. Romanyalılara bu kadar düşkün olmasının sebebi anlaşılır değil ama romanı okudukça merakınız sizi daha da hızlı okumaya sevk ediyor, okudukça esas meseleden uzaklaşıyorsunuz, belki romanın en ilginç yanı da bu. Bir şeyin sonuyla başlıyor ve o bir şeyin başı romanın sonunda. Aradaki süreç, yani 148 sayfalık romanın kendisi ise bu bağlantıyı kurmamıza aracılık edebiliyor ancak. Romanın kendi yapısıyla Zerin’in ikili yaşamını karşılaştırsaydık ne gibi bir sonuca varırdık, merak ediyoruz.
Hep aklımızda sorular: Romanyalıyı ne zaman yiyecek? Peki hangi Romanyalıyı yiyecek? Ama en belirleyici soruyu atlıyoruz: Tek başına mı yiyecek? Roman birbirine yakın ama uzak sıfatlarda kendini gösteriyor: ürpertici ama korkunç değil. Son yemekte çocuğun sorduğu soru kadar komik belki. Bizi şimdiye hapseden bir gelecek beklentisini andıran bu romanın ilerlediğini söylemek mümkün değil ama aktığı kesin!
Daha da ilgimizi çeken, bir inşaat oldu: “Yakınlarda, büyük kavşak üzerindeki devasa inşaattaki çalışmalar da başlamıştı; oraya yerleşmiş bazı ekiplerden oldukça neşeli bir gürültü yükseliyordu.” (s. 12) İnşaat roman boyunca sürüyor: “Büyük inşaatta çalışmalar çılgınca devam ediyordu, kuzey kanadı tamamlanmıştı bile. Kimsenin sonuçlandığında ne olacağını bildiği yoksa da, üst bölüm neredeyse bitmiş, sadece boya işleri kalmıştı. Girintili çıkıntılı devasa bina, kilise kubbesini andırıyordu. Şehir sakinlerinin daha önce böyle bir mimari yapıt görmüşlüğü yoktur” (s. 109). Son olarak: “Mahalleyi istila eden işçilerin bile ne zaman biteceğini bilemediği yeni inşaatın boyutları karşısında şehir sakinlerinin pek çoğu şaşıp kalıyordu. İnşa edilen devasa yapının doğasında bir tanımlanamazlık vardı ve yapı, yeni katlar ve bölümler eklendikçe her yöne doğru büyümekteydi” (s. 119).
İonela, kocası Flavio, çocukları Anna ve İlia. Şehrin önde gelen isimlerinden biri olan Zerin’in aileyle yakınlaşması beklediğimizden daha hızlı gerçekleşiyor, bununla da kalmayıp ailenin artık içine girmiş bile oluyor. Hatta Romanya’ya seyahat ettiklerinde bile anlıyoruz ki Zerin’in derdi Romanya’dan ziyade Romanyalılar/Rumenler. İonela’yla Zerin’in yakınlaşması romanın akışını baştan aşağı değiştiriyor. Ayrı ve farklı olanlar artık parça parça birleşmeye başlıyor. Öyle olur ki bu birleşim içeriden birilerin oyun dışı kalmasını gerektirir. Flavio’ya yer bulmakta zorlanırlar. Gelecekteki huzur arayışında huzursuzluk yaratacak bir etken olarak Flavio’nun yaşaması (ister onlardan ayrı ister onlarla olsun) imkânsız hale gelir. İnşaatı hatırlayacak olursak, Zerin’in de önce bu ailenin içine girip sonra bu aileyi içine aldığını söylemek yanlış olmazdı.
Sonunu hatırlayarak küçük İlia’nın sorduğu soruyu tekrar edelim: “Baba şimdi nerede?” (s. 143); daha da önemlisi, ev bitti mi? Bunu okurun sabrına bırakalım.
M. Taha Tunç – edebiyathaber.net (25 Nisan 2019)