Murat Menteş, yeni kitabı Ruhi Mücerret’i yayınevi değişikliğiyle beraber Mart 2013’de çıkarttı.
Ruhi Mücerret için April Yayıncılık bir yandan ciddi bir reklam faaliyeti yürütürken diğer yandan da Murat Menteş, kanal kanal gezerek programlara katılıyor.
Sonuç olarak da bütün bu çalışmaların karşılığında Ruhi Mücerret, çok satan kitapların arasındaki yerini haftalardır koruyor.
Ruhi Mücerret’in bu denli yoğun bir reklam kampanyasıyla tanıtılıyor oluşu ve Murat Menteş’in daha önceki yıllarda olmadığı kadar sıklıkla televizyona çıkması, sosyal medyada kimi tartışmaların doğmasına da neden oldu.
Bu tartışmaların merkezinde, “Murat Menteş’i de popüler kültüre kurban mı veriyoruz?” sorusunun yer aldığını söyleyebiliriz.
Benim kişisel görüşüm, Ruhi Mücerret’in, bu denli yoğun bir reklam kampanyasıyla desteklenmeseydi de bir hayli ses getireceği yönünde.
Nedenlerimi iki temel başlıkta toparlayabilirim:
BİR
Murat Menteş, ilk romanı Dublörün Dilemması’nı (D.D.) 2005’te yayımlamıştı. İkinci romanı olan Korkma Ben Varım (K.B.V.) ise 2009’da yayımlanmıştı.
Kişisel gözlemim, D.D. ile K.B.V. arasında geçen sürede hem Murat Menteş’in hem de Dublörün Dilemması’nın kendi efsanesini yarattığı yönünde. Zaten Dublörün Dilemması’nın basım grafiğine baktığımızda da bu gerçekliği kolaylıkla görebiliyoruz. D.D. 2005 ile 2009 yılları arasında yaklaşık olarak on baskı adedine ulaşmış görünüyor.
Kısacası, Dublörün Dilemması’nın yarattığı okur kitlesinin K.B.V.’yi desteklediğini, bu iki kitabın gücünün de aradan geçen sekiz seneyle beraber Ruhi Mücerret’e dair ciddi bir beklenti oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Murat Menteş’in ve kitaplarının söz konusu zamanda kendi efsanesini ve okur kitlesini yaratmasındaki bir diğer etmen de “Afili Filintalar” çetesinin iki üyesinin (Onur Ünlü ve Emrah Serbes) televizyonlarda oldukça popüler işlere imza atmalarıdır.
Murat Menteş ile Onur Ünlü’nün oyunbaz paslaşmaları, Dublörün Dilemması’nın yayımlandığı ilk zamanlara kadar gider. D.D.’nin kapağına biraz daha dikkatli bakanlar, kapaktaki üç kişiden birinin Onur Ünlü olduğunu fark edeceklerdir.
Bu paslaşma, daha sonra Onur Ünlü’nün ilk sinema filmi olan Polis’te de devam eder. Ünlü, Polis filminde, Dublörün Dilemması’nda geçen “Şiddete meyyalim vallahi dertten.” cümlesini kullanmış ve bu cümle adeta filmin sembolü haline gelmiştir.
Sonraki dönemlerde de Onur Ünlü ve Murat Menteş paslaşması birçok farklı mecrada devam etmiştir. (Ortak katıldıkları programlar, TRT Kısa Film Kuşağı’ndaki ortak işleri vs.)
Emrah Serbes, Murat Menteş ilişkisi de daha az ortak iş üretseler de benzer şekilde değerlendirilebilir.
Ancak bu ilişkideki temel eksenin, Serbes’in Behzat Ç. dizisi ile tavan yapan tanınırlığının Afili Filintalar sitesindeki yazılara yaptığı olumlu katkı olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda yazdıklarımı, D.D.’nin baskı grafiğiyle beraber değerlendirdiğimizde şu sonucu görürüz: Kitap, 2005 ile 2010 yılları arasında toplam on iki baskı yapmıştır. Polis filminin bir internet fenomeni haline geldiği ve Behzat Ç.’nin de yayımlanmaya başlandığı bu tarihten sonra ise bir yıl içinde dört baskı birden yapmıştır.
Kısacası, Ruhi Mücerret, zaten oldukça kalabalık bir okur kitlesi tarafından “uzun zamandır” beklenen bir romandır.
Ruhi Mücerret’in “daha çok okur kitlesi tarafından zaten benimseneceği” görüşümün diğer dayanağı ise bambaşka bir temele dayanmaktadır.
İKİ
Murat Menteş’i, bugünün okur kitlesinin içinde oldukça farklı noktalara seslenebilen bir yazar olarak kolaylıkla niteleyebiliriz.
Bu farklılıklar, sosyal medya üzerinden yaşama dâhil olan ve dikkati üç dakikalık Youtube videolarıyla sınırlı olan bir kesimden, Tarantino’nun temsil ettiği “çağın ruhu”na uygun bir okur kitlesine, oradan, sol ya da sağ ideolojiye angaje olmuş kimselerden anarşizan bir tutuma sahip ya da apolitik bireylere kadar uzanmaktadır.
Menteş, yukarıda birkaçını saydığım farklı kimliklere sahip okurlara, sunduğu “edebi anlamda tatmin edici ve eğlenceli” romanlarla seslenebilmektedir.
Bu fikrimi desteklemek adına Sevan Nişanyan’ın Ruhi Mücerret’le ilgili olarak attığı şu Twitter iletisine bakabiliriz:
“Murat Menteş, Ruhi Mücerret. Fırlama bir romancı. Karakter sıfır, gerçeklik sıfır, his duygu düşünce tahlil sıfır. Ama müthiş eğlendim.” (01.04.2013)
Murat Menteş’in roman kahramanları bir yönüyle topluma aykırı karakterler gibi görünse de, dikkatli incelendikleri zaman ortada bir aykırılık olmadığı karakterlerin absürtlükleri nedeniyle aykırı olarak algılandıkları görülecektir.
Menteş’in roman kahramanları sistemle uyum içinde değillerdir, fakat toplumun değerleriyle uyum içindedirler. İstisnai örnekler hariç, içki ya da diğer uyuşturucu maddeleri kullanmazlar, zina yapmazlar, camiye giderler, Yeşilçam filmlerini ve Orhan Gencebay’ı severler, sigara içerler vs. (Bugün, toplumumuzda sigaraya olan yaklaşım değişmeye başlamış olsa da, sigara kullanımı hâlâ oldukça yaygındır.)
Murat Menteş’in roman kahramanlarının isimleri de özenle “uydurulmuştur”. Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habip Hobo, Ferruh Ferman, Fu, Şebnem Şibumi, Müntekim Gıcırbey, Hayati Tehlike, Avni Vav, Ruhi Mücerret, Nazlı Hilal, Civan Kazanova ve buraya yazamadığım onlarcası, Menteş’in romanlarında oradan oraya koştururlar.
Roman kahramanlarına böyle isim vermenin temel olarak üç avantajını sayabiliriz. Bu durum öncelikle, romanların absürt atmosferiyle uyum göstermektedir. Adı Nuh Tufan ya da Müntekim Gıcırbey olan bir karakter, roman boyunca ne yapsa gözümüze tuhaf görünmez. Roman kahramanlarına tuhaf isimler vermenin bir diğer avantajı da okurların işini kolaylaştırmasıdır. Eğer Murat Menteş, kahramanlarına Ahmet, Mehmet gibi isimler vermiş olsaydı biz okurlar, olayların birbirinin içine girdiği roman atmosferi içinde sıklıkla kimin kim olduğunu karıştıracak ve yine aynı sıklıkla birkaç sayfa önceye dönüp karakterleri hatırlamaya çalışacaktık.
Menteş’in roman kahramanlarına alışılmadık isimler vermesinin bir diğer avantajı da daha ilk sayfadan okurların dikkatini büyük bir başarıyla romana çekmeyi sağlamasıdır.
Korkma Ben Varım’ı ayrı tutarsak, Dublörün Dilemması ve Ruhi Mücerret’in birer roman ismi olarak, son derece dikkat çekici olduğunu kabul etmek gerekir.
Murat Menteş’in romanları biçimsel olarak da günümüz okuruna hitap edecek bir yapıya sahip.
Bu biçimsel durum, romanların kapak tasarımlarından başlıyor. Menteş’in her üç romanı da kitap almayı düşünen fakat Murat Menteş’i tanımayan bir okurun dikkatini hemen çekecek tasarımlara sahip.
D.D., Tarantino seven her okura, K.B.V. mizah dergilerini ve Ersin Karabulut’u takip eden okurlara, Ruhi Mücerret ise farklı kapak tasarımlarıyla ilgilenen okurlara çok şey ifade edecek bir yapıya sahip.
Menteş’in tüm romanları, hikâyenin, roman kahramanlarının ağzından anlatıldığı alt bölümlere ayrılır. Bu alt bölümler de kendi alt başlıklarına sahip birkaç sayfa uzunluğundaki daha alt bölümlere sahiptir. Kısacası, her Murat Menteş romanı 100 civarında bölümden oluşur. Söz konusu bölümler, kısa cümlelerle ve paragraflarla kurulmuştur.
Bu durum, son derece akıcı bir kurguyla birleştiğinde, sınırlı vakte sahip ya da kafası dağınık bir okurun bile Murat Menteş’in romanlarını hiç zorlanmadan okuyabilmesini sağlamaktadır.
Menteş’in romanlarının çoğu alt bölümü, o bölümle ilgili bir aforizma ile başlar. Bölümleri oluşturan cümlelerin önemli bir kısmı da aforizma olarak kabul edilebilecek iddialı cümlelerden oluşur. Bu durum da “aforizma sever ve Facebook’ta paylaşır” Türkiyeli okurları tatmin eder bir niteliktir.
Yukarıda, Murat Menteş’in romanlarının genel hatlarına dair birkaç cümle kurmaya çalıştım. Şimdi de bu cümleler ışığında Ruhi Mücerret’e (R.M.) daha yakından bakabiliriz:
Ruhi Mücerret’in bir romana ve roman kahramanına isim olarak verilmesinin dâhice olduğunu kabul etmek gerek. Türkiye’de yetişmiş ve ilköğretim düzeyinde temel eğitim almış olan herkes, kuşkusuz ki Ruhi Mücerret söz kalıbına aşinadır. Bu adı nereden duyduğunu ilk anda hatırlayamasa bile aşinadır.
R.M. adıyla dikkatini çektiği okuru kapak tasarımıyla da mest edecek bir görünüme sahip. Ön kapaktaki Orhan Gencebay ve Cüneyt Arkın’lı etiket, ön ve arka kapaktaki B sınıfı filmlere özgü tasarımlarla desteklenince ortaya kitaplığımızın görünür bir yerinde tutmak isteyeceğimiz bir ürün çıkmış.
R.M. Kurtuluş Savaşı’nın yaşayan son gazisi, 100 yaşındaki Ruhi Mücerret’in hiç beklemediği bir anda içine düştüğü intikam serüvenini anlatıyor.
Bu kapsamda, giriş niteliğindeki ilk bölüm Avni Vav’ın ağzından, ikinci bölüm Ruhi Mücerret’in ağzından, üçüncü bölüm Civan Kazanova’nın ağzından, son bölüm ise yine Ruhi Mücerret’in ağzından anlatılıyor. Bu dört bölüm, yukarıda da kısaca açıklamaya çalıştığım gibi kendi içinde birkaç sayfalık alt bölümlere ayrılmış. Her bölümün ayrı bir başlığı ve çoğu bölümün o bölümle ilişkili bir aforizması var.
Murat Menteş’in en başarılı olduğu alanlardan birisi de bence yazması oldukça zor olan, bire bir kavga sahneleri. Menteş, Ruhi Mücerret’te de son derece başarılı iki kavga sahnesi yazmış.
Ruhi Mücerret, Menteş’in diğer romanlarıyla, Emrah Serbes’in ve Alper Canıgüz’ün romanlarıyla ve Afili Filintalar’ın pek çok farklı alana yayılmış ürünleriyle organik bağlara sahip. Menteş, bu sayede, romanın hınzır ve oyuncu yapısını biraz daha pekiştirirken, Menteş’in, Serbes’in ya da Canıgüz’ün romanlarını takip eden okurlara da ufak tefek edebi ödüller veriyor.
Murat Menteş, Dublörün Dilemması’nı yazdığında çıtayı oldukça yüksek bir noktaya taşımıştı. Ardından geçen dört yılda Menteş, bir yandan kendi kemik okur kitlesini yaratmış diğer yandan da okur beklentisini de bir hayli yükseltmişti.
Korkma Ben Varım, bu açıdan okurlarını hayal kırıklığına uğratmayan ve en az D.D. kadar sevilen ve beğenilen bir roman olmuştu.
Kişisel görüşüme göre, Murat Menteş, K.B.V.’nin ardından geçen dört yılı da son derece verimli geçirmiş.
Ruhi Mücerret’e bu açıdan baktığımızda, kitabın, Dublörün Dilemması’ndan ve Korkma Ben Varım’dan geri kalmadığını, hatta burun farkıyla bile olsa bu iki romanın önüne geçtiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2013)