İnsan anlamları, sığınakları elinden alınmış bir yaşam sürüyor, dünya uzun süredir büyüsüz. Ve bu anlam boşluğu salt maddi olanla doldurulmaya çalışılıyor, tüketim kültürü gibi olgular da belki bu anlamı tekrar yakalamaya çalışan insanın bir şekilde kendisini tatmin etme yolu.
Bu girişi yapmama ve bunları düşünmeme sebep, Nazlı Karabıyıkoğlu’nun “Gök Derinin Altında” adlı öykü kitabı. Kitap bir öykü kitabı olmasının yanında kendi içerisinde alt metniyle, özgün diliyle ve temalarıyla bir bütünlük içeriyor. Karabıyıkoğlu’nun kitabı, insanın ruhani yanını ön plâna çıkarıyor. Özellikle Şamanizm öğretisinin ruhani anlayışı yazarın karakterlerinde ve anlatısında çokça yer ediyor. Yukarıdaki girişi yapma nedenim aslında kitabı okurken devamlı kafamda dönen bir cümle ile ilgili “büyüsüz dünyada büyü arayan insanlar”, bu anlamda metnin anlatısı ve karakterler bana, insanın anlam krizini, ruhu bir yana itilmiş, bedeni sadece bir makineye ve nesnel anlama indirgenmiş durumunu çağrıştırdı.
Kitaptan bir örnek vermemiz gerekirse; “Noli Me Tangere” adlı öykünün karakteri bahsettiklerimizi somutlaştırabilir sanıyorum. Türki Cumhuriyetlerde düzenlenen şiir günlerine katılmak amacıyla yola çıkan karakterimiz Mikail’in durumu şöyle anlatılıyor öyküde; “Ruh yakmaya son verip şifacılığa dönmesi gerektiğini nasıl anlatabilirdi onlara? Şiirden ötede, söylenen ilahilerin ahenginde kaybolup kendinden geçmeyi bir kadının içine girmekten daha çok istediğini nasıl açıklayabilirdi? Şiir ödüllerinin jüri toplantılarının tekdüzeliğinden, İstanbul’un hengâmesinden sıyrılıp adını telaffuz ederken zorlandığı bu şehrin bir köşesinde dilini belki de asla anlamayacağı bir insanı görmek için onca yolu kat ettiğini nasıl anlatabilirdi?” Mikail içerisinde bulunduğu yaşamın bıkkınlığının da getirisiyle, Şaman’ı görme arzusuna kapılıyor ve bulunduğu ortamdan ayrılıyor, içine düştüğü anlamsızlığı böylece aşacağını düşünüyor belki de. Çünkü anladığım kadarıyla artık hazlarını kaybetmiş, eskiden kendisini tatmin eden şeylerden uzaklaşmış. Bu öyküdeki anlamsızlık hâli kent yaşamının verdiği sıkıntı, modern yaşamın getirdiği insanın ruhani yanını kaybetmesi hissi bana kalırsa sadece bu öykünün değil, genel olarak kitabın da temalarından birisi. Okurken bende anlamını kaybetmiş insanın ruhunu tekrar geri kazanıp, dünyayı büyüleme isteğinin peşine düşen kitap, algısını oluşturan da bu ve buna benzer ögeler.
“Gök Derinin Altında” bu bahsettiğimiz “büyüsüz kalma”, “ruhani yanı kaybetme” hissini bir bütünlük içerisinde sunabilmek, bedeni, ruhu, doğayı, hayvanı iç içe geçirebilmek için öyküleri şifalarla, büyülerle, doğaüstü diyebileceğimiz durumlarla örüyor ve okuru bir anlamda egzotik bir dünya ile baş başa bırakıyor. Belki de bu nedenle metin, Şamanist bir arınma ritüelinin bırakacağı hisle veya “esrime” diyebileceğimiz anların üzerimizde bırakacağı etki ile bütünleşiyor. Dil kullanımı, kelimeler, anlatı ve karakterler doğallıkla bahsettiğimiz imgelerle ve kurguyla bütünleşerek, spiritüalist bir dünyanın içerisine sokuyor okuru.
Kitap bizi atmosfer olarak da ayrı bir yere götürüyor, Sibirya ve Orta Asya tepelerinde dolaşıp, Şaman çadırlarında nefesleniyor keçilerin kokusunu duyuyorsunuz. Doğa belirgin bir öge kitapta, insanlar için hâlâ yaşamın tam ortasında duruyor, ağaçlar ve hayvanlar birer nesne olmanın ötesinde “Eski Çağ” insanının yaşamında olduğu gibi dünyanın ve türün devamı için esas görülüyor. Bunu metin boyunca hissettiriyor yazar. Türler birbirine karışıyor, insan hayvan, hayvan insan oluyor bazen. İlk çağ duvar resimlerini andıran bir anlatının içerisinde Aslan başlı kadınların dünyasında bir yer açıyor okura. Metnin görsel yanının da bir şekilde belirgin olduğunu düşünüyorum bu belki betimlemelerin etkisi belki de dilin alışık olmadığımız şeylerden bahsederken bile aksamaması ile ilgili. Bu nedenle bazen bir belgeselin içerisinde de hissedebiliyorsunuz.
Nazlı Karabıyıkoğlu’nun kitabının belirgin yanlarından birisi de yer yer cinsiyetin belirsizleştiği, cinsiyet kodlarının çok öne çıkmadığı bir durum ortaya koyması. Cinsiyet ortaya konduğunda da verili yanın belirginleştirilerek sonrasında bir şekilde onun aşındırıldığına tanık oluyoruz. Ayrıca insanın arzularını, tutkularını hiç gizlemeden doğallıkla yerleştiriyor anlatısına yazar. Bu anlamda erotik bir yan da barındırıyor kitap bana göre. İnsan olduğu hâliyle “vahşi” yanları gizlenmeye gerek duyulmadan, iyi ve kötü yanları biçimlenmeden anlatılıyor. Ayrıca, kitapta dikkatimi çeken karakterlerin, başlangıçta “normal” kent yaşamında alışık olduğumuz durumuyla karşımıza çıkıp, sonrasında ruhani yanlarının ortaya çıkarılarak, bedenlerinin ruhlarıyla bütünleştiği bir hikâyeye sokulması. Sanırım bu şekilde, Şaman inanç sisteminde karşımıza çıkan, hasta olan kişide “ruhun uzaklaşması” ve Şaman’ın bazı sağaltım yöntemleriyle kişinin uzaklaşan ruhunu geri getirmesi durumunu yaşatıyor karakterlerine Karabıyıkoğlu. Ve böylece iyileşmenin ruh ve beden bütünlüğü ile ilişkisi kuruluyor. Bu anlamda da epey ilginç ve üzerine çalışılmış bir kitap ile karşı karşıya olduğumuzu eklememiz gerekiyor.
“Gök Derinin Altında” katmanları olan bir metin, alışık olmadığımız kelimeler, ritüeller ve imgeler var kitapta bu nedenle kolay okuma sunmuyor. Ancak ilerleyince alışıyor ve içine girebiliyorsunuz metnin. Her şeyden önce emek harcanmış olduğunu hissettiriyor çünkü başka bir dünya kuruyor, alışılmadık dil ile sesleniyor. Ayrıca, “Gök Derinin Altında”nın dünyası bizi mitolojik tanrı ve tanrıçaların hâlâ varlığını devam ettirdiği, dünyadan ve insandan elini eteğini çekmediği bir hayat ile karşı karşıya getiriyor. Tüm bu bahsettiklerimiz sebebiyle söylenebilir ki son dönem metinleri içerisinde ayrı bir yeri var.
Özetle, betonların içerisine hapsedildiğimiz, çoğu zaman hem kendimizin hem de yaşamın anlamsızlığı içerisinde boğulduğumuz hayatlarımızdan bir süre uzaklaşmak, ruhani yanımızı fark etmek için uygun öyküler içeren bir kitap, “Gök Derinin Altında”.
Emek Erez – edebiyathaber.net (29 Kasım 2017)