Haziran hüznün ayıdır edebiyat dünyası için. Üç büyük ustanın; Orhan Kemal’in, Ahmed Arif’in, Nazım Hikmet’in anması yapılır art arda Haziran’ın başlamasıyla. Ama umudun da ayıdır Haziran. Sarı, dalgalı saçlarının arasından güvercinler havalanır Nazım’ın. Umut güvercinleridir onlar. Umudumuzun güvercinleridir. Bundandır umudu beslememiz Haziranlarda. Haziran sadece Haziran değildir aslında.
“Ne güzel şey hatırlamak seni/ ölüm ve zafer haberleri içinden/ hapiste/ ve yaşım kırkı geçmiş iken.”
61 yıllık ömrüne mahpusluklar, şiirler, dostluklar, aşklar sığdırmıştır Nazım. Uzun mahpusluklarında umudu beslemiştir içinde. Ve bu yüzden kavgamızda en çok da o vardır dilimizde, onun dizeleri, şiirleri vardır.
“İstanbul’da, Tevkifhane avlusunda/ güneşli bir kış günü yağmurdan sonra/ bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm/ yerde, su birikintilerinde kımıldanırken/ ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak/ ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa/ hepsini taşıyarak/ dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm.”
Yeryüzünün en büyük şairidir o. Türkçemizin dünya şairidir. Neruda’ya sormuşlar; “on şairlik bir antoloji hazırlasanız, Nazım’ı alır mısınız?” diye. Tereddütsüz yanıt vermiş Neruda; “on değil tek şairlik bir antoloji hazırlasam Nazım’ı alırdım” diye.
Nazım’la ilgili çok kitap yazıldı. Yazılmaya da devam ediyor. Öyle ki üzerine yazılan kitapların sayısı kendi kitaplarının sayısını geçti artık. Böyle bir şair için bunca kitap da yeterli gelmeyebilir tabii. İtirazım yok buna. Fakat hemen her kitapta ya âşık Nazım’dan söz edildi ya da dev şair Nazım’dan. Peki, insan Nazım? Kişileri tabulaştırma konusunda hünerli bir toplumuz. Bunu edebiyatımızda da görüyoruz. Bugün sözünü edeceğim kitap ise farklı bir örnek. Çizmeli Kedi Yayınları arasından yayımlanmış olan, Halil İbrahim Özcan’ın kaleme aldığı Nazım Hikmet. Farklı olmasının nedeni de insan Nazım’ı anlatması. Ben de bu yıl Mavi Gözlü Dev’i bu kitapla anmak istedim.
Halil İbrahim Özcan doğduğu günden itibaren başlayarak bir Nazım biyografisi sunmuş bize. Yaşamına dair bilinmeyen bazı ayrıntılar da var kitapta. Örnekse doğum günü! Resmi tarihte 15 Ocak biliriz şairin doğum gününü. Oysaki 1901 yılının Kasım ayı imiş gerçek. Kasım’ın 20’si. Ama geleneğimizdir yine, yılsonunda doğan çocuklar bir sonraki yılın başında kayıt ettirilir nüfusa. Yıl kaybetmesinler diye. Nazım’ın da başına gelen tam olarak bu işte.
Nazım’ın yaşamı konu ediliyorsa tabii ki şiir olacaktır kitapta. Aksi düşünülemez bile. Ve bir o kadar yer alması doğal mahpusluk yılları. Ve yine bir o kadar doğal olan, kadınlarından söz edilmesi. Tüm bunları yazarken abartılı bir dil kullanmamaya dikkat etmiş yazar. Putlaştırmamış. Bu da kitabı diğer örneklerden ayıran en büyük özellik. Nazım’ın yaşamı ciltlere sığmayacak kadar renkli ve heyecanlı. Fakat 96 sayfalık bir kitapta yine de olabildiğince geniş anlatılmış yaşamöyküsü. Sanırım bu kitaba bir yaşamöyküsünden çok roman dersek daha doğru nitelemiş oluruz.
Yazarın akıcı anlatımıyla, duru diliyle yeryüzünün en büyük şairinin yaşamöyküsünü bir roman gibi okumak müthiş haz verdi.
“Edebiyat Kulübü Dizisi” başlığı ile bu kitabı yayımlayan Çizmeli Kedi’den bu diziyi bir an önce genişleterek yeni isimlerle çoğaltmasını da talep ediyorum. Çoğaltsınlar ki ilk gençliğe adım atan çocuklarımız edebiyatımızın mihenk taşlarını roman diliyle okuyup tanısınlar.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (8 Haziran 2015)