Sabahattin Ali’nin “değirmen”i | Sibel Unur Özdemir

Ekim 29, 2024

Sabahattin Ali’nin “değirmen”i | Sibel Unur Özdemir

Değirmen’i okuyup da etkilenmemek mümkün değil. Böylesi büyük bir aşkın karşısında, belki de sevdasının büyüklüğünü ispat etmek uğruna Atmaca’nın sağ kolunu feda edişi. Öykünün yazıldığı 1929 yılını düşünecek olursak Atmaca’nın değirmencinin kızına olan aşkının büyüklüğü çok kuvvetli bir duygu.

Çergi başının, adaşım, diye hitap ettiği kişiye sevmenin ne demek olduğunu anlatırken kendi çergisinde yaşanan bir sevdanın (gerçek aşkı) öyküsünü anlatması okura hikâye içinde hikâye okutur Değirmen’de. Biz öyküyü anlatıcının (çeribaşının) ağzından dinler, öğreniriz. Aslında bu sevda hikâyesini Atmaca’nın ağzından da duyarız biz Atmaca yüreğini çergi başına açtığında. Öykü gerek Atmaca’nın, gerekse çergi başının ağzından dökülen sözlerin kurduğu köprü aracılığıyla okura ulaşıyormuş gibi gözükse de Sabahattin Ali anlatmıştır bize bu öyküyü.

Anlatıcı, şehirde ve köyde yaşayanların sevmeyi bilmediğini, sevmeyi ancak kendilerinin bildiğini söyler. Çingenelerin Batı rüzgârı kadar serbest dolaştığını, kendilerinden başka Allah tanımadıklarını ve özgür bir ruhla sevdiklerine vurgu yapar.

On dördüncü sayfada “Bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?” diye sorar adaşına ve yirmi üçüncü sayfada (final paragrafı) bunun cevabını şöyle verir.

“Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.”

Yine on dördüncü sayfada çergi başı “kalbini kaç kere birine verebilirsin?” diye sorar adaşına. “Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun.” derken anlatacağı öykünün mesajını / finalini aşikâr eder aslında.

Değirmen bir sevda öyküsü olarak görülse de gerek çingeneler gerekse engeli olan insanlar ne yazık ki toplum içinde ötekileştirilmektedir. Bu düşünceyi destekleyen cümleler şöyle dile gelmiştir öyküde.

“Bilir misin adaşım, bu köylüler tavuk ve oğlak çaldığımızı söyleyerek bizden şikâyet ettikleri halde bizi gene severler. Aralarında bir kileye yakın buğday toplayarak Atmaca’ya verdiler. Ve değirmenci buna iki çömlek de yoğurt ilave etti.”

“Kızım senin için yataklara düştü, Çingene olduğunu unutup seni evlat gibi sineme basacağım, yalnız gel, gel de kızımızı kurtar!…”

“Tekrar gözyaşları boşandı: ‘Olmaz’ dedi, ‘düşün ki, her karşına çıktığımda senden utanacağım, başım yerde olacak, beni böyle zelil etmek ister misin? Bırak beni, ne olduğumu bilerek ihtiyar babamın yanında kalayım, sen de bir daha buralara uğrama. Bana sakatlığımı unutturarak deli deli rüyalar gördürdün…”

“Bu kızcağız sakattı adaşım, küçükken sağ kolunu değirmenin çarklarından birine kaptırmıştı.

Şimdi onun yerinde şalvarının beline iliştirilen boş bir yen sallanıyordu.

Ve bu onu insanlardan ayırıyordu.”

Anlatıcı öyküyü hem adaşına hem de okura anlatırken değirmencinin kızının çocukken ve içinde bulunduğu durumda yaşadıklarını kendi içinde özdeşleştirir, onu anlar, empati yapar. Çergi başı aynı zamanda Atmaca’nın karakterinden, duruşundan, davranışından da bahseder. Bu anlatımından onun görmüş geçirmiş biri olduğunu anlamak kolaydır.

***

Atmaca, heybetli bir delikanlı. Yağız derisi, yüzüne delice dökülen simsiyah saçları, koyu gözleri, uzun, sivri, ucu biraz aşağıya kıvrık burnu, geniş omuzlarıyla yakışıklı mı yakışıklı bir genç adam.  Cesaretli, şehir mektebinde okumuş, bitirmiş, duygusal, bugüne kadar kimseyi sevmemiş, çok konuşmayan, içine kapanık, klarnetiyle büyük beylerin meclisinde bulunan, klarneti çok iyi çalan yabani bir kuş.

Değirmencinin kızı bir köy güzeli. Yuvarlak yüzü, kalın dudakları, kalçalarına kadar inen ince örgülü saçları var ama yüzü hep soluk. Sağ kolunu değirmenin çarklarından birine kaptırmış, kanadı kırık bir çulluk.

***

Atmaca, değirmencinin kızına sevdalanmıştı. Ne var ki kızın başına çocukken gelen talihsiz olay onun sağ kolunu alıp götürmüştü. Kız, kendini noksan gördüğü için Atmaca’ya yakıştıramıyordu.

Atmaca, sevdiğine kızsa, sevse, kucaklasa onun hep acı duyacağını düşünür; çünkü kız duygularını ona böyle aktarmıştır. Çergi başıyla dertleşirken “ Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var.” deyişi  “Aşk gönle gelince akıl baştan gider.” söylemini hatırlatmaktadır.

Atmaca aklıyla mı kalbiyle mi hareket etti bilinmez ama o akşam değirmende ahenk yapacak ve planını uygulayacaktır. Önce klarnetini konuşturur, söyleyemediklerini klarnetinin anlatmasını sağlar. Sonra da sağ kolunu değirmene ve değirmencinin kızına hediye eder.  Aşkın gücü kopan sağ koldur artık. Kaldı ki Atmaca klarnet çalarak hayatını kazanır. Ancak aşkı öyle güçlüdür ki geride kalan hiçbir ayrıntıyı düşünmez. Artık sevdiği ile arasındaki engel kalkmış, eşitlenmişlerdir.

***

Atmaca acıyla yere yığıldığında herkes onun yanına koşar ancak değirmencinin kızı ortalarda gözükmez, koşup gitmez, saçlarını okşamaz, dudaklarından bir iki tatlı söz duyulmaz, acı çekmez belki olayın şokundadır ama bir okur olarak böyle bir sahneyi okumak isterdim doğrusu.

***

Öyküyü okurken “çergilemek (saysa 15), ahenk yapıyorduk ( sayfa 17), anaforlamadığımız (sayfa 17)” gibi değişik söylemlere rastlıyoruz. Dili akıcı, anlaşılır, içten ve okuru içine alabilen bir yapıya sahip. Kurgusu çok güçlü Cümleler sağlam. Tasvirler harika. . Olay öyküsü. Bazı yerlerde uzun cümlelere rastlansa bile akıcılığından ve anlaşılırlığından hiçbir şey kaybetmiyor. Bazı cümleler üstü kapalı ama demek istediğini o kadar güzel anlatıyor ki. Gelin bir iki örnek verelim.

“Tavuslara, sülünlere bakmaya tenezzül etmeyen yabani kuş, kanadı kırık bir çulluğun şikârı oldu.”

Şimdi soruyorum size. Etrafındaki onca güzel kızla ilgilenmeyen, etkilenmeyen yabani kuşun kolu olmayan bir çulluğa sevdalandığını bir başka ifade daha güzel anlatabilir miydi?

“Ve biz titrediğimizi, bağırmak, konuşmak yahut yerlere atılıp ağlamak istediğimizi hissederdik…”

Anlatıcı böyle bir cümle kurmasaydı biz Atmaca’nın klarneti ne denli başarılı çaldığını nereden öğrenebilirdik?

“Kâh esmer derisini şişiren bir kan gözlerinin kenarına kadar fırlıyor, kâh dişlerinin arasında ezilen dudakları bile bembeyaz oluyordu.”

Bu cümlenin etkisiyle Atmaca’nın nasıl bir acı çektiğini okumuyor da görüyoruz sanki değil mi?

***

Atmaca ile değirmencinin kızı bu olaydan sonra birbiriyle kavuşmuşlar mıdır acaba? Kavuşsalardı aşkın büyüsü bozulur muydu? Değirmencinin kızı, Atmaca’nın yaptığı kadar büyük bir fedakârlığın kendisi için yapılmasını ister miydi? Bir dayatma mıydı bu davranış Atmaca tarafından yapılan? Zira değirmencinin kızı, onu her gördüğünde kendisi için yapılan bu fedakârlığın altında ezilecek ve nasıl kendi kolunun olmamasından dolayı hissettiği duyguları dışa vurduysa bu gerçeği de dillendirebilecek bir ruh haline bürüneceği ihtimalini düşünmeden edemedim.

Bir de Atmaca tarafından bakmak gerek tabii olaya. Diyelim ki kavuştular. Değirmencinin kızı onun canını sıktığında, tartıştıklarında, küstüklerinde kolunu onun için feda ettiğini, hatta işini de bu nedenle kaybettiğini haykırmaz mı kızın yüzüne? Üzmez mi kızı?

Bu olasılıkları düşünmekle birlikte nedense kavuşamadıkları fikri daha ağır basıyor dimağımda. Öyle ya Atmaca yere yığıldığında göremedik değirmencinin kızını, sanki kayıtsız kaldı olup bitene. İşte bu sebeple olsa gerek aşkın büyüsünü bozmamak için ben kavuşamadıklarını ve bu aşkın efsaneleştiğini varsaymak istiyorum.

Tabii bunlar sadece varsayım. Öykünün düşündürdükleri. Sabahattin Ali, Değirmen’in sonunu açık bırakmış. Bunu özellikle yapmıştır belki her okur kendi finalini yapsın diye.

Benim okuduğum kitap Yapı Kredi Yayınlarından çıkan 49.baskı.

Son olarak söyleyeceğim Değirmen’in çok çarpıcı bir hikâye olduğu. Yazıldığı 1929 yılından bu yana okurundan bir şey kaybetmemiş ve hâlâ güncelliğini koruyarak her okuyanın kalbinde yer buluyor hem de unutulmamacasına. Edebiyat dünyasına böylesine güzel eserler hediye eden Sabahattin Ali’nin ruhu şad olsun.

Yorum yapın