Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” adlı romanı, Türkiye’nin dijital kitap platformu Kitap Cumhuriyeti’nde yayımlandı.
Kitabı ücretsiz olarak indirip okumak için>>>
Çok sevilen romanın ilk basımı 1940’ta Remzi Kitabevi tarafından yapıldı.
Roman, Ömer’le Macide’nin aşk ilişkisine odaklanmış görünüyorsa da arka planda hem sosyolojik hem de siyasal bir atmosferin varlığını seriyor göz önüne. 1930’lardan başlayıp 1940’lara doğru artarak şekillenen aydın ve entelektüel kesimin ideolojik arayışları da romanın ana izleği konumunda. Bu anlamda İçimizdeki Şeytan, toplumsal bir roman özelliği taşımaktadır.
İçimizdeki Şeytan, insanın içinde barındırdığı çelişkileri de son derece başarılı psikolojik çözümlemelerle aktarıyor okura. Özellikle karakterlerin iç konuşmalarıyla, bireysel kaygı ve korkular bağlamından belirsizlik endişelerine kadar uzanan geniş bir alanı yabancılaşma ekseninde irdelemeye çalışıyor.
Yazar, Macide karakteri üzerinden dönemin kadına bakışını da irdeliyor aslında. Cinsiyetçi bir söylemin egemen olduğu ama yeni anlam arayışlarının da günlük yaşama girmeye hazırlandığını hissettirir. Bu yüzden Macide, roman boyunca geniş bir anlatımı kapsıyor. Çünkü yetişme tarzından, eğitimine, Anadolu’dan İstanbul’a gelişine ve orada yeni bir hayata evirilmesine kadar kadının toplum içerisindeki değişim-dönüşüm isteğinin kahramanı Macide.
Sabahattin Ali, bu romanıyla, içimizdeki şeytanın aslında “biz”den başkası olmadığı gerçeğini vurur yüzümüze yüzümüze…
Kitaptan:
Macide’ye kapıyı açan Fatma:
“Aman, küçükhanım, nerede kaldınız?.. Sizi bekliyorlar… Enişteniz pek hiddetli!” dedi.
Macide omuzlarını silkti. Eniştemin hiddetinden bana ne, demek istiyordu. Fakat Fatma sözüne devam etti:
“Yukarı kat sofasında oturuyorlar. Galiba bugün annenizden mektup gelmiş… Aralarında okudular, konuştular, bir daha okudular… Küçükhanım bile uyanık…”
Macide merak etmeye başlamıştı. Yeni ve fena bir haber mi acaba, diye düşündü. Merdivenleri süratle çıkarak yukarı kat sofasına geldi.
Alçak bir sedirde Emine teyzeyle Galip amca oturmuşlar, lakayt görünmeye çalışan bir tavırla bekliyorlardı. Ortadaki küçük masanın başında, elindeki romana dalmış gibi duran Semiha vardı. Emine teyze Macide’yi bir müddet keskin gözlerle süzdükten sonra:
“Kızım, bana baksana!” dedi. “Bu vakitte nereden geliyorsun? Vakit gece yarısını geçti…”
Macide şaşkın şaşkın etrafına baktı. Semiha romanına daha çok dalmış, Galip amca gözlerini döşemenin pek ehemmiyetli bir çivisine dikmişti. Emine teyze devam etti:
“Kaç zamandır sesimi çıkarmıyorum. Bir sonu gelecek herhalde diyorum, ama, maşallah bizim uslu, ciddi kızımız gün günden beter oldu. Sanki evimizde pişen yemekler kendine layık değilmiş gibi dışarlarda karın doyurmalar, gece yarısı kimselere görünmeden gelip sabahleyin kimselere görünmeden sıvışmalar. Komşular gelip gelip seni anlatmaya başladılar; kimisi Beyoğlu’nda bir delikanlıyla gördüğünü, kimisi yaşlı bir beyle saza gittiğini söylüyor. Ne yalan söyleyeyim, evvela inanasım gelmedi. Soyun sopun malum. Ailemizden elhamdülillah şimdiye kadar dile gelmiş kimse yoktur. Velakin bütün Müslümanlar yalancı değil ya… Yemin kasem ederek anlattılar… Bir değil, beş değil… Sen aklını başına toplayasın diye bekledik… Ama daha fazlasına müsaademiz yok. Allah rahmet eylesin, merhum babanın iki eli yakamdadır. Namusunu bize emanet etti. Ben ne bileyim! Hiç böyle olacağa benzemezdin…”
edebiyathaber.net (11 Mart 2022)