Tuncay Birkan’ın yayına hazırladığı “Görüyoruz Duyuyoruz Sabiha Sertel” adlı kitabı Eylül ayında Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Türkiye basın tarihinin en önemli aktörlerinden biri olan Sabiha Sertel’in mücadelesini daha yakından tanımak için bu kitabı tüm okurlarımıza öneririz.
Tanıtım bülteninden:
Sabiha Sertel 1919’da başlayan ve 4 Aralık 1945’teki Tan Baskını’yla zorla sona erdirilen gazetecilik kariyeri boyunca, yurt içinde devletlu çevrelerle sermaye temsilcilerinin hem aleni hem de örtülü baskılarına maruz kalmış, hatta yurt dışında da bizzat Goebbels başta olmak üzere faşist yöneticilerin asabını bozmayı başarabilmiş cesur bir yazar. Günümüzde de bu yönüyle hâlâ saygıyla anılıyor ama bunca yankı yaratmış yazılarının çoğuna ulaşılamadığı için kamusal bir entelektüel olarak sergilediği olağanüstü performans hakkıyla değerlendirilebilmiş değil.
1929-1945 arasında yazdığı binlerce yazı arasından Tuncay Birkan’ın yaptığı bu seçki, okurlara Sertel’i daha yakından tanıma olanağı sunma umuduyla hazırlandı. Türk basınına hiç hoş karşılanmayan yepyeni bir âdet getirerek, hemen hiçbir örgütlenme hakkı tanınmayan kamu adına, hiçbir sosyal güvencesi olmayan işçi ve köylüler adına devletten tok bir dille hesap soran Sabiha Sertel’in yazdıklarının, örgütsüzlüğün zirveye ulaştığı, sosyal güvencelerimizin tek tek elimizden alındığı günümüzde özel bir güncellik kazandığı açık. Bir yandan faşizmin Türkiye’ye sızma planlarını her aşamada deşifre edip, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş boyunca kamuoyunu faşizm ve emperyalizm karşısında teyakkuza çağırırken, bir yandan da dönemin “yerli ve milli”ci çevrelerine karşı defalarca bilgi ve kültürün enternasyonalizmini savunması da bu güncellik dozunu artırıyor. Okurlarımız, bu yazıları okuduktan sonra Sertel’i sadece saygı duyulası tarihsel bir figür değil, sevecekleri, kalemi sahiden kuvvetli bir yazar olarak da görecekler.
Sunuş: Sabiha Sertel: Mirası, Güncelliği, s. 13-16
Sabiha Sertel’i tanıyor muyuz? İlk yayımlandığı 1969’dan beri dört-beş kuşaktan sosyalistin, 1990’lardan beri de feministlerin “kim var imiş [bizlerden] biz burada yoğ iken” meraklarının ağır bastığı zamanlarda okuduğu, Türkiye’nin en çok satılan otobiyografileri arasında zikredilmesi gereken, üstelik hakkında (özellikle feministler tarafından) epey yazılıp çizilmiş Roman Gibi adlı otobiyografisi hâlâ ilgi görürken, hatta yakınlarda İngilizceye bile çevrilmişken pek anlamlı sayılmayacak bir sorudur belki bu.
Tamam, kitap olarak tasarlayıp sağlığında yayımlayabildiği biri roman, biri monografi mahiyetindeki iki telif çalışması, Çitra Roy ve Babası (1936) ile Tevfik Fikret – İdeolojisi ve Felsefesi (1946) ve yine kitap olarak 1941-42 yıllarında kaleme aldığı halde ilk kez 1999’da basılabilen II. Dünya Savaşı Tarihi piyasada bulunmuyor. Ama fikirlerini belli dönemlerde nasıl dile getirdiğini, düşünme tarzını merak edenler için eşi Zekeriya Sertel’le birlikte, neredeyse rasgele seçilmiş birer yazıları yüzünden kendilerini tutuklu yargılayan mahkemeye (aslında daha çok sonraki kuşaklara) meramlarını anlatmaya çalıştıkları Davamız ve Müdafaamız ile ta 1919’da işgal altındaki İstanbul’da, Büyük Mecmua’da çıkan yazılarını bir araya getiren Kadınlığa Dair adlı kitaplarının hâlâ baskıları yapılıyor. Ayrıca kızı Yıldız Sertel’in ilk baskısı 1999’da yapılan Annem Sabiha Sertel Kimdi, Neler Yazdı? adlı kitabından da kendi kitabında pek fazla anlatmadığı Selanik’teki çocukluk ve gençlik yıllarına ve 1950 sonrası sürgün hayatına, özellikle de 30’ların ortalarından beri üyesi olduğu TKP ile ilişkilerine ve reel sosyalist ülkelere bakışında yaşanan kırılmaya dair ayrıntılı bilgi edinmek mümkün.
Gazete ve internet sitelerinde de –Sertel’in ölüm ve doğum yıldönümleriyle Tan baskınının yapıldığı 4 Aralık’larda daha sık olmak üzere– bu olağanüstü kadını yeni kuşaklara tanıtmaya çalışan ve neredeyse daima doğrudan otobiyografisinden derlenen anekdotlarla kotarılan yazı ve videolara son zamanlarda daha sık rastlanır oldu.1 Sabiha Sertel ve yazdığı mecralar (özellikle Tan gazetesi ve Resimli Ay mecmuası) hakkındaki akademik yazı ve tezlerde de 2000’li yıllardan itibaren nicel bir artış olduğu söylenebilir. 2018 yılında, Tarih Vakfı tarafından “‘Fikre Yeter Artık Tahakkümünüz’: 50. Ölüm Yıldönümünde Sabiha Sertel’in Anısı ve Entelektüel Mirası” adlı bir konferans da düzenlendiğini2 hatırlarsak, girişteki soruya “belki yeterli değil ama son yıllarda yoğunlaşan gayretlerle epey tanınıyor işte!” cevabını vermek kaçınılmazlaşıyor gibi görünüyor.
Bu samimi ve önemli gayretleri küçümsemek kimsenin haddi değil, hele son on yılını başka yazarları genç kuşaklara daha iyi tanıtmak için epey çalışarak geçirmiş biri olarak benim yüzümü kızartmadan yapacağım şey değil! Ama yine de başta sorduğum bu “tanıma” sorusunun yersiz olduğunu düşünmüyorum, birkaç nedenle. Bunların en başında da şu bariz olgu var tabii: Sabiha Sertel’in ilkgençliğinde Selanik’te çıkan dergilere yazdığı metinlerden o meşum 4 Aralık 1945 tarihine kadar çoğunlukla kendi çıkardıkları dergi ve gazetelerde imzasını attığı 1300 civarındaki yazıdan (imzasız yazdıklarını sayamıyoruz bile!) çok çok azını okuma şansı bulabilmiştir sonraki nesiller. Onlar da esasen kendi otobiyografisinde ve Yıldız Hanım’ın biyografisinde olduğu gibi aktarılan bir avuç metinden ve her zaman çok sağlıklı yapıldığı söylenemeyecek yazı özetlerinden ibarettir. Nispeten daha meraklı okurların ulaşabilecekleri akademik çalışmaların bir kısmında da yine blok halinde aktarılan bir o kadar yazı eklenebilir buna.3 Kaldı ki yazıların, ne kadar sadık aktarılsa da, yıllar sonra ister yazarın kendisiyle kızının ister akademisyenlerin, kendi kurguladıkları anlatının gereklerine göre çerçevelenmiş hallerini okumakla kendilerini okumak aynı şeyler değildir. Ayrıca bir yazarı “tanımak” için hep yazdığı majör konular (kendisinin daha çok bunları hatırlaması doğaldır o devasa külliyat içinden) dışında daha minör görünen meselelerde kalem oynattığı yazılarını da okumak şarttır. Dahası insan binlerce yazı yazmışsa bunların hepsinin tutarlı ve çelişkisiz bir külliyat oluşturması da mümkün değildir; ama neredeyse hiçbir otobiyografi yazarı, adeta işin doğası gereği, bu tür çelişki veya fikir değişikliklerine hakkını veremez; belli bir meselede belli bir tarihten sonra ulaştığı fikir sanki en baştan beri ona kılavuzluk etmiş gibi yazması gayet doğal ve insani bir yönelimdir ki Roman Gibi’de bunun örnekleri epey görülür.
1. Biraz da bu tür malzemelerin çokluğuna ve her yerden ulaşılabilirliğine güvenerek bu yazıda Sertel’in 1895’te Selanik’te “dönme” bir ailenin kızı olarak doğmasıyla başlayıp sonra sırasıyla İstanbul, New York, Ankara, tekrar İstanbul ve 1950’ den itibaren 18 yıl Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, şehirlerinde sürgünde geçen ve 1968’de Bakü’de ölümüyle sona eren hayat hikâyesinin ayrıntılarına girmeyecek; okurun Sabiha Sertel’in muhalif ve sosyalist kimliğine, eşiyle birlikte çıkardıkları çeşitli yayınların, özellikle Resimli Ay ve Tan’ın dönem iktidarlarından gördüğü baskıya, Tan matbaasının 4 Aralık 1945’te devlet tertibiyle yağmalatılmasına dair kabaca bir fikri olduğunu varsayacağım. Bütün bunları bir kere de ben anlatmak yerine Sertel’in günümüzde daha çok ne yönleriyle hatırlandığını, geriye dönük olarak ne tür eleştirilerle karşılaştığını, yani düşünsel mirasının nasıl değerlendirilmekte olduğunu tartışmaya yoğunlaşmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum.
2. Konferansta sunulan metinler, son yıllarda Sertel’in anısını ve düşünsel mirasını yaşatma konusunda kesinlikle en çok emek veren kişi olan Barış Çatal tarafından derlenerek yayımlanmıştır. Bkz. Sabiha Sertel: Hayatı ve Entelektüel Mirası, Tarih Vakfı, 2022.
3. II. Dünya Savaşı Tarihi (Cumhuriyet Kitapları, 1999) kitabının sonuna, Sabiha Sertel’in çoğunlukla savaşın seyri, yer yer de dünya siyaseti ile ilgili epey yazısı eklenmiş ama onda da iki sorun var. Birincisi, kitap çok uzun yıllardır yeniden basılmıyor; ikincisi ve daha önemlisi yazılar sadeleştirilmiş ve çoğunlukla bu sadeleştirme/yazıları çerçeveleme işi de pek güzel/sağlıklı yapılmamış. Yazıların arasına Yıldız Sertel’in girdiği notların nerede başlayıp bittiği bile belli olamayacak şekilde özensiz bir basım yapılmış. Bu arada Sertel’in 50’li yıllarda da düzenli olarak “konularını Türk gazetelerinden çıkardığı” köşe yazıları yazdığını öğreniyoruz Yıldız Hanım’ın kitabından: “O, sanki Tan gazetesine yazı yazıyormuş gibi, kaleme sarılıyor, yazdığı kısa makalelerde günün konularını işliyordu. Ne yazık ki, bu yazılardan hiçbiri muhafaza edilmemiştir.” Ama şunu da ekliyor: “Nâzım Viyana’ya her gelişinde, bize yeni yazdığı şiirleri okurdu. Annem de bazen yazdığı yazılardan bir ikisini. Nâzım bu yazılardan bazılarını alır götürür, birtakım yerlerde yayımlanmalarını sağlardı” (Annem Sabiha Sertel Kimdi, Neler Yazdı?, YKY, 1994, s. 245). İleride mutlaka derlenmesi gereken “Sabiha Sertel: Bütün Yazıları” ciltlerine bunlar da o “birtakım yerler”den bulunup çıkarılarak eklenmeli, mümkün olduğunca elbette. Keza 60’larda Azerbaycan’daki dergilere verdiği yazılar da. …
Tuncay Birkan
edebiyathaber.net (25 Kasım 2024)