Sevim Ak, hep merak ettiğim, nedense bir türlü buluşamadığım bir yazardı. Saçlarında Soru İşaretleri adlı son kitabını görünce zamanın geldiğini anladım.
Saçlarında Soru İşaretleri ne kadar çarpıcı bir başlık! Benim gibi meraklı çocuklar için harika bir tanımlama. Kahramanımız Mert o kadar meraklı ki “Saçlarının dalgası bile soru işareti”.
Mert küçükken geçirdiği bir hastalık nedeniyle “korkusuz” olmuş. Hiçbir şey onu korkutmuyor, korkuyu unutuvermiş işte. Ne büyük özgürlük… Gel de bunu annesine anlat! Saime kapatıvermiş Mert’i eve, pencerenin önünde kuşlarla ve kedilerle bakışarak yaşamaya mahkûm etmiş. Ancak kırk yılda bir ailece gidilen pikniklerde doğayla buluşabilmiş Mert. O da ne buluşma! Ağaca çıkma, onu yapma, bunu yapma… Korkusuz diye yaşamayacak mı bu çocuk?
Ah bu aileler… Bir arkadaşımın dediği gibi “Ot gibi yerden bitseydik, aile maile olmasaydı”. Kendi sınırlarını dayatıp duruyorlar çocuklarına. Oysa onlar “mal” değil, özgür bireyler. Üstelik bizden çok daha geniş bir hayal gücüne sahipler! Nasıl bir amaç bu? Çocuk “sahibi” olup “hayal gücünü baltalama timleri”ne katılmak.
Saime yurtdışına çıkınca Mert biraz serbest kalıyor. Babası Hayri, sattığı ayakkabıların peşinden gitmeye dalıp unutuyor onu. Mert kayboluveriyor. Babası ve ağabeyi Atıl, panik içindeler. Annesi gelmeden bulunması lazım Mert’in.
Hikâyeyi, genç gazeteci anlatıcımızdan dinliyoruz. Mert’i merak edenlerden biri de o. Peşine düşüyor, araştırıyor, bulmaya çalışıyor. Hayri ve Atıl’la sık sık görüşüyor. Onların düşündüklerini doğrudan bize aktarıyor. Böylece herkesi kendi ağzından dinleyip anlıyoruz. Anlamak hak vermeyi gerektirmiyor… Pişmanlıklar fayda etmiyor.
Saime yurtdışından dönünce saklamak imkânsız hale geliyor Mert’in yokluğunu. Nerede bu çocuk? Şifreli defterinde yazanlar işe yarar mı? Küçük öykülerinde anlattığı gibi çatılarda geziyor olabilir mi? Bizim genç gazeteci Saime’yle de konuşuyor, zamanla anlamaya başlıyor Saime ne yaptığını…
Meraktan çatlarken Mert’in defterindeki öyküleri okuyup hayallere dalıyoruz. Çatılarda sekiyoruz, süpürgeyle her şeyi “hüüp” diye çekiyoruz, dev ayakkabılarımızda kedi yavruları besliyoruz…
Romanın ikinci bölümü ilk bölümünden de heyecanlı! Mert’in ve “seçtiği” arkadaşlarının gözünden göreceksiniz yaşamı. Bu bakış bambaşka… Meğer ne kadar renkliymiş her şey, eğlenerek mücadele edilebilirmiş, hayvanların yaşam hakkı korunabilirmiş…
“İkinci Bölüm”de beni en çok “vuran” havai fişeklerin bir sürü kuşu öldürdüğünü öğrenmek oldu. O rengârenk ışıkların büyüsüne nasıl kapılmışsam hiç düşünememişim kuşları öldürebileceğini. Havai fişekler çıksın hayatımızdan!
Her yaştan çocuğu heyecan içinde bırakacak bu kitap. Aileler de okusun lütfen, bir tek soru işareti bile uyansa kafalarda, çocukların hayal gücünü baltalamaktan vazgeçilebilir belki…
Gaye Dinçel – edebiyathaber.net (17 Aralık 2012)