Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’nu neden okumalısınız? | Erdinç Akkoyunlu

Ağustos 21, 2023

Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’nu neden okumalısınız? | Erdinç Akkoyunlu

Bazı kitaplar ve yazarların talihsizlikleri dünya var oldukça sürer: Metnin kalitesi ve yazarın çabasından bağımsız bu durum artık ne yaparsanız yapın, geriye döndürülmez biçimde kendi yolunu açar. İranlı yazar Sadık Hidayet’in Paris’te havagazı olan bir dairede henüz 49 yaşında intihar etmesi ne zaman yazarın ismi geçse, Kör Baykuş isimli modern metninden daha önce akla geliyor. Ve Hidayet edebiyatı hep arka planda kalıyor. İyi ama neden!

Edebiyatçı olup da intihar eden tek yazar Sadık Hidayet mi? Virginia Woolf’ten söz edildiğinde kimse ilk olarak ‘Kendini nehre bırakan şu İngiliz yazar mı’ ifadesini kullanmaz.  Herkes, ‘Mrs Dollaway’’den ve ‘Bilinç akışı tekniğinden’ söz etmeye başlar. Ernest Hemingway’den bahsedildiğinde ise av tüfeğinin sonu kesin bir ölümle biten intiharlar için ne kadar gerekli bir silah olduğunun konusu hiç açılmaz, Hemingway böyle yapmış olsa da. İlk söylenen genelde ‘Silahlara Veda’, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ olur. Stefan Zweig’den bahsedildiğinde ‘Amok Koşucusu’, ‘Yıldızın Parladığı Anlar’;  Jack London denildiğinde ise ‘Demir Ökçe’den, ‘Yabanın Çağrısı’dan söz edilir de intihar sözcüğü yasak bir kelime gibi ağza alınmaz. İnsan düşünmeden edemiyor: Demek ki Doğulu bir yazarın edebiyat dünyasında varlığı ölümüne bağlı. Kimse ne yazdığıyla ilgilenmiyor.

Zaten coğrafyanın ne tür bir kader olduğunu en iyi bilen ülke olan Türkiye’de yaşayan tecrübeli kader kurbanlarıyız. Bir de Edward Sait’in Şarkiyatçılığı ile iyice güme gitme ihtimalimizin oluşu insanın canını daha fazla sıkmaya yetip de artıyor. Doğulu yazarların Batılı meslektaşlarına göre yarışa birkaç puan geriden başlamasının başta İngilizce olmak üzere yaygın bir Avrupa dilinde eser üretmemesi gibi nedenleri hep vardı. Var olmaya da devam edecek ama Hidayet’inki o türden bir durum değil. Kendisi ana dili gibi Fransızca biliyor. İran’ın İslam Devrimi adlı karanlık çöküşü öncesindeki en parlak, en şaşalı dönemlerinde yaşamış varlıklı, entelektüel, ülkenin kaderinde söz sahibi (eniştesi Başbakan idi) ailesinden geliyor. Ama Sadık Hidayet  metinlerini çok iyi hakim olduğu Fransızca değil ana dili olan Farsça veriyor. Behçet Necatigil, Hidayet’in ünlü romanı Kör Baykuş’u Farsçadan Türkçeye çevirmiş. Ve bunu yaparken İran edebiyatının Türkiye’de gerektiği kadar bilinmediğine değinmiş. Avrupa, Amerika ve Latin dünyasına ait çeviriler, antolojiler yayınlarken neden Farsçadan metinlere yer verilmediğini sorgulamış. 1978’deki bu yazıdan günümüze kadar da durum pek değişmiş sayılmaz. Bugün de Farsça çeviriye ihtiyaç duyan bizim gibi bir okurun İran edebiyatına ilişkin bilgisi hayli kısıtlı. Yayıncılar buna İran edebiyatına ilgi gösterecek bir okur kitlesi olmadığını savunmasını getirirken, okurlar ise yeterli çevri metin bulamadıklarını yanıtını veriyorlar. Yani eninde sonunda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer İran edebiyatı hakkında Sadık Hidayet metinleri ve daha çok da Kör Baykuş’un yuvasına varıyor.

Bir sihirli ilk cümle girişi

“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızken yiyen, kemiren yaralar.”  Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unun giriş cümlesi birazdan sayacağım nedenlerle Franz Kafka’ya özellikle benzetilmek istenmeyen kendi modern edebiyat tarzının bir yansımadır. Daha önceki metin incelemelerimizden hatırlayacağınızı düşünüyorum. Buna sihirli ilk cümle ismini vermiş ve örneklerinin Türk edebiyatı dahil dünya edebiyatında ancak güçlü metinlerin bir özelliği olduğunu söylemiştik. Örneğin Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti, Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı gibi… Okur bunu alalade bir giriş cümlesi olarak değerlendirebilir ama sihirli ilk cümleyi anlamanın tek yolu metnin tamamını okumaktan geçer. Eğer yazar metinin özünü, metin iklimini, karakter ve kurgu bütünlüğünü bir cümleye sığdırıp bunu verebilmişse o zaman bu bir sihirli ilk cümledir. Kör Baykuş yapısı gereği bir sihirli ilk cümleye ihtiyaç duyan metin değil. Ama Sadık Hidayet’in ilk metinlerinden biri olan Kör Baykuş, varlığını sorgulayan, ölümle yaşamı birbirinden ayırt etmeye çalışan (Kafka bölümü burası) ve bunu yaparken de İran halk edebiyatından beslenerek evrensel bir modern edebiyat tarzını yerel öğelerle yapan bir yazar. Bu nedenle de Hidayet, Kör Baykuş’a sihirli ilk cümle ile girdi. Şu noktanın altını kalınca çizmek lazım: Sihirli ilk cümle ben yazmak istiyorum deyip de yazılabilen bir metin değildir. Metinin kendisi yazarın zihninde oluşmadan, oturmadan, mayalanmadan beynin edebiyatı yöneten bölgesi bunu kanıksamadan, sindirmeden, en iyi kelime kombinasyonunu hesaplamadan ve çok çalışmadan üretilemez. Fakat Kör Baykuş zaten kendi alanında bu noktada bir ilki taşıyor. Çünkü sadece bir sihirli ilk cümleye sahip değil, metnin ilk 2 sayfası yaşadığı sorunların insanlar tarafından nasıl alaya, hafife alındığını görmüş; dinleyicisinin birden kendi dertleri ve sorunlarıyla onu bastırma, tuş etmeye çalışmış hemen herkesin altına imza atacağı düşüncelerden oluşuyor. Bir sihirli ilk sayfa metni denebilir bu anlamda ve kendi alanında da bir ilktir bu niteliğiyle…

Bir metni ele alırken biçim, yapı, kurgu özelliklerine çok fazla takılmanın yılışık bir estetik anlayışının eseri olduğunu düşünürüm. Bu ilk cümle konusunu biraz ayrıntılı ele almam size öyle gelmiş olabilir, fakat bazı konular var ki üzerinde durulmadığında bir süre sonra kimsenin fark etmediği görünmez gerçeklere dönüşüyor. Hidayet’in Kör Baykuş’u hakkında bir genel arama yaptığınızda karşımıza şu bilgiler çıkıyor: İsmini bize söylemen ve İran’da 1930’lu yıllarda yaşayan genç erkek karakterin evinde güzel bir kadınla karşılaşır. Ve kadın ölünce onu gömmek için gizlice mezarlığa gider. Burada mezarcı ile yaşadığı diyalog sonrası kendi hikayesini anlatmaya başlar ve orada karısı ile olan yaşantısını ele alır. Ölüm ile yaşamı sorgular ve metni sonlandırır.

Modern romanların ilk atası

Kör Baykuş, 1950 öncesi yazılan modern romanlar arasında Kafka’nın Dönüşüm’ü ile birlikte en çok okunanlar arasında yer alıyor ve bu şöhret konusunda da haklı bir yere sahip. Türk okuru da Kör Baykuş’u seviyor, benimsiyor, üzerine düşünüyor, yazıyor, incelemeleri okuyor… Peki, Kör Baykuş’ta Sadık Hidayet tam olarak ne anlatıyor: Tam olarak bir roman izleği olduğunu söylemek güç. İsmini bilmediğimiz ama kalemdan isimli İran işi sanat eserleri yapan yalnız yaşayan, yalnızlığını sorgulayan, yaşamı, ölümü karşısına alıp anlamları hakkında düşünen genç bir erkek hayatının aşkı olabilecek kadını bulduğu anda kaybediyor ve bir cesetle kalakalıyor. Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’ta insanın arzularını, isteklerini ve düşlerini elde ettiği anda kendi görevini tamamladığı ve bir boşluğa düştüğünü söylediği alt metin incelemesi gerektirmeyecek kadar açık bir edebiyat gerçekliğine dayanıyor. Fakat Kör Baykuş’ta hiçbir imge basit göründüğü kadar basit değildir. Olay dizisinin belli bir sıralaması yok gibi görünse de roman kahramanı önce bu cesedi sessiz şekilde gömerken bir testi buluyor ve eve  dönüşünde bu testiden çıkan resmin dün gece yaptığı ile aynı olduğunu fark ediyor. Yani hep hayalini kurduğu aşkı, sevgiyi göz açıp kapayıncaya kadar yitirdiği anda onu gömerken yeniden kendi düşlerinden bir armağanla karşılaşıyor. Bunun üzerine kahramanımız yazdığı bir hikayeyi anlatmaya başlıyor. Burada karısı ile sorunları olan bir erkeği ele alıyor ve bizi bir kurgudan bir diğerine doğru götürüyor.

Modern romanlar ki ismi henüz bu şekilde anılmadığı zamanda yazılanlar yani 1950 öncesi dönemde okuru şaşırtmak, şoka uğratmak, edebi denemeler yapmak, edebiyatın kendi sınırlarını genişletmek amacıyla yazılmamışlardı. O metinler bir anlatının klasik formun dışında da işe yarayabileceğini göstermek amacını taşıyorlardı. Yine de Kör Baykuş’un bu amaçla yazıldığını savunmak da mümkün değil. Kör Baykuş, Sadık Hidayet’in roman formundaki bir serbest anlatısının ürünü. Romanlar ki genelde yazarların zihninde hayli süre piştikten, karakterler, olay örgüsü ve metin iklimi iyice oturduktan sonra bunu kağıda dökebilme hızına bağlı olarak ortaya çıkar. Dünya edebiyatının çok tanınmış ve nitelikli bazı yazarları günde 5.000 kelimeye kadar yazabilirken, bazıları 500 kelimeyi bile çok buluyorlardı. Bu sizin el beyin organizasyonunuza göre değişir. Kimi Yaşar Kemal gibi romanlarını geceden sabaha dek süren çok uzun yürüyüşler sırasında zihninde yazar ve geriye sadece kağıda geçirmek kalır. Kimi de Dostoyevski gibi kağıdın başına geçince en verimli zamanlarında 10 sayfadan fazla yazar. Tarzınız ne olursa olsun (ben eğer verimli bir çalışma zamanı ise günde yarım sayfadan fazla roman yazamam) bir romanı ancak bu aşamalardan geçerek yazarsınız. Kör Baykuş’un dünya edebiyatındaki onu biricik kılan özelliği ise Sadık Hidayet’in bu metnini saydığımız aşamalardan hiç geçirmeden oluşturmuş görünmesinden kaynaklanıyor. Gerçekten de metni sökmeye ve parçalamaya başladığınızda, alt metnine indiğinizde Sadık Hidayet’in iç bunalımını, yaratım sancısını ve farklı olabilme çabasını Kör Baykuş’ta hesapsız kitapsız bir şekilde ortaya koyduğuna şahit oluyorsunuz. Beni hayli kaba saba bir şekilde tabir ettiğim durumu Orhan Pamuk ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ kitabında hangi yazarın metin mimarlığı yaparak, hangisinin doğal addedilen şekilde hiçbir ön hazırlık olmadan roman yazdığını saf ve düşünceli ifadeleriyle tanımlamıştı. Bu açıdan bakınca Sadık Hidayet’e saf romancıların en önemlilerinden ve öncülerinden demek ukala cesareti istemez, fakat bir noktalı virgüle çok ihtiyaç duyar.

Doğu’nun Kafka’sı ne demek

Sadık Hidayet, eğer romancı tanımı üç ve üzeri roman metni olan yazarlara verilen ismi almaya dönük bir unvan ise tam olarak onun için söylenmeyecek bir edebi tanım olabilir. Yani Sadık Hidayet, gerçek anlamda bir romancıdır demek çok doğru değil. Romanları vardır evet ama Sadık Hidayet için romancıdır demek diğer romancılara haksızlık olur. Hikayecidir demek de aynı sınıfa girer. Hidayet daha çok bir kurucu baba gibidir. Konu Doğu olunca ve Batı’ya ait bir sanat dalı ki bana göre roman sanat değildir, romandan söz edilince ortaya daima bir şeylerin öncüsü, ilki, en iyisi tanımlarının atılması kimseyi şaşırtmaz. Sadık Hidayet’in sanki İran edebiyatının modernleşmesinin babası olmak gibi bir çabası varmışçasına ona romancı, hikayeci denildikten sonra modern sıfatının da verilmeye çalışılmasının ardında bu Şarkiyatçı duruş bulunuyor. Sadık Hidayet, aldığı Fransız tarzı eğitimi İran edebiyatının güçlü temelleriyle birleştirerek bir Batı hikayesi değil de bir Doğu hikayesi yazdı tüm metinlerinde. Son 30 yılda Nobel Edebiyat Ödülü’nün verildiği köken olarak Avrupalı ve ABD’li olmayan yazarlara dikkat edin: Çinli Mo Yan, Japon Kenzaburo Oe, Tanzanyalı Abdulrazzak Gurnah… Hepsi de kökleri Avrupa dışından ama edebiyat anlayışları Avrupa edebiyatı formunda. Kendi yerel ögelerini alarak, Batı anlatı formu ile birleştirmeyi fazlasıyla iyi başardıkları için Batı’nın en büyük edebiyat ödülü Nobel’e layık görüldüler. Sadık Hidayet ise Kör Baykuş’u İran ve Doğu edebiyatında aslında olmadığı öne sürülen Batı tarzı modern üslupla ve biçem ile yazarken dayandığı, köklerini saldığı yer İran ve Doğu edebiyatından başkası değildi: Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unu okurken akla ilk gelenin İran’ın ve İslam dünyasının en büyük şairlerinden olan fakat kullandığı şarap, cennet, meşk öğeleri nedeniyle sanki bu topraklardan petrol kadar bol büyük şair çıkıyormuş gibi bugün sahiplenilmeyen başta Ömer Hayyam olmak üzere Sad-i Şirazi’den Firdevsi’ye kadar büyük İran edebiyatçıları olması sorunun kendisini teşkil ediyor. Batı, hiçbir zaman bir Doğulu yazarın roman yazabileceğine, Batılılar kadar iyi kurgu, üslup yaratabileceğine, karakter çıkarabileceğine inanmadı. Ve bu karşı duruş bir avuç Şarkiyatçı karşıtının fantezisi olarak düşünülüp, ‘Yok öyle bir şey’ denildi her savunulduğunda. Ama Rusya’nın Ukrayna’ya 2022’de başlattığı saldırı sonrası Batı dünyasının verdiği ilk tepki, bir türlü Doğu romanı diyemediği ama sahiplenmeyi de hiç istemediği Rus edebiyatını Avrupa akademik dünyasının konusu olmaktan çıkartmak oldu. Ki Rusların birkaç asırdır kendini Batılı saydığını ve bunun sancılarını çektiğini bilmeyen yok. Ruslara bunu yapanlar bir İranlı yazarın ki Kafka kadar iyi modern edebiyat üretebilen Sadık Hidayet’in bir de üstüne üstlük kendi ülkesinin edebi derinliğine gönderme yapan, onlarla metinlerarasılık kuran Kör Baykuş’u yazmasını hiç hazmedemedi. Hidayet’e Doğu’nun Kafkası gibi Türkiye’de de bazı modern yazarlar için gazete kuponu gibi dağıtılan bu unvanı verip, geri çekilerek, onu yok saymayı seçti.

Konumuz aslında Kör Baykuş’un yalnızlık, varoluşçuluk gibi konuları ele alan okunması lezzetli, öğretici, yerel öğelere vurgu yapmanın önemini anlatan bir metin olduğunu dile getirmekti. Fakat konu ister istemez Batı’nın kültürel emperyalizminin Sadık Hidayet’i ‘Paris’te havagazı olan bir dairede intihar eden yazar’ olarak etiketlemesi ve Kör Baykuş’u bir kölük ile görmezden gelişine ulaştı. Tıpkı bir roman gibi. Roman yazarken de aklınızdaki kurgu, karakter, roman iklimi kağıda asla tam olarak zihindeki gibi dökülmez. Bir edebi metnin incelemesi de bir edebi metin olduğu için zihindeki yaratım ile kağıttaki birbirini tutmaz işte buna edebiyat denir…

Aslında bir yazarın bir metni neden incelemek istediğinin de metin kadar önemi var: Durduk yerde Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’undan söz etmedim bunca niteliğine rağmen. Romanı 16 yıl sonra yeniden okumaya iten sebeplerin başında bir ilk sayfa metni olmasının önemi büyük. Romanın açılışı insanın dertlerini başkasına açmanın ne kadar alçaltıcı, zor ve acı çekmekten başka işe yaramayan eylem olduğunu dünya edebiyat tarihinde gelmiş geçmiş en güzel şekilde anlattığı için okumak istemiştim. Ancak tecrübeyle sabittir: İnsan hiç derdini başka bir insana anlatır mı! Başka derdiniz mi yok!

edebiyathaber.net (21 Ağustos 2023)

Yorum yapın