Sadık Hidayet’ten vejetaryenlik üzerine | Nazê Nejla Yerlikaya

Şubat 2, 2015

Sadık Hidayet’ten vejetaryenlik üzerine | Nazê Nejla Yerlikaya

vejetaryenSâdık Hidayet’i pek çoğumuz Kör Baykuş romanıyla tanıyoruz. İran’ın bu yasaklı yazarının duyarlı dünyası onun vejetaryenlik üzerine düşünmesine de olanak tanımıştır.

Latince sağlam, canlı, yaşam dolu anlamına gelen “vegetus” sözcüğünden gelen vejetaryenlik Türkiye’de yeme içme kültürüne bir moda olarak girmiş, birçok vejetaryen lokanta açılmış, fakat bu durum varlığını kısa sürede yitirmiştir. Sağlıklı bir yaşam için çiğ sebze ve meyvelerle beslenmenin yararlarını bildiğimiz halde, konu vejetaryenlik olunca bir adım geri duruyor, beslenmeye ilişkin nedenleri sorgulamamız gerekirken vejetaryenliği sadece dinsel, ahlaki nedenlere dayandırıyoruz. Vejetaryenliğin bir moda olarak algılanması bir yana, et ve et ürünleri ile beslenen bizler için, genetik kodların da etkisiyle varlığını sürdüren et yeme alışkanlığımızı hiç sorgulamadan vejetaryen olan insanları gizliden gizliye yadırgıyor ve geçmiş bir modayı sürdürdüklerini düşünüyoruz.

Biliyoruz ki uygarlık tarihi insanoğlunun yemek için besin elde etmesi üzerine kurulmuştur. İnsanlık, büyük savaşlarını, ayaklanmalarını, göçlerini, sömürgelerini besin sorunu üzerinden vermiştir. Bu noktada insanoğlunun zalimce yaşamı neden başkalarının acı çekmesine neden olsun? Diye soruyor Sâdık Hidayet ve devam ediyor: başka canlıların mutluluk ve sevincini yok etmekten ne çıkarı olabilir? Acaba onun uygarlığı günahsızların kanıyla bulanmaya mı bağlı?

Vejetaryenlik üzerine düşünmeye her gün binlerce evcil hayvanın et yemek için insanlar tarafından vahşice öldürülmesi gerçeğiyle başlayan Sâdık Hidayet’in cümleleri insanın kanını dondurur cinsten:Hayvan sürüleri uzak şehirlerden on beş ve otuz gün boyunca sopa veya kamçı darbeleri altında naklediliyor. Hayvanlar yorgunluktan yığılacak olsalar, üvendirelerle kaldırıyorlar. Kimi zaman birkaç gün yemeden içmeden yakıcı güneş altında ya da pis kokmuş ağıllarda bırakılıyorlar. Ya da biri doğuracak olsa, sürüden geri kalmasın diye yavrusunu annesinin önünde kesiyorlar. Hayvancıklar daha yol yorgunluğunu atmadan kamçıyla mezbahaya gönderiliyorlar. Bu pis ve hüzün verici binaya girer girmez yürek sıkıştıran kan kokusu, nemli zemin, her yandan akan taze kan, hayvanların canhıraş feryatları, kendi kanına bulanmış ve seğiren cesetler, iki tarafına leş asılmış yarı canlı cılız atlar, leşleri satın almak için koşuşturan kasaplar, öte yandan koyunların iniltisi, uğultular, insanların küfürleri bağırıp çağırmaları. Zavallı hayvanlar bu çirkin Sadik-Hidayetmanzaradan, kokuşmuş et kokusundan ve kardeşlerinin kanından kendi başlarına gelecek korkunç manzarayı tahmin ediyorlar.

Sâdık Hidayet hayvanların besin ihtiyacı için vahşice öldürülmesini çok sert cümlelerle eleştiriyor; hayatta para ve boğaz düşkünlüğünden daha yüce emellerin peşinden koşan insanların dahi, vahşice öldürülen zavallı hayvanların leşlerini yediklerini yazıyor.

Şefkat! Ne saçma ve boş kelime! Birazcık hassas kalpleri olsa, kamu ve özel sektörlerdeki mezbahalarda kesilen tüm hayvanların acizlik ve yakarış dolu bakışlarını, acılı inleyişlerini ve uğradıkları işkenceyi düşünseler, canlıların etini yemekten vazgeçeceklerdir.

İnsanların, yedikleri hayvanları bizzat kesmek zorunda kalsalardı, çoğunun et yemekten vazgeçeceğini söyleyen Sâdık Hidayet, insanın öldürmek için yaratılmadığını ancak besinini sağlamak için cinayet işlediğini söylüyor. Bu noktada bir tespitte bulunan Sâdık Hidayet insanlığın öldürmekten nefret ettiğini ve bu yüzden de mezbahaları şehirlerden çok uzak yerlerde kurduklarını belirtiyor.

Et yiyen herkes hayvanı bizzat öldürsün ya da bu kişiler gidip ömürlerinin bir saatini o güzel manzarayla geçirsin bakalım. O leziz yiyeceklerin kendileri için nasıl hazırlandığını görsünler! Allahtan, işledikleri toplu kıyım cinayetleri gözden uzak olsun diye mezbahaları şehrin dışına kuruyorlar. Mezbaha iki ayaklı hayvan icadıdır. Hiçbir yırtıcı ve kan dökücü canlı, yemini bu denli rezilce yemez! İnsan, kurtların ve yeryüzündeki kan dökücü canlıların yüzünü ağartmıştır.”

Mezbahalarda çalışan insanların bu işi para ve çıkar için yaptıklarını, onlar için öldürmenin kâğıt yırtmak gibi bir şey olduğunu ve ahlaksal duygudan tamamen yoksun olduklarını söyleyen Sadık Hidayet’e göre bir hayvanı etini yemek için öldürmek ahlaksızca bir durumdur.

İnsanların hayvan eti yemesine sebep olan yaklaşımları inceleyen Sâdık Hidayet, insanın yaşamak için öldürmek zorunda olduğunu, etin kuvvet verici bir besin olduğunu ve yemezse öleceğini sandığını ve böylece her gün işlediği birkaç milyon cinayeti aklı sıra bu gerekçeyle affettireceğini düşündüğünü söylüyor.

İnsanın bedeninin et yiyecek şekilde yaratılmadığını belirten Sadık Hidayet, eğer et yiyecek şekilde yaratılmış olsaydı, yırtıcı hayvanlar gibi vahşi hayvanların peşinden koşup, canlı avı pençe ve dişleriyle parçalayarak ham eti, damarı, siniri, derisi ve kemiği ile birlikte yiyebilmesi gerekirdi, diye yazar. Oysaki kendisini, yetiştirilip öldürülen, hazırlanıp pişirilen hayvan kaslarını yemeye ikna etmiş olan insanın bu davranışları doğaya aykırıdır.

Bitkilerin insan bedeni için gereken bütün maddeleri sağladığı bilinirken, etin doğal bir yiyecek olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu bağlamda Sâdık Hidayet’in üzerinde düşündüğü şu soruları bizim de düşünmemiz gerektiğine inanıyorum: İnsanın yaşamı et tüketimine mi bağlı? Gerekli ve yararlı olmadığı halde hayvansal besinler insanın kuvvetini mi arttırıyor? Ya da zararlı mı? Sağlık ve yaşamın karşısında mı?

Hoş kokulu ve leziz meyveler dururken hayvan ve kuş leşlerini yiyen insanın bunu hırsından dolayı yaptığını yazan Sâdık Hidayet “Vejetaryenliğin Yararları” kitabında besinlerin kimyasal değerlerini verip etin bitkilere göre zararlı yanlarını ortaya koymayı da ihmal etmiyor.

Nazê Nejla Yerlikaya – edebiyathaber.net (2 Şubat 2015)

Yorum yapın