Söyleşi: Cemile Özyakan Demirci
İyi yazar olmak için nereye koşmalı, nerede durmalı?
Bilinmezi, görünmezi, tekinsizi sevmeyiz, çünkü açıklayamayız ve bu yüzden biraz da korkarız. Ama Sadık Yemni gibi bir fizik aşığı, bilimkurguyu, tekinsizi, göremediklerimizi kendi matematiğiyle ve böylesi bir mizahla harmanlarsa koşa koşa gideriz ona. 37 senelik Amsterdam macerasından sonra, belki de içten içe İnşallahvaristan’ın (Sadık Yemni sözlüğüne göre İnşallahvaristan: Evrenin en ücra köşesinde bile olsa mevcut olmamasından endişe duyduğumuz yer. Bütün ütopyaların beşiği) İzmir’de bir yerlerde bırakılmış ya da gözden kaçmış olma ihtimaline inanarak geri döndü. Merak dolu sorularımın tıklattığı kapısını sevgiyle açtı; bir de miyavorlarını (miyavor: Kedilerin en çok istedikleri üç şeyin -sıcak, kucak ve kayıntı- tek kelimeyle ifade edilişi) eksik etmediği kedileriyle. Dizi senaryoları, farklı türde yeni kitap projeleri… Türlü işlere ayağının tozuyla girişivermiş, kendisine özel sözlüğü bile olan, değerli edebiyatçı Sadık Yemni’nin dindirilemez coşkusu benim bu muhteşem söyleşi için duyduğum heyecanı yendi. Yola yeni çıkanlara ise “gerçek kendilerini” bulmaları konusunda tavsiyeleri var.
1975 senesinde Amsterdam’a gittiniz ve orada 37 sene yaşadıktan sonra, yakın bir zamanda Türkiye’ye döndünüz? Buradan gidiş ve geri dönüş kararlarını alma süreçleriniz nasıl gelişti?
Bir göçmenin bavulu yatağın altında hazır bekler. Para kazanılacaktır ve dönülecektir. Ben de böyle gitmiştim. Göçmenliğin kendine has bir karakteri var, ben bunu seviyorum, çünkü göçmenlik biraz da kaderimiz.
Yakın zamanda evrenin belli bir hızla genişlediğini bulguladık. Bu, görebildiğimiz her şeyin inanılmaz bir hızla hareket ettiği anlamına gelir. O halde göçmek evrene uyumlu bir harekettir. Göçmek olmadan ne kültür ne sanat ne bilim var olabilir. Çünkü göçmenlik bir başka yeri görmek, adapte olmaktır ve bu insanların gelişimi için elzemdir. Başka ülke denemelerim de oldu. 1981 sonunda Sydney’e kalma fikriyle gittim, ancak vizem uzatılmadığı için kalamadım. 1984’te Brezilya’ya gittim. Ama yeniden Amsterdam’a döndüm. 2005’ten beri Türkiye’ye dönme fikri yavaş yavaş belirdiğinden gelme sıklığım arttı ve zaten taksit taksit taşınıyordum. Kurulu düzeni bozmak, orta yaş ve üzeri kişiler için çok zordur, fakat kurulu düzeni yeri geldiğinde bozamazsanız hiçbir büyük ve temel yeniliğe yelken açamazsınız.
Muska adlı kitabınızın senaryolaştırılıp, film yapılması söz konusu olmuştu. Bu proje neden gerçekleşmedi?
Muska çok katmanlı, senfonik kurgulu bir romandır. Çünkü on üç kahramanımız var ve onların hikâyesini 90-100 dakikalık bir hikâye haline getirmek ve anlatılan öyküden hiç fire vermemek çok ciddi bir işti. 1997 yılında Atıf Yılmaz çekecekti ve iki ayrı kişiye senaryo yazdırttı, ancak iki senaryoyu da çok uzun buldu. Sonuç olarak senaryolaştırmayı başaramadık, diye bir mektup yazdı bana rahmetli. Fakat ben 2009’da iki roman arası boş bir vakitte kendim senaryosunu yazıp neredeyse bitirdim. Ama araya başka işler girdi tabii. Muska‘yı film olarak görmeyi çok isterim, ama dizi potansiyeli de bayağı güçlü. Yatır adlı kitabım için on üç bölümlük bir dizi planı var. Muska için böyle bir proje söz konusu olabilir, fakat başa dönüp yeniden gözden geçirmek gerek. Bana artık başkasının yazmış olduğu bir kitap gibi geliyor Muska. Halbuki içindeki pek çok hikaye gerçek, bire bir başımdan geçmiş deneyimlerdir.
Hayal gücünüzün ve üretkenliğinizin sırrı yalnızca bu deneyimler mi?
Üç ayrı unsurdan bahsedebiliriz. Bunlardan birincisi gerçek bir medyum olan anneannemin bizimle birlikte yaşamasıydı. Annem gibiydi. 4 yaşımda ilk kez kendi vücudumu onun gözlerinden gördüm. Bundan 15 yıl kadar önce keşfedilen ayna nöronlar sayesinde nöronlarımızın televizyon gibi yayın yaptıklarını gördük ve sanırım telepati de başka türlü açıklanamaz. 4 yaşından itibaren düşsel dostlarım oldu. Muska’daki düşsel dostlarım gerçektir. Daha başka zeki yaratıkların kendi deneyimlerini yaşayıp bunu evrene saldıklarına inanırım. Benim dışa hassas bir çanak antenim var diyelim.
İkincisi, 17 yaşındayken İzmir Atatürk Lisesi’nde rahmetli kimya öğretmenim bir seminer için Ankara’ya gidip beni bir süreliğine yerine öğretmen olarak bıraktı. Edebiyat sınıflarına ders verdim. Anlatma konusunda yedi yıl boyunca çok şiddetli antrenman yaptım. Bu sayede hızlı formülleştirme ve bir şeyi kafamda üç boyutlu, dört boyutlu canlandırabilme ve anlatabilme becerim gelişti.
Üçüncüsü de, 24 yaşımda göçmen olduktan sonra çok çeşitli işler yaptım. Börekçi, baklavacı, temizlikçi, konfeksiyoncu, gece kulübü kapıcısı, garson, barmen oldum; demiryollarında birbirinden farklı işler yaptım. Hayat deneyimi benim için önemli. Örneğin garson bir karakteri rahatlıkla yaratabilirim. Tabii bu üç şeyin yanında çok okumayı saymıyorum bile…
Metafizik, fizik ve matematiğin ta kendisidir.
Kitaplarınızda geçen “tekinsiz” olayların ve varlıkların hepsini deneyimlediğinizi söyleyebilir miyiz?
Hayır, hepsini değil, bir kısmını diyebiliriz. Bu tekinsiz olaylar için şunu söyleyebilirim ki metafizik, fiziğin ve matematiğin ta kendisidir. Erişilemez yerde olmasının nedeni henüz bizim bilgimizin ve teknik düzeyimizin oraya kadar ulaşamamasıdır. İşin bu tarafını yadsıyarak, inkâr ederek çok başka alanlara dairmiş gibi göstermeye gerek yok. Fizik ve matematik her şeydir.
Bir senaryo yazarı olarak Türkiye’deki diziler hakkında ne düşünüyorsunuz? Uyarlama senaryolarla ilgili görüşünüz nedir? Sizin senaryolarınız bu anlamda nerede duruyor?
Behzat Ç. ve Arka Sokaklar’ı beğeniyorum. Türkiye’de her hafta bu kadar uzun bölümlü dizi yapanlar insanüstü bir iş başarıyorlar. Ben kendi ilgilendiğim alandaki tüm dizileri seyretme, kitapların çoğunu okuma fırsatı buldum. Twin Peaks, Twilight Zone, 4400, Outer Limits ve
bunlar gibi tüm dizileri çıkar çıkmaz izleyebildim. Bütün dizeleri izleyen, kitapların çoğunu okuyan, bütünü bilen taklit yapmama ehliyetine sahip olur.
İnsan çok farklı bir yaratık olmadığı için çok farklı öyküler yapamaz. Ama bulunduğu yere has öyküler yapmak hâlâ popülerdir. Eğer bunu yaparsak dışarıya satmak mümkün.
Web sitenizde yayımladığınız Sadık Yemni Sözlüğü’nün içinde anlamını henüz açıklamadığınız “Jüpiter Etkisi” nedir?
Fizikçiler 30 yıl kadar önce enerjiden tasarruf etmek için Jüpiter’in gidecekleri yere en yakın konuma gelmesini beklemeyi düşündüler. İnsansız roket gönderecekleri zaman, dünyadan 1.400 kez büyük olan Jüpiter’e doğru göndererek yakıttan tasarruf etmekti amaç. Dünyaya düşse dünyayı yok edecek olan asteroitler, Jüpiter’deki yer çekimi yüzünden, oraya düşüyorlar. Roketin yakıtını Jüpiter’e yaklaşınca kesmek, Jüpiter’e yaklaşınca yer çekimi sayesinde hızlanmak, Jüpiter’e çok yaklaşıp hızımız artınca roketi tekrar çalıştırmak ve bu artmış hızı kullanarak çok hızlı ilerlemek üzerine bir teori vardı. Yazar olmak isteyenlere vermek istediğim öğüt şudur: Önce sizi okurken mahveden yazarlar bulun. O yazarlardan bir tanesini kendinize Jüpiter yapın. Jüpiter’e doğru yola çıkın ve tam ona çok yaklaştığınızda bir manevra yapıp ondan kaçın. Onun artırdığı hızın da yardımıyla ulaşmak istediğiniz yere ulaşın. Ancak vaktinde manevra yapamazsanız, Jüpiter’in göbeğine saplanırsınız ve tıpkı o yazar gibi yazmaya çalışırsınız. Jüpiter’e saplanmış yazar, kötü yazardır. Birisi gibi yazamayan ve onun kim olduğunu belli eden yazara kötü yazar denir. Jüpiterlerimizin kitaplarını hızlı hızlı değil, interneti, telefonu kapatıp birkaç defa okumak, hazmetmek gereklidir.
Yazar adayının Jüpiter’e yaklaştığında manevra yapmasından kastınız nedir?
O kişinin eserlerini neredeyse sayısız kerelere okumalı, o metinlerle yatıp kalkmalıdır. O zaman o yazarın siz olmayan tarafını görür ve kendi yolunuzu açarsınız. Üslup bu nedenle çok önemlidir.
Sizin Jüpiter’iniz kim?
Birkaç tane sayabilirim. Borges, Stephen King, Len Deighton ve Graham Greene.
Sadık Yemni Sözlüğü’ne girecek yeni kelimeler var mı?
Tesirlilik var. Etkin tesirli demektir. Etkinlik kelimesinin karşılığı faaliyet değildir. Ben de etkinlik kelimesinin karşılığı olarak tesirlilik kelimesini uydurdum. Etkinliğin yanlış kullanımının altını çizmek için uydurdum tabii bu kelimeyi.
Aforizma da yazıyorsunuz değil mi?
Evet, en çok kullandığım: “Mizah, zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır”.
Şu sıralar gündemde olan yeni projeler var mı? Varsa ne aşamadalar?
Şu anda senaryo ve senaryolara konu olabilecek yeni öykülerle meşgulüm. Senaryolar alacakaranlık kuşağı tarzında, gizemli, olağanüstü olaylar içeren öyküler. Bunlardan oluşan bir TV dizisi için çekimler bugünlerde başlıyor. Kendi öykülerimden hareketle yedi senaryo yazdım, bunların altısı çekilecek. İyi giderse toplamda 26 bölüm planlanıyor. Her bir bölümün ayrı konusu ve ayrı oyuncuları olacak; yani her bölüm birbirinden bağımsız.
Bir de 37 yıllık göçmenlikten sonra, içinde fantastik unsurlar olmayan, çok dehşetli, gerçek hikâyelerin olduğu dram türünde göçmen romanları yazıyorum. Birincisi 1977 yazını, Amsterdam’daki Alsancak Börekçisi’ndeki deneyimlerimi, gözlemlerimi anlatacak. Birkaç kitaplık bir seri olacak.
Cemile Özyakan Demirci – edebiyathaber.net (25 Mart 2013)