Gustave Flaubert “Saf Bir Yürek” isimli uzun öyküsünün “Sıradan bir yaşamın, bağlandığına coşkudan uzak bir biçimde bağlanan, taze ekmek gibi yumuşak, dindar ve yoksul bir kadının öyküsü” olduğunu söylüyor. Öykünün kahramanı Felicite, Theodore isimli bir genci, yanında çalıştığı hanımın çocuklarını, yoryeğeni Victor’u, son olarak da papağanı Loulou’yu koşulsuz, beklentisiz bir sevgiyle sevi. Papağanı ölünce hanımının önerisiyle onu doldurtuyor, ölürken de papağanını Kutsal Ruh ile karıştırıyor. Öyküsünün “çok ciddi ve acıklı” olduğunu belirten Flaubert, “Duyarlı ruhları acımaya yöneltmek, ağlatmak istiyorum. Çünkü ben de onlardanım” diyerek yazma amacını ifade ediyor.
Kitabın önsözünde Flaubert’in elinde defter, öyküsünü geçireceği yerlerin özelliklerini saptadığı, notlar aldığı, çalışma masasının üzerinde öyküdeki papağana benzeyen doldurulmuş bir papağan bulundurduğu belirtiliyor. Günümüzde film yapımcılarının, yönetmen ve senaristlerin filmin çekileceği mekânları Flaubert’in yaptığı gibi, gezip görüp, filmi gözlerinde canlandırarak benzer çalışmalar yaptıklarını biliyoruz. Sanırım Flaubert’in bu çalışma şeklinin öncüsü olduğunu ileri sürmek yanıltıcı olmaz.
Bu araştırmayı hem kendi yazma sürecine katkıda bulunmak hem de kolayca zihninde canlandırabileceği bir görsellikle okurun kendini öykünün geçtiği yerdeymiş hissine kapılarak, yazdıklarının etkisini artırmak amacıyla yapmış olabileceğini düşünüyorum. Sinema, televizyon ve fotoğrafın olmadığı bir dönemde bu yazım tekniği bir yenilik, farklılık getirdiği için, yazarın gerçekçiliğin öncüsü olarak anılmasına yol açmıştır. Ancak, günümüzde görselliği zihninde canlandırma gücü hayli gelişmiş izleyici ve okuyucular için çevrenin, doğanın bu kadar çok betimlenmesi, uzun uzun anlatılması, okumayı bazı yerlerde sıkıcı, gereksiz ayrıntılar içeren, sadede gelemeyen bir noktaya taşıyormuş gibi görünüyor. Eleştirime, kitabın 23. sayfasındaki “Öğleden sonra…” diye başlayan ve “Hemen her seferinde…” şeklinde bir sonraki paragrafta da anlatılmaya devam eden bölümleri örnek olarak gösterebilirim. Öyküde birçok yerde benzer örnekler bulunmaktadır. Bu türden bir anlatımın öyküyü şiirselliğe yaklaştırdığı, farklı bir edebi tat içerdiği de ileri sürülebilir. Burada vurgulamak istediğim, dönemin ve okuyucu tipinin değişmesinin anlatım biçimini de değiştirdiğidir.
Felicite Nasıl biridir? Gerçekten “Saf Bir Yürek” midir?
Saf’ın sözlük anlamına baktığımızda; temiz, halis, katıksız, kurnazlığa aklı ermeyen, kolaylıkla aldatılabilen, bön gibi anlamları olduğunu görüyoruz. Saf olma hali çocuklara yakıştırılır. Onların genellikle içlerinde kötülük olmadığı, kendilerine söylenen her söze kolayca inandıkları için “çocukça saf” olmaktan bahsedilir. Peki Felicite bu kadar saf biri midir?
“Kız, küçük hanımefendiler gibi masum değildi; hayvanlardan her şeyi öğrenmişti. Ama aklı ve onur içgüdüsü, kendini koyuvermesini engelledi.” (sayfa 16)
“Felicite, adamların küçük kurnazlıklarını boşa çıkarır, onlar da kıza büyük saygı duyarak gerisin geri dönerlerdi.” (sayfa 18)
“…kadeh kadeh üstüne içer, sonra da açık saçık şakalar yapmaya başlardı. Felicite, terbiyeli bir tavırla dışarıya itelerdi onu: Yeterince içtiniz Mösyö dö Gremanville! Bir başka sefere! Ve ardından kapıyı kapardı.” (sayfa 19)
“… söküklerini getirip diktiriyor, o da bu işi, oğlanı bir daha gelmeye zorladığı için seve seve yapıyordu.” (sayfa 30)
Yukarıya aldığım dört örnek Felicite’nin safın tanımlarının bir kısmına uymadığını gösteriyor. Kurnazlığa aklı ermiyor olabilir ama kolaylıkla aldatılabildiğini söyleyemeyiz. Onda bilinçsiz bir saflıktan ziyade, imanı güçlü, inançlı birinin kararlılığı, çilekeşliği var sanki. Koşulsuz, hesapsız sevgisi ile yaptığı işler, katlandığı zorluklar bazılarına aptallık olarak görünmektedir.
“Hayal ürünü uğultular, rahatsızlığına tuz biber ekti. Hanımı sık sık: Tanrım! Ne kadar aptalsınız!” diyor, o da “Evet madam! Yanıtını verip çevresinde bir şeyler aramaya başlıyordu.” (sayfa 45)
Bayan Aubain her ne kadar onu aptal bulsa da, öyküde o kadar aptal olmadığını gösteren bölümler de var. Satıcılarla pazarlıktaki mahareti, bir gün yürüyüşten dönerken karşılarına çıkan boğanın yarattığı tehlikeyi soğukkanlılıkla bertaraf etmesi ki, Bayan Aubain çocuklarını anne içgüdüsüyle cansiperane koruyamazken, Felicite’nin gözüpek bir davranışla bunu başarabilmesi ve son arkadaşı papağan Loulou’ya sabırla öğrettiği kelimeler örnek olarak gösterilebilir. Bu noktada Felicite’nin Don Kişot’la benzerlikler taşıdığını belirtmeliyim. Don Kişot’u herkes deli olarak görse, arkasından alay edip gülse de, onun o gözü pek, bir dolu sopa yiyip yaralansa bile kahramanlık için koşul aramayan, hesapsız, çıkarsız, ilkeli cesareti ve nezaketi kendisini küçümseyenlerde yoktu. Aynı şekilde, Felicite’nin kimseyi yargılamayan, eleştirmeyen tavırları, sessizliği, çıkara bağlı olmayan asil sevgisi ve Tanrı inancı da yine onu saf, aptal bulanlarda yoktu. Biri kahraman olmanın diğeri insan olmanın başkalarında olmayan erdemlerini taşıyordu. Asıl gülünçlük ve budalalık, cesaretlerini, saflık, iyi niyet ve inançlarını yitirenlerin yitirmeyenleri budala bulup küçümsemesinde değil mi? Hesapsız, koşulsuz, yürekleriyle yaşamayı başardıkları için Don Kişot’ların, Felicite’lerin alkışlanması gerekmez mi?
Öyküde Flaubert, “Saf Bir Yürek”te olması gerektiğini düşündüğü merhametli olmak, emeğini cömertçe sunmak, koşulsuz sevmek, duygularında ve yaptıklarında samimi olmak, inançlı olmak, karşılık beklemeden gerekeni yapmak gibi nitelikleri, Felicite’nin sessiz, söze değil eyleme önem veren kişiliğinde oya gibi işleyerek veriyor. Ancak, yazarın Felicite’nin kişiliğini keşfetmeyi okuyucuya bırakmayıp, çoğu yerde adeta dikte ettiğini görüyoruz. Felicite’yi neredeyse hiç konuşturmuyor, onun adına hep kendisi bir şeyler söylüyor. Bu yüzden Felicite’nin iç dünyasına, duygu dünyasına yeterince vakıf olamıyoruz. Karakteriyle ilgili önemli ayrıntılar, işaretler içeren Felicite’nin odasına ancak öykünün sonlarına doğru girebiliyoruz.
Öykünün bazı yerlerinde yazarın kahramanını küçümsediği, aşağıladığı hissine de kapıldım.
“…bu denli büyük bir saflık onu eğlendiriyor, Felicite’yse bunun nedenini anlamıyordu; aslında portresini bile görmeyi ummuş olabilirdi orada; zekâsı o denli sınırlıydı!” (sayfa 34)
“Düşüncelerinin küçük çemberi daha da daraldı…” (sayfa 45)
Bazıları tarafından “Üç Öykü” kitabında yer alan “Saf Bir Yürek” yazarın başyapıtı sayılmaktadır. “Madame Bovary”den daha iyi olduğu ileri sürülmektedir. M. Bovary’de de “Saf Bir Yürek”te olduğu gibi, doğayla ve çevreyle ilgili bol tasvirler, betimlemeler yer almaktadır. M. Bovary’de, romanın rahat anlatım olanağı içerisinde Emma başta olmak üzere birçok kişinin karakter yapısı roman boyunca iç dünyalarıyla ve diyaloglarla okuyucu tarafından yavaş yavaş keşfedilmektedir. Ancak tür olarak öykü bunu yapmaya izin vermemektedir. Dolayısıyla, “Saf Bir Yürek”te birçok isim geçmesine rağmen hiçbiri hakkında doğru, kapsamlı bir kanaat oluşturulamamakta, yazarın birkaç cümlesiyle geçiştirilmektedir. Yazarın kahramanının niteliklerini sürekli kendi sözleriyle belirterek, didaktik sayılabilecek bir anlatıma kaydığı söylenebilir.
1856 yılında yayınlanan ilk romanı “MadameBovary” ile büyük tartışmalara neden olan, tutucu çevrelerin baskısıyla mahkemede yargılanırken “M.Bovary benim” demek zorunda kalan GustaveFlaubert, yirmi yıl sonra 1876’da bitirdiği “Saf Bir Yürek” öyküsündeki Felicite karakteri ile sanki Emma’nın zıddını yaratarak günah çıkarmak istemiştir. Kendinden başka hiçbir şeye önem vermeyen, kural tanımaz, kontrolsüz duygularıyla, aşk ihtiyacıyla tutucu çevrelerin tepkisini çeken Emma Bovary’nin karşısında, bir erdem timsali sessiz, sakin, inançlı Felicite vardır. Emma mı Felicite mi hangisi daha gerçektir? Yazar bu soruyu nasıl cevaplardı merak ettim doğrusu.
Son olarak, bir solukta okunan öyküsünde Flaubert, çoğunluğun içinde kaybolup giden, dikkat çekmeyen, sıradan birini, Felicite’yi, sıradışı bir karaktere dönüştürerek ona edebi ölümsüzlüğü vermeyi başarmış. Vicdanı, merhameti, iyi bir yüreği olan herkesin hafızasında, Felicite’ye buruk, hüzünlü, sevgiyle hatırlanmasını sağlayacak bir yer açmış.
edebiyathaber.net (19 Nisan 2019)