Kemal Varol’un geride bıraktığımız baharda yayımlanan kitabı Sahiden Hikaye’yi[1] elime alıp okumaya başladığımda bile, kapakta kocaman kırmızı harflerle yazılı adını Sahibinden Hikâye olarak görüyordum, kitabın adının sahibinden değil Sahiden Hikâye olduğunu fark etiğimde çok şaşırdım ve beynimin bana gösterdiği bu illüzyon üzerinde düşünmeye başladım. Daha önce Jaw, Har ve Ucunda Ölüm Var romanları ilgiyle karşılanan yazar, sahiden hikâyeler anlatıyordu ve bu hikâyeler aynı zamanda sahibinin ağzından anlatılırcasına gerçekçiydi. Belki de bu yanlış anlamaya neden olan bu gerçeklikti. Zaten yazar da kitabını şu cümlelerle bitiriyordu: “Bu harfleri yan yana getirip güzel güzel şeyler anlat insanlara! Ki onlar bunları okurken sahiden hikâye sansınlar her seferinde.” [2]
Yazarlar, dünyayı bilinçle algıladıkları ilk andan itibaren heybelerinde biriktirdikleri ne varsa onları anlatır çoğunlukla. Biriktirdiklerinin çok büyük bir kısmı, o kısa çocukluk dönemine denk gelir. Her insanın çocukluğu benzer koşullarda geçmez elbette, kimileri steril dünyalarında ayakları toprağa değmeden büyürken kimileri de bir dehşete açar gözlerini, bu dehşetle büyür ve dünyanın ya da ülkenin her yerinde çocukların benzer koşullarda yaşadığını sanır. Sahiden Hikâye’de, dehşetin içinde kök salmaya çalışan, köyleri boşaltıldığı için Arkanya denilen o düşsel ülkeye göç eden, gelirken keçilerini, ineklerini, delilerini de getirenlerin, kasabalılarla birlikte kurduğu ortak yaşantıya ve kasabalıların anılarına dair öyküler okuyoruz. Zorlu koşulların günlük yaşantının bir parçası olduğu Arkanya’da çocuklarla birlikte büyüyen acının yanı sıra; aşk, sevgi, hayal ve umut gibi hayatı yaşanılır kılan değerlerin de boy verişine tanık oluyoruz.
“Acı çekenler, yani savaşanlar -ya da isterseniz kişiler diyelim- gerçektirler ve okurların kendilerine verdikleriyle değil, doğrudan doğruya kendilerinin namusluca var olmak ya da namusluca var olmamak konusundaki tüm içtenlikleriyle gerçektirler.”[3] diyor İspanyol yazar Mıguel de Unamuno. Sahiden Hikâye’yi okurken Unamuno’nun bu sözleri düştü aklıma; Varol’un öykülerinde yer alan kahramanların ve acının gerçekliği Unamuno’nun da söylediği gibi içtenlikten besleniyor. Yazarın, acıyı gündelik dil içinde yürek burkan bir mizah ve duyarlıkla ele alışındaki sadelik acıyı sıradanlaştırmıyor.
Beş bölümden oluşan kitapta yer alan karakterler Rewhat Arslan’ın çizgileri ile adeta ete kemiğe bürünmüş ve bu durum öykülerin sinematografik boyutunu güçlendirmiş. Sahiden Hikâye’de yer alan öyküler ve kişiler bir biri ile bağlantılı, öykülerin geçtiği mekan ortak. Bu yanı ile bir öykü kitabından çok roman gibi okunabilecek kitabın ilk öyküsünde, Arkanya’nın Sesi Gazetesi basılacaktır ama Z harfi kayıptır. Okur, Z harfinin nasıl ve niye kayıp olduğunu ve hangi haberin başlığı için gerektiğini anladığında kitap bitmiştir ve büyük ihtimalle suratının ortasına birkaç yumruk yemişçesine kalıvermiştir. Kemal Varol’un harflerle ve sözcüklerle kurduğu ilişkide öne çıkan oyunsuluk okuru içine alıyor. Harfler yer değiştiriyor, kayıp düşüyor, çiğnenip yutuluyor. Harfler belki de varlığımızın kanıtı gibi orta yerde duruyor, adının ilk harfini yitiren kayboluyor.
Sahiden Hikâye’nin 21. sayfasında “Sonra pencerede sıkıntıyla sigara içerken bizim bu yaşımız böyle yavaşça sokaktan geçip el sallayacakmış bize. Eksik kaldım, gel beni tamamla, diyecekmiş.” der, Lamek arkadaşı Gobi’ye. Eksik kalan ve tamamlanmaya ihtiyaç duyan hikâyeler ve hayatlar gelir aklımıza ve şu soruyu bir kez daha sorarız; edebiyatın işlevi nedir? Bu sorunun yanıtı yazan ve okuyan herkes için farklıdır kuşkusuz. Varol, çağının tanığı olmak zorunluluğu duyar gibidir, sessiz kalmak suça ortak olmaktır birazda. Ya da kelimelerden başka sığınağı kalmamıştır artık insanın yeryüzünde. Anlatmak iyileştirir mi yaraları, bilinmez elbet, ancak denemekten ne çıkar.
Lamek, Gobi, Domestos ve arkadaşları esmer, hatta kara çocuklardır; karalık yalnızca bir ten rengi değildir, Arkanyalı olmak demektir. Dışardan gelen memur çocukları, açık tenli, renkli gözlüdür ve onlar sanki başka bir dünyaya aittir. Arkanyalılar, kasabalarını diğer tüm kasabalardan ayrı görmektedir belki de, onları ayrı ve farklı kılan koşullar olmakla birlikte diğer tüm kasabalara benzeyen yanları da az değildir hani. Taşra bungunluğu, duvar üstlerinde ya da ağaç tepelerinde geçen tüm o uzun yaz günlerinde dalıp gidilen gündüz düşlerini bozan kamyonlar, asker konvoyları ve traktör sesleri, seyyar satıcılar, bohçacılar, ya da ilaç şişesine doldurdukları eskimoları satmaya çalışan çocuklar, televizyonu olan komşunun evine dolan mahallenin küçükleri, ısınan regülatör, Anadolu’dan Görünüm programının dayanılmaz ağırlığı Türkiye’nin neresinde yaşamış olursa olsun kırklı yaşlarını süren herkesin ortak hafızasına ait imajlardır. Ayrıca gazoz kapağı ya da kibrit kutusu toplamak, stres bileziği, Omo’dan çıkan inci kolye gibi ayrıntılar çoğumuz için tanıdıktır. Ancak, bitmek bilmeyen OHAL, dar paçalı pantolon giyen ve yeleğinin altında satır taşıyan gençler, her gün işlenen cinayetler, kasabanın üzerine çöken kabus Arkanya ve benzer coğrafyaların haksız kaderidir.
Uzaktan yaşansa ve tek taraflı olsa da aşk vardır Arkanya’da. Küçük Amca’da olduğu gibi telefonla kurulan ve tüm kasabanın ağzına sakız olan bir iletişim biçimidir zaman zaman da. Kadınlar uzak ve yabancıdır. İzmir’e kaçan Domestos’un dönünce ballandıra ballandıra anlattığı şortlu kadınlar hayallerde şavkırken, merakın kattığı aşırılık kadınları iyice erişilmez kılar. Kasabanın çok kitap okuyan abilerinden biri, kadınların yaralı adamları sevdiğini ve yaraları sarmak istediğini söyler, Arkanya’nın Sesi Gazetesi’nin sahibi Stalin Eyüp’se bir öpücük yüzünden tutulduğu aşkın ardından enkaz altında kalmışçasına seslenir; kadınların erkeklere verebileceği tek şeyin heder olmaktır.
Makam Dağı’nın eteğinde kurulu kasabada her gün biri öldürülmektedir ve artık insanlar hava karardıktan sonra dışarı çıkamamaktadır. Ölüm, Allahuekber nidasıyla gelirken, can almayı kendilerine hak gören birileri Azrail rolüne soyunmuştur. Din ve devlet arasına sıkışmış insanların ölümleri ancak bir gün boyunca konuşulur kasabada. Ertesi gün, yeni bir ölüm gelmektedir zira. Hastaların reçetelerine sabah akşam tok karnına Markez ve Borgez yazan doktoruyla, kırk dokuz delisiyle, askeri aracın yavrulayabildiğini sanan nenesiyle, ölmeden mezarını kazan taş ustası dayısıyla hem içimizde hem uzağımızda bir yerdir Arkanya; yazılması ve okunması gereken.
Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (25 Eylül 2017)
[1] Sahiden Hikâye, Kemal Varol, İletişim Yayınları-2017
[2] A.g.e, syf. 169
[3] Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz, Migule de Unamuna, syf. 3 , İş Bankası Kültür Yayınları-2016