Sahne ardı yaşanmışlıkları | Lale Şenkula

Şubat 22, 1980

Sahne ardı yaşanmışlıkları | Lale Şenkula

kulisHeybetli bordo bir kapı. Aşınmış, rengi yer yer kiremite çalıyor. Üzerinde parlak altın sarısı plakadan büyük bir yıldız var. Bakır tokmağının ince işçiliği kapıyı daha heybetli yapıyor. Ardında bir aktristin iç dünyasından yansıyan hayat bağlarını saklıyor. Oymalı tokmağı saat yönünün tersine çevirip küçük “tik” sesini duyduktan sonra yaşlı kapı gıcırdayarak ardına dek açılıyor. Kapının tam karşısında üzeri irili ufaklı nice biblo, makyaj malzemesi ve mücevherle dolu aynalı tuvalet masası yer alıyor. Yumuşacık bordo halılarla kaplanmış zeminde birkaç adım attıktan sonra masanın üzerindeki eşyalar daha net görülebiliyor. Diktörtgen şeklindeki ince uzun kahverengi ahşap makyaj masasının sağ ve sol köşelerinde ikişer çekmece bulunuyor. Çekmecelerin içleri eskimiş broşürler, biletler ve kuponlarla doldurulmuş. Kimisi yırtılmış kimisi okunaksız ve yazıları silinmiş halde. İncecik gri bir toz tabakası örtmüş masanın üzerini. En dikkat çekici eşya ise sol köşede duran lila rengindeki kristal vazo. Yarısına kadar su ile doldurulmuş bu vazoyu dimdik duran pembe orkideler süslüyor. Masaya hayat veren tek obje hem kristal yapısının yarattığı minik ışık oyunları hem de parlak renkleriyle yaşam dolu çiçekli bu vazo. Gelişigüzel dağılmış onlarca makyaj malzemesi aktrisin makyaj düşkünü olduğunun bir kanıtı niteliğinde. Geniş renk skalasında, farklı markalara ait rujlar; kirpikleri kıvırma, uzatma, sıklaştırma gibi değişik görevleri olan rimeller; geniş tabaklardaki renkli petifürleri andıran büyük far paletleri adeta görsel bir şölen yaşatıyor. Ressam edasıyla serpiştirilmiş büyük küçük fırçalar, her an yeni bir tablonun yaratıcıları olmaya hazır sanki. Masanın sağ köşesi daha ürpertici bir görüntü sergiliyor. Kireçten yapılmış, ifadesiz yüzleri olan yarım bedenli mankenler perukları taşıyor. Pembe, mavi, yeşil, siyah, kızıl, sarı peruklar aktrisin vücudunda hayat bulduğunda bambaşka karakterleri temsil ediyorlar.  İnce işlikten çıkan büyük aynanın kenarları sahnede yaşanan yıllara tanıklık eden sararmış fotoğraflarla dolu. Gülen, ağlayan, şaşıran, korkan nice yüz ve hikayeleri… Odanın sağ tarafında uzunca kırmızı kadife bir koltuk, aktrisin yorgunluğunu atması için var olmuşçasına duruşundan emin. Kahverengi kıvrımlı ayakları yere oldukça yakın. Sarı ışığı ile odayı hafifçe aydınlatan küçük avizenin oluşturduğu loş ortamda, koltuğun canlı rengiyle diğer eşyalara meydan okuyor. Tam karşısındaki açık askının üstünde yığılmış kostümlerin kimisi düzgün şekilde asılmış, kimisi öylece atılmış kimisi ise askı üzerinde duramayacak kadar şanssız olduğundan bordo zeminde kendisine bir yer bulmuş. Askının yanındaki küçük camlı dolap, her şehirden birer parfüm şişesini sergilemek için kullanılıyor. İnce uzun olanlar gibi küçük tombul şişeler de var göz kamaştırıcı renklerde. Ağırlıklı olarak siyah, mor ve gümüş renkli şişelerin aralarında ışıl ışıl olanlar, keskin hatlarıyla saygı uyandıranlar, pürüzsüzlükleriyle zenginliği anımsatanlar duruyor merak uyandıran hikayeleriyle. Bu farklı parfümler yalnızca biblo görünümde; çünkü odaya ağırlıklı olarak orkideyle harmanlanmış çikolata kokusu hakim. Aktrisin koltuğun yanındaki küçük zigon üzerine bıraktığı bol çikolatalı, içi kremayla doldurulmuş, taptaze pasta diliminin kokusu sinmiş bu dört duvar arasına. Porselen tabakta sanatın vücut bulmuş hali gibi zarif duruşunu sergileyen bu dilimin yanında içi naneli likörle doldurulmuş küçük bir bardak yarısına kadar içilip bırakılmış. Likörün keskin kokusu pastayla dans ediyor yumuşak hareketlerle. Eski gramofondan çalan hafif Frank Sinatra şarkıları odanın ağır havasını yumuşatırken, aralık kalmış pencerenin umursamazlığını fırsat bilerek ipek tüllerle flörtleşen serin rüzgarın eşliği ile ruhu dinlendiriyor. Oda, taze yaşam izleri barındırmasına rağmen aktrisin orada olmaması dikkat çekiyor. Sanki ılık müzik eşliğinde liköründen birkaç yudum aldıktan sonra pastasını yemeye hazırlanırken bir anda ortadan kayboluyor. Aniden yerdeki hafif bir pırıltı göze çarpıyor. Yakından bakıldığında bunun gümüş bir çatal olduğu ve kıpkırmızı ojeli beyaz bir el tarafından tutulduğu ürkütücü bir şekilde gözlemlenebiliyor. Kadife koltuğun yanındaki çok da dikkat çekmeyen küçük boşlukta aktrisin kalbine bıçak saplanmış cansız bedeni duvara yaslanmış şekilde bulunuyor. Kan kırmızı rujunun süslediği dudakları arasından bembeyaz dişleri seçiliyor; menekşe rengi gözleri donuklaşmış ve boş bakıyorlar. Sımsıkı toplanmış siyah saçları duvara yaslanarak düştüğünden hafifçe dağılmış. Ölüm, onun kapısını çok daha erken çalmış maddi dünyada vücut bulmuş azrailiyle. Belki onu delicesine seven bir hayranı belki de kıskançlığından varlığına tahammül edemeyen bir meslektaşı azraili olmuş. Her oyun sonu aktrisin maskelerini özgürce çıkarabildiği, yalnızca kendi olabildiği, sorumluklarını bir süre için bile olsa terk edebildiği; fakat sonunda acımasızca katledildip son sahne sonrası ışıkların sadece onun için söndüğü bu tek göz oda yaşanmışlığı ile önemli bir kimliği hak ediyor.

Lale Şenkula – edebiyathaber.net (24 Ekim 2015)

Yorum yapın