Sait Faik’in yazıdaki yolculuğunu nasıl adlandırmalı?
Dile, düşe gelen bir anlatıcı olarak sürekli gitmeyi seçen biridir. Denebilir ki; onun yazıdaki yolunun ibresi “gitmek” izleği ile belirlenir.
Birçok öyküsünde bu izlek belirgindir. Ama en çok da “Haritada Bir Nokta” onun bu yanını anlatır bize.
Şöyle başlar öykü, hatırlayalım:
“Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerden hemen mavi sahile kayar… Robenson Kruze’yi okumuşumdur her halde, unuttum gitti. Onun zoruyla mavi boyaların üstünde bir garip ada ismi okuyunca hülyaya daldığımı sanmıyorum. Romanlar yüzünden adaları sevdiğimi pek ummuyorum ama belki de o yüzdendir. Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.” (Son Kuşlar, 1952)
Sonra gitmek duygusu, gidip yola düşmek sarmalar onu… Ama en çok da yazıya gitmeyi sever. Kendisini “yazmasam deli olacaktır,” kıyısına getiren de budur.
Sait Faik’in anlatıcılığını tanıma yordamı için ondaki gitmek düşüncesini/yolculuk imgesini başlangıçta bilmek gerekir. Çünkü o yerinde duramayan biridir. Kentin, bir bakıma, “flandeur” insanıdır. Bunu da adlandırır: “Lüzumsuz Adam!” onda gezinen göz gören, bakan, hissedendir. Gitmesini de nedensizleştirir bazen. Ama gittikçe de dünyanın bütün kapılarını açan duygululuk haline bürünür kahramanı.
Sokağın, sokakların taşıyıcısıdır o. Bir tür zamanın ruhunu anlatırken, yansıtıcı bellektir. Yerin dili, mekanın gerçekliği onun anlatısında tanıklıkları da içerir. Sözüyle dokunduğu her bir görüntüde, seste, imgede hafıza mekanları yaratır.
Bir kent anlatıcısıdır Sait Faik. Modernitenin armağanı bir anlatıcının izleksel yolculuklarında üç dönemeç çıkar karışımıza. Bunların her biri de onun anlatıcılığın evrildiği yerleri gösterir.
- İzlenimci dönemi:
-Semaver (1936)
-Sarnıç (1939)
-Şahmerdan (1940)
-Lüzumsuz Adam (1948)
- Dışavurumcu dönemi:
-Mahalle Kahvesi (1950)
-Havada Bulut (1951)
-Kumpanya (1951)
-Havuz Başı (1952)
-Kayıp Aranıyor (1953, Roman)
- Sürrealist/gerçeküstücü dönemi:
-Son Kuşlar (1952)
-Alemdağ’da Var Bir Yılan (1954)
Onu, kurucu anlatıcı, “kök yazar” kılan da bu özellikleridir. Anlatısının dokusu her bir yazın/düşün insanı için esin kaynağı olmuştur. Anlatıcı tutumu, benli anlatıyı önemsemesi, gözlemciliği, düşünce/duygu dilini kurmadaki ustalığı, yeni söylemler geliştirebilme yetisi, her bir anlatısındaki mekan duygusu anlatı evreninin oluşumunda öne çıkan öğelerdir. Modern anlatıya yeni bakış açısı kazandırması ise düzyazıya özgürlük sağlamıştır. Bir bakıma “Garip Şiiri”nin getirdiği serbestlik Sait Faik anlatısında “ben”in anlatımıyla şiirsel söz’e bürünür.
Gören, izleyen, soran, sorgulayan bakışının dokunduğu insan/doğa/mekân gerçekliği Sait Faik anlatısının üç bileşenindir.
İzlenimcidir, derleyici gören/gözleyen bir bakışın anlatısını kurar.
Dışavurumcudur, görüp gözlediklerini duygu diliyle anlatır.
Sürreal/gerçeküstücü öğeleri anlatısına sindirir, karanlık/zorlu zamanların çökeltisinin ruhunu yansıtır.
“Radyoaktiviteli, Röportajlı Hikâye” bir “geçiş” anlatısıdır. Bir önceki öyküsü “Kendi Kendime”ise Sait Faik anlatısının dokusunu, onun nasıl bir “gövde anlatı” kurduğunun simgesi olarak karşımıza çıkar. Öykünün bitim paragrafı bunu simgeler adeta:
“Demin geçtiğinden bahsettiğim sandal, tekrar ters yüzüne geçti. Köpeğimle aşinalık ettiler. Bir daha geçerlerse ‘Buyurun yahu, birer cıgara içelim,’ diyeceğim. Birbirimizi ancak tanıyoruz ama ne zararı var! İşte yunuslar geçiyor. Oh! Hiç olmazsa yunuslar geçiyor.” (Son Kuşlar, 1952)
Onun anlatısının dışavurumcu yanı Mahalle Kahvesi’ndeki öykülerinde öne çıkar. 1942/49 yılları arasında yazdığı öykülerden oluşan kitap, öykücülüğünün son dönemini de muştular adeta.
23 öykünün yer aldığı kitap, Lüzumsuz Adam/Havuz Başı/ Son kuşlar ile bir arada anılsa da; ayrıksı bir yanı vardır. Hayata/insana dair anlattıkları dönemin ruhunu yansıtmakla birlikte kendi ruh halini de anlatır bize. Aynı zamanda “hayal gücü”nü bir öykü kahramanı gibi ele alır. Orada, “anlatıcı”nın sinik yanını da görürüz. Doğa>insan sevgisi>yaşamak duygusunun kuşattığı insanın benlik dışavurumunu gözleriz anlatılarda. İnsanlardan kopuşu, yalnızlaşması, gitme duygusunun baskın biçimde öne çıkması Sait Faik’in anlatıcı belleğinin izlekleri olarak öne çıkar.
Alemdağ’da Var Bir Yılan’a geçişin izlerinin ta oradaki öykülerinde belirginleştiğini gözleriz. Mart 1954’te yayımlanan bu kitap Sait Faik anlatı dünyasının kült yapıtıdır. Ve ardılı kuşağın etkileyici kaynağıdır. 11 Mayıs 1954’te yaşamını yitiren Sait Faik bunun etkilerini göremedi ne yazık ki! i konu, yarattığı hikâye kahramanı, yansıttığı gerçeklik duygusu onun anlatıcı kimliğini belirgince öne çıkarır. Yani imgeleminin labirentlerinden kopar, özgür anlatının sesine verir kendini. Yer yer örtük gibi de gelse; yeni bir dilin/sesin bakışıyla yazar.
Panco>imgesi>çocuk, aşk/tutku, ölüm, yalnızlık, düş/umut, sevgi, sıkışıp kalmışlık, yasaklar, küçük insanın sürüveni; bir manifestoya dönüşen “sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey,” söylemi Sait Faik anlatısının gerçeküstücü yanlarını sırlayarak anlatmasında en temel izlekler olarak öne çıkar.
Dönüştüren Bilinç, Bir Anlatı Adası
Kentin bütün uğraklarında gezinen bir bakışın anlatıcısıdır Sait Faik. O mahşeri kalabalıkta kendi “tekil” olma halini/birey’lik durumunu savurarak ve savunarak gezinir. Bir “aylak”tır o. İçindeki kalabalığı/mahşeri döker yazıya.
Kentteki her karşılaşma onun yalnızlık adasında bir imgeye dönüşür. Dili bu anlamda çetrefilli değil yalın, duru, anlaşılırdır.
Kentteki devinim, git-gel, dönüşümün izleri, yıkılanın yerine inşa edilenlerin sıkıntısı/açmazı, aldığı göçle değişmeye başlayan yüzü… Onun yüzleştikleri ve kaçışlarındaki izlerle anlatısına siner.
Düş ve gerçek zaman bakışının belirleyicisidir. Görünenin ötesine geçer sık sık. Gözüne ilişen her bir durumu, gerçekliği edebileştirmek kaygısıyla yazmak yazı ibresinin odağındadır. Kendi ağrısının, duygu durumunun ruh gözüyle bakarken uyandırdığı itkilerden yola çıkar çoğunlukla…
Henüz kapitalizmle tanışmayan İstanbul Osmanlı artıklarının izleriyle adeta dubalar üzerinde soluk alır. 1950’lerde hızlanacak göç kentin dengesini iyice bozacaktır. Hem bunun öncesindeki fırtınayı, hem de gelen anaforu anlatır Sait Faik.
Bir kıyıda duran/yaşayan, kente de ortaokul yıllarında adım atan; 1925/28’de Bursa Lisesi’nde okuyan Sait Faik 1928’den 1954’e değin artık bu kentin müdavimidir.
Kısa süre eyleştiği Grenoble’da üç yıl kalır. Burası onu etkiler, hatta edebi yönelimini biçimler.
Semaver’le başlayan öykü/anlatı yolculuğunda ilk göze ilişen onun bir kent gözlemcisi oluşudur. Gözlemevine ağanlar kent yaşamından yansıyanlardır. “Ben”in anlatımına sinen onun “ruh gözü”dür evet. Ama o, bir kent “flanör”üdür.
“Öyle Bir Hikâye”, onun bensel yolculuğunun sırdaşı “Panco”ile yol alıp hayata bakışını simgeleyen bir anlatıdır.
Sait Faik’in kurucu/kök anlatıcı olma özelliğini yansıtan en önemli öğeler şunlardır:
- Dil duygusu/bilincinin yoğunluğu,
- Bir yere bakma/anlatma bilincini taşıması,
- Yer/tarih/bellek> gelenek bağlamında kuruculuk düşüncesini getirmesi,
- Modernlik düşüncesini içermesi,
- Açıklık,
- Saydam anlatıcı olma özelliği,
- Kent duyarlığı,
- Kentlilik bilinci,
- Ada hem yer>yalnızlık sığınağı olması, metaforlar içermesi bunu anlatıya dönüştürmesi; anlatıda uyum/denge mekanı yaratmada geliştiği söylem,
- Kurucu anlatı/yapıtın oluşturulma biçimi/serüveninin göstermesi,
- Özbilinç yaratma duyarlığı,
- Anlatısında “ben” ile “öteki ben”in yüzleşme öyküsünü kurması,
- Zamanın ruhuyla birlikte zaman sorgusunu getirme bilinci…
Sait Faik, bize; görmeyi/bakmayı/hissetmeyi/ düşünmeyi ve duyarak yazmayı öğretir.
Hayata bakışında gerçekçidir. Yaratısal algısı düş ve yanılsama üzerine kuruludur. Olanı/görüleni/yaşananı dönüştürücü bir bilinç algısıdır onunkisi.
Sezen, gören; içselleştirip dönüştüren anlatıcıdır. Sait Faik, eylemsel bir anlatıcıdır; insanın baş duyusuna seslenir. “Zamanın ruhu” dediğimiz kavram onun öykülerinde renk bulur. Öyle ki; seste sessizliği, sessizlikte duygulu bakışı anlatır bize.
edebiyathaber.net (17 Ocak 2023)