- Karşılaşma
Dönüp dönüp okuma duygumu perçinleyen bir söz ırmağıdır Salâh Birsel’in anlatıcılığı. Evet, şiirle başlayan yolculuğunu getirip denemede günlükte buluşturmuş; şiirden kopmamış, ama şiirin gizemli duruşunu öyküleyici bir anlatımla bu yeni yoluna taşımıştır hep. Denemeleri ve günlükleriyle yol alırken, bir gün arayıp kendisini kalkıp gittim. Ama bu öyle hemen olmadı. Telefondaki konuşmamızda bana Çatalçeşme Hatboyu Sokak’taki Şükür Apartmanı’na nasıl ulaşabileceğimi öyle bir anlatışı vardı ki; bunu yazmak gerekirdi. Denemede ve günlüklerinde yaptığının yansıları günlük konuşmasında gözlemek için sanırım ona daha yakın durmak gerekiyordu. Evet, o ilk karşılaşmamızda da gözlediğim buydu.
- Karşılama
Birsel’in beni karşıladığı zaman, elinde Kendimle Konuşmalar’ını okuyan genç adam duruyordu. “Andırın Defterleri”ne günlüklerini yazdığı bir dağ köyündeydi. Bir tür o da “kendiyle konuşuyordu” orada. Birsel’e nice sonra buluştuğumuzda o genç adamı anlatmıştım. Yaşam tutamacı olan kitaplar, yazarlardan söz etmişti.
Sonra onun denemeleri ve günlüklerini keşfe yolculuğa çıktığım da gözledim ki; vazgeçmemiş tutunduğu yazarlardan. Her birinin izi sürmüş; okumuş, notlar almış, merak etmiş, dönüp gene okumuş. Birsel, bana, yazar karşılama/karşılaşma yordamını öğretmiştir diyebilirim.
- Buluşma
O buluşma ayrı bir zamanın diliyle anlatılmalı elbette. Hatırladığımı değil, o an yaşadıklarımızı anlatmayı severim. Birsel de öyleydi; zamanın gözlemcisiydi. Bunu ertelemeyi sevmediği için günlüklerini günü gününe yazar biriktirirdi
- Aynalı Söz
Bayılırım onun anlatımında sözcükleri tepetaklak ettirmesine. Bir gün konuşurken, “Şu aynalı sözleri bi bak bakalım Andaç, kaç hece var dilimize pelesenk ettiğimiz..” demesi üzerine; üşenmeyip Ases’teki “Kör Melâhat” şiirini alıp önümüze konuşmuştuk aynalı bakışlarla. Gülen sözde Salâh bey, hem de aynalı!
- Denence
Denemeyi sevdi, sevdirdi de. Ataç’la yarış içinde olmadı hiç. Ama sormadım sever miydi diye! Oralı olmazdı öyle şeylere Salâh bey. Gene bir gün, dilime dolanan sözü açmıştım ona: “Şu denemeye denence desek!” hiç de yaban bakmadı. “Bak, bu şimdi şöyle de anlaşılır: dönence, döndürmece, dönüştürmece… sen sen ol deneyerek kal Andaç! Hafifsetme işi! Okkalı söz etmeyi hüner sanma, ama diline sadık kal, dilleş yazarken her ân, sözcüklerin gelip bulur seni.” Böylece “denence” derslerimiz başlamıştı Birsel’le.
- Gününce
Severdim onunla dilleşerek konuşmayı. Oturuyorduk mor renkli koltuklarda. Onun gözü gönlü balkondaydı.
“Andaç, bak geldi!”
“Anlamadım Salâh bey, Jale hanım mutfakta!”
“Bırak Jale’yi canım, o çay hazırlıyor.”
“…”
“Benim ki geldi, balkonda!”
Anladım ki, “nezleli karga” gelmişti.
Uğundururdu beni Salâh bey. “Hiç de öyle biri değildi!” sözlerini yalana çıkarırdı. Anlatmıştı: Bu karga bey, soğuk bir günde gelip gene tünemiş çamaşır iplerine. Hapşırmış! Üzülmüş buna çok o da. Onun nezleli olduğuna karar vermiş ki, tutup o günün günlüğüne de bunu yazmış. Gününce yazardı, gününün adamıydı Salâh bey.
- Haylanma
Evet, haylandığı zamanlar olurdu. Ferit Edgü’yü iyiliklerle anardı hep.
Enis Batur’a sitem ederdi. “Beni burada unuttu,” demişti bir gün. Dedikoduyu sevmezdi. İsterdi ki, iyi şeylerden konuşalım. Yeni şeylerden, kitaplar ve yazarlardan. Ama bize şu haylanma biçimlerini ne yaman öğretti!
- Ödekâri
Nedir bu şimdi diyeceksiniz? Birsel’in bir sözü mü? Hayır, ben de bilmiyorum.! Sözlüğe de bakmadım, google’a da uzanmadım. Salâh bey gelince aklıma, böyle tuhaf sözcükler üşüşür bana. Bazen sözlüklere bakmadan yazmayı da severim, kendi sözümün tınısına göre bir söz demeti yakalamak için. Ama, o derdi ki; “Ben uydurmam Andaç, yazdıklarımın her birinin hayatta ve kitapta yeri vardır; yalnızca bükümlerim…”
- Kırk Söz
Salâh beyi severdim. O da beni severdi. Sen Beni Sev’ini gülerek okurduk. Bunu niye/nasıl/niçin yazdığını anlatırdı. Sevgisini öyle pek göstermedi hemen. Sevince de bırakmazdı. Geçenlerde gene aklıma düştü Salâh bey, açtım bendeki mektup dosyalarını; çıkmasın mı karşıma o güzelim iki insan: Rüştü Onur-Muzaffer Tayyip Uslu.
Rüştü Onur, bi dolu mektup yazmış Salâh beye, bir o kadar da şiir. Açıyorum bu dosyayı önüme, bir kitap boyutunda birikim. Üstelik bu kırk sözü biçimleyecek bir duyarlılıkta mektuplar…şiirler…
Onur’un, 31 Ekim 1940’ta, Devrek’ten Birsel’e yazdığı şu mektubu okudum önce:
“Kardeşim.
Bayram günü bizim köyde atlı karıncaların kurulduğunu bilir misin?
Bilir misin bıyıkları henüz terlemeye başlayan esmer köylü çocukları bayram sabahı kimi beklerler.
Ben oğullarıma bu bayram cici esvaplar alamadım. Onlar bu bayram benim eski esvaplarımı giyecekler.
Köy meydanına atlı karınca kuruldu.
Ve çocuklar,
Hayatı bir bayram olarak düşündüler. Ve her gün ege yurdundu Salah isminde bir arkadaşa mektup yazmak iyi olacaktı. O halde artık tebrik yazmaya lüzum yok bizim için her gün bayram olsa gerek.
…
İNSAN UYUYABİLİRMİŞ GECELERİ
SENDEN UZAK,
HALBUKİ BEN:
CİCİ ESVAPLARIMLA
MEMONUN SON MEKTUBUNU ARIYORUM
SOKAKTA..
…
VE BİR GÜN BEKLEMELİYMİŞİM
İADELİ TEAHÜTLÜ MEKTUBUNU
PARKA
İYİ BAYRAMLAR.
Arkadaşlara selamlar.”
Salâh beyi bir gün 40 sözde anlatırken Rüştü Onur’a yer vermemek olmayacak elbette, Muzaffer Tayyip Uslu’ya, Behçet Necatigil’e, Samim Kocagöz’e…
Evet, o kırk sözün kapısında şimdi gezinmenin zamanı.
- Günün Çevrintisi
Salâh Birsel’i okurken sürekli dil çeşnisine düşerim. Onun derleyip biçimleyip buluşturduklarının yaşattığı gülümseyişler beni olmadık sözler uydurmaya da yöneltir bazen.
Bir denemeci için söz oyunları kaçınılmaz. Buluş gerektirir bu da. Birsel’in gösterdiği bir önemli yan da budur kanımca!
Hep düşünmüşümdür, günlükten yolu geçen yazarların çoğu denemeyle buluşmuştur. Koşul değildir elbette, ama bir sürükleniş gibi görebiliriz.
Yazar, günlüğünün aynasından kendine bakar, kendini kendine gördürür. Zaman zaman ona “iş” verir; okutturur, düşündürtür. Denetler hattâ, gösterir de. Bir atlet gibi ona antrenman da yaptırır. Her gün yazmayı hatırlatır, okumanın vazgeçilmezliğine döndürür onu.
Kendi payıma, Birsel’in günlüklerini okuma önceliğimde hep şu vardı: Ne okuyor, ne düşünüyor, nasıl okuyup yazıyor.
Nasıl yaşadığını ise onu tanıyıp yüz yüze geldiğimizde; hatta dostluk bağımızı geliştirdiğimizde merak etmeye başlamıştım.
Evet, onun kırk sözüne oradan başlamak gerekecek biliyorum…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (17 Aralık 2019)