Salâh Birsel’i hatırlarken… | Feridun Andaç

Aralık 20, 2022

Salâh Birsel’i hatırlarken… | Feridun Andaç

O gün oturup ‘nezleli karga’ öyküsünü konuştuk onunla. Güzdü. Artık bir yere çıkamıyordu. Salı toplantılarına da gidemiyordu. Sonyazın güneşine dönmüştü yüzünü. Balkondan dünyaya açılan aydınlığa bakıyordu bütün gün boyunca.

Bir ân gülümsemişti, oradaki dizim dizim duran kargaları görünce. Onu tanımayanlar bu gülümseyişe şaşırabilirlerdi. Salâh Bey, uzaktan çatış kaşlı, asık yüzlü dururdu. Yaklaşmak zor gelirdi insanlara. Oysa yakında durup, onun dostluk kapısından girdiğinizde, nasıl da şen şakalak biri olduğunu hemence anlardınız.

Jale Hanım, tarçın kokulu çaylarımızı getirmişti.

Salâh Bey, çayın buğusuyla cana gelmişti iyice: Nezleliydi, hapşırmıştı aralarından biri, hemen dikkatimi çekmişti. Sesime her biri dağılmış, bir o kalmıştı. Bir kez daha hapşırmıştı kalan karga..”

Bu son sözleri işiten Jale Hanım da gülümsemişti: “Salâh böyledir işte! Bir köşeden dünyanın sesini dinler. Bir de bakarsın cana gelmiş, o yanındaki  defterlere yazmaya başlamış..”

Onun bu sözlerinde koruyucu bir eda, sitemli bakış, anlayan dilin ezgisi vardı.

Salâh Bey de gülümseyerek bakıyordu ona.

Artık düzyazının uzağına düşmüştü. “1001 Gece Denemeleri”ne noktayı koymuş, günlüklerini bir yere kısa kısa not eder olmuştu. Varı yoğu şiirdi. Şiir beyi kesilmişti o son günlerinde.

Şiirin İlkeleri’ni yazan o değil miydi? Kim ne diyebilir, önünü alabilirdi ki artık Salâh Bey’in. Kikirikname’ deki humouru, Haydar Haydar’daki acı-yazgı deyilenişi, Varduman’daki hayata gülümseyen bakışı unutulabilir miydi?

***

Salâh Bey’le ’80’li ve ‘90’lı yıllardaki sıkı fıkılığımız, her buluşmamız, gene de, deneme üzerineydi. Sözü evirip çevirip ona getirirdim. O da mutlanırdı buna. Yüksünmez, ‘bana el ver,’ diyerek; alıp beni, arkadaki küçük çalışma odasına götürürdü.

Artık yazamadığı daktilosuna okşarcasına bakardı. Hemen sağ yandaki zarflara dokunurdu. Yeni bir denemeye söz başı yaparcasına bakışlarının ucu zarfa ulaşırdı. Soran bakışlarımı da yanıtsız bırakmaz, bir zarfı çekip çıkarır, niyet fişeğini açarcasına açar, o niyeti okuyacakmış bir eda takınarak, içindeki notları, bunların düşülme öyküsünü anlatırdı. Her bir denemesinin nerelerden ağıp geldiğini daha iyi anlardım.

Bir düşünün onun Paf ve Puf’unu, Amerikalı Tolstoy’ unu, Bir Zavallı Sarı At’ ını, Şişedeki Zenci’ sini…Ki; onun şu sözlerine döndüğümüzde ise; yazısının debisinin nerelerden/nasıl ağıp geldiğini görürsünüz: “Bir denemecinin işi kitaplarda, doğada ve de yaşamın içinde tık eden altını bulup çıkarmak, okurların gönlünde bir düşünce uyandırmaktır. Bunu yaparken, üstünü başını altın tozuna bular, kalemini de yaldız çanağının içine düşürürse oh, gel keyfim gel.” 

Onun kaleminin ucunun gezindiği hayatları, kitapları burada bir arada hissedersiniz. Ne yaman bir kitap kurdu olduğunu arkanızı verdiğiniz koridoru bir baştan bir başa kaplayan Fransızca  kitaplardan, berideki odanın silme kitap dolu  raflarından ve küçücük yazı odasının halinden anlardınız.

Birsel, her bir yazısında, uyanış/uyandırış düşüncesinden yanadır. Hayata bakışın gizlerini verir, görülemeyenleri, ıska geçilenleri bir bir öne çıkarır. Derleyici, toplayıcıdır. Sözden söze uçurur, şapkadan tavşan çıkarır.

Tutup beş ciltlik “Salâh Bey Tarihi”ni yazması birçok açıdan önemli bir tanıklığı, birikimi getirir. Dile perende attırması, tarihin saklı yüzüne bakması, mekânların diline dil katıp buralardaki hayatlardan devşirdikleriyle bize geçmişteki bugünü anlatması boşuna değildir. Her bir dönemin, semtin, kültürün, yaşama biçiminin tanıklığına bakarken; kentin topografyasını çıkarır adeta. Kuşkusuz o ne kentbilimcidir, ne de tarihçi. Yaptığı yazının ucuyla dokunduğu hayatlara denemeyle yeni bir soluk katmaktır.

İşte o birikim bugün karşımızda duruyor. 1. Kahveler Kitabı, 2. Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, 3. Boğaziçi Şıngır Mıngır, 4. Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, 5. İstanbul-Paris.

Kahveler Kitabı, bir başlama noktası olabilir. Birsel’in bu yanını tanımak, anlamak için. Ben, kendi payıma, İstanbul’un gezgini olduğum her ân’ımda, girdiğim her sokak ucunda, soluk aldığım her kahvede, Salâh Bey’i anarım. Eğer ki; yolumu Boğaziçi’ne düşürmüşsem… Vay ki, vay… Bir zamanlar gidip bülbül seslerini dinlediğim, Yıldız koruluğunda  K. Mecidiye Camii’nin; ötedeki Çırağan Sarayı’nın, Dolmabahçe’nin, Beşiktaş ve Ortaköy’ün gizli yüzüne dönerdim. Salâh Bey’in anlattığı ‘tarih’te saklı olanın izleriydi biraz da. Bir kente nasıl bakılması gerektiğini anlatandı, o.

Kentlerin dilini asıl bize anlatan kahveleri yöneldiğinizde bunu bize bin bir cümbüşle dile getiren Salâh Bey’le yolculuğunuz daha bir şenliklenir. 

Birsel’in anlatısı öyledir. 

Dili dil içredir. Hem göze, hem duyguya, hem de düşünceye seslenir. O, yaman bir derleyici, biçimlendiricidir. İşte onunla yeniden buluştuğumuz Kahveler Kitabı, biraz da, onun yazısının/denemesinin aylasında ışıyanı anlatır bize. Nasıl mı? İlk sözü kendisi söyler: “Kısacası, bu kitap kahvelerin gizli yaşamlarını anlatır.” Onun düzyazısının en belirgin özelliğini de işte bu “Salâh Bey tarihi”nde buluruz.  

Burada bir soluk alıp, Nusret Hızır’ın şu satırlarına göz atacak olursak; denemenin bu derleyici/biçimleyici düşün yazısı yanını daha iyi görebiliriz diye düşünüyorum:

“Deneme; konusunu derinliğine kavramak ya da tüketmek savında bulunmayan, ama ona, dizgesiz biçimde, çoğu kez söylediklerini (yazdıklarını) önemsemiyormuş gibi davranarak, yeni katkıda bulunan bir yazın türüdür denilebilir.”

Birsel, yazdıklarıyla hem bu türün alanını genişletti, hem de yeni bir tanım getirdi. Onun düzyazı dünyasına adım atınca bunu daha iyi göreceksinizdir.

edebiyathaber.net (20 Aralık 2022)

Yorum yapın