Söyleşi: Can Öktemer
Kurbanlarının kanını emen, beyaz tenli, uzun kırmızı pelerinli vampir imgesi, sinema ve edebiyattan aşına olduğumu bir durum. Vampir gibi sinema ve edebiyatta karşımıza çıkan ürkütücü mitlerin arkasında farklı toplumsal inanışlar, dogmalar vardır. Dolayısıyla vampir miti kurgusal eğlence olmaktan çıkıp, alternatif bir tarih okumasına alan açmakta. Aydınlanma öncesi toplumların inanışları, korkuları bunların kültürel belleğe yansımalarının nasıl olduğu bereketli bir araştırma öznesidir. Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’dan yayımlanan Osmanlı Vampirleri: Söylenceler, Etkileşimler, Tepkiler kitabının yazarı Salim Fikret Kırgi vampir miti üzerinden farklı bir Osmanlı tarihi okuması yapıyor. Kırgi, vampir mitinin Osmanlı topraklarında nasıl yorumlandığını, vampirlerin nasıl yok edildiklerini, Evliya Çelebi gibi seyyahların vampirlerle ilgili yazdıklarını titiz bir çalışmayla ele almış. Kendisiyle son kitabı ve vampir miti üzerine konuştuk.
Osmanlı Vampirleri: Söylenceler, Etkileşimler, Tepkiler isimli kitabınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Bize kitabın oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Aslında konuyla ilgilenmeye çoğu kişi gibi kurgu vampirlerle, korku filmleriyle başlamıştım. Kişisel ilgim dolayısıyla vampir mitinin kökenlerini araştırmaya giriştiğimde ise ölümsüzlerin Doğu Avrupa’da yaygın olarak görülen bir halk inanışı olduğu bilgisiyle karşılaştım. Yapılmış çalışmalar genelde Batı’daki edebi-sinemasal vampir karakteri üzerineydi. Konunun gündeme gelişini Doğu ve Orta Avrupa’nın bazı kısımlarının Osmanlı’dan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na geçmesiyle tarihlendiriyorlardı. Bir nevi öyküyü karşı taraftan ve ortasından anlatıyorlardı. Araştırmaya kaynaklık eden ilk sorular o aşamada belirdi. İlerleyen safhalarda önce tez, sonra da tezden uyarlama kitap ortaya çıktı.
Vampir mitolojisi popüler kültürden, tarih kitaplarına varana dek farklı mecralarda sıklıkla karşımıza çıkmakta. Bu anlamda tarihtevampir mitolojisinin kökeni nereden gelmekte ve tam olarak ne zaman ve nasıl başlıyor?
Tam olarak bilmek imkansız. Günümüz kurgusal vampirinin beslendiği değişik kaynaklar var, folklorik vampir inanışının tek kaynak olduğu söylenemez; antik dönemde var olduklarına inanılan çeşitli doğaüstü varlıklar, kutsal kitaplarda bahsedilen iblisler ve halkların/yazarların hayal güçleri hep işin içindeler… Folklorik vampir diye tabir edilen halk inanışına dair bilinen ilk resmi tepki ise 14. asırda, Sırbistan Krallığında, ölüyü mezardan çıkarıp cesedini yakma uygulaması yasaklanarak verilmiş. Ama Doğu ve Orta Avrupa’nın pek çok yerinde ve Yunan Adalarında taş, kazık, vb. yöntemlerle mezardan dışarı çıkmaları engellenmeye çalışılmış ceset kalıntılarına rastlanıyor. En makul açıklama, bulaşıcı hastalıkların ne olduklarının iyi bilinmediği dönemlerde ortaya çıkmış bir halk inanışı olduğu.
Kitapta modern vampir anlatılarıyla pre-modern dönemdeki vampir anlatıları arasında farklılıkları, benzerliklerin izini sürüyorsunuz. Modern vampir ve folklorik vampir arasında ne gibi farklar olduğu söylenebilir?
Folklorik vampir, kurgusal vampirin oluşumundaki –tek olmasa da- temel unsur. Farklara gelirsek en önemlisi isim konusunda. “Vampir” geniş bir coğrafyada benzer doğaüstü varlıkları tanımlamak için kullanılan isimlerden yalnızca biri, ama zaman içinde artan tanınırlığı sonucunda bir çeşit çatı kavram haline gelmiş. Folklorik figürün günümüzde cadı, kurtadam, hayalet, zombi diye nitelendirilen başka doğaüstü varlıklarla daha çok ortak özelliği var. Hatta neyin ne olduğu çoğu zaman muğlak; modern canavarlar çok daha kesin çizgilerle sınıflandırılmış. Kan emme unsuru mesela her folklorik vampir vakasında görülmek zorunda değil; insanları boğmak ve korkutmak da halk vampirlerinin popüler aktiviteleri arasında.Belirleyici hususlardan birisi de folklorik vampirlerin eğlence değil tehdit unsuru olmaları, köylerin toptan boşaltılmalarına neden olabilecek kadar korku vericiler.
Kitabınızda vampir anlatılarının ilk izlerine 15. ve 18.yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde rastlandığını aktarıyorsunuz. Bu bağlamda ilk vampir söylentilerinin Osmanlı topraklarında çıkmasının sebebini nasıl yorumlarsınız?
Folklorik vampirlere dair erken kayıtların Osmanlı devrinde olmasının sebebi, folklorik vampir inanışına sahip gayrimüslim -özellikle Grek ve Slav etnik asıllı- toplulukların bahsi geçen yıllarda Osmanlı kontrolünde olan topraklarda yaşamaları. Vampir inanışının Batı’daki bilinirliği Reform çağında, misyoner aktivitelerle Osmanlı Hıristiyanları arasına karışan din adamlarının ve seyyahların hurafe olarak niteledikleri bu inanış karşısında yaşadıkları şaşkınlığı rapor etmeleriyle başlıyor. Tabii Osmanlı otoritelerinin bu söylenceyi ortadan kaldırmaya çalışmak yerine “sınırlı meşruiyet” tanımalarının da olumlu etkisi olmuş olabilir.
Yine kitabınızda, vampir söylentilerinin Osmanlı’da çok yaygın olduğunu belirtiyorsunuz ve bu anlatılara Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de rastlanılmakta. Bu bağlamda o dönemlerde Osmanlı’da karşımıza nasıl bir vampir anlatıları çıkmaktaydı? Bu anlatılarda kültürel ve coğrafyalar arasında ne gibi farklılıklar ve benzerlikler vardı?
Erken modern anlatılar doğal olarak folklorik vampir söylencesi sınırları içerisinde, henüz kurgusal-aristokrat vampir figürü ortaya çıkmamış. Ancak detaya giremeyecek olsam da Seyahatname’deki vampir-benzeri-doğaüstü-varlıkların kurgusal vampire benzerlik açısından istisnai durumlarını belirtmem gerek. Coğrafyaya gelirsek önce Orta Avrupa ve Balkanlar, sonra Ege Adaları başta olmak üzere Yunanistan, Trakya ve Karadeniz kıyıları vampir söylencesine rastlanan yerler. Kitapta ilgili bölümdeki sınıflandırmayı yaparken de coğrafyayı esas aldım, önce Balkan vakaları sonra da Karadeniz kıyılarında rastlanan vampir söylenceleri… Kesin bir parametre olmamakla birlikte, yakın yerlerde birbirine daha benzer inanışlar olabiliyor. Mesela Çerkez dağlarındaki oburlar ve Romanya strigoileri arasında ilginç benzerlikler var.
Uzun yıllardır aşina olduğumuz vampir hikayelerinde, vampirin ortadan kaldırılmasına dair kalbine kazık çakmak gibi temel ritüelleri biliyoruz. Siz de çalışmanızda bu ritüelleri detaylı bir biçimde aktarıyorsunuz. Bu ritüeller esas olarak Hıristiyan inancına göre düzenlenmiş görülüyor lakin Osmanlı’da da vampirle mücadele edebilmek gibi bir takım fetvalar verildiğini belirtiyorsunuz. Bu fetvalardan bahsedebilir misiniz?
Başlangıçta vampir yok etme ritüeli Hristiyanlıkla değil, pagan dönemden kalma inanışlarla ilgili. Ancak önce kilisenin tepkileri, ardından edebi vampir karakterinin gelişiyle Hristiyan kimlik kazanıyor. Otoritenin ilk aşamadaki amacı halkın korkusunu yatıştırmak ve köylülerin cesedi mezardan çıkarıp zarar vermelerini engellemek. Osmanlı ulemasının da asıl niyeti bu gibi gözüküyor, temel fark ise kilise Hristiyanları vazgeçirmeye uğraşırken ulema biraz daha “Müslüman cesetleri karıştırmadan ne yaparlarsa yapsınlar” tavrında,tabii öyle kalmıyor… En önemli ve ünlü fetvalar Osmanlı hukuk sisteminin köşe taşlarından Ebussuud Efendi’ye ait. Onun Hristiyan cesetlere uygulanacak vampir yok etme ritüeline cevaz verdiği fetvalarının etkileri asırlarca devam ediyor.
Vampir mitolojisi esas olarak Hıristiyanlıkla eşleştirilmekte. Bununla beraber bu anlatıların Müslüman coğrafyasında da karşılık bulduğu görülüyor.Bu bağlamda tarihte hiç Müslüman vampire rastlanılıyor mu peki?
Eldeki verilere göre sayıları gayrimüslimlerle kıyaslanamayacak kadar az olsa da kaydedilmiş Müslüman vampir vakalarına rastlanıyor.
Vampir Yeniçeri olayları kitabın en ilgi çekici bölümlerinden. vampir Yeniçeri vakasını bize biraz açabilir misiniz? Yine kitabınızda gördüğümüz üzere bu vakaların zaman içerisinde propaganda amacıyla da kullanılmış. Bu doğrultuda vampir Yeniçeri anlatıları o dönemde hangi amaçlarla propaganda malzemesi olarak kullanılıyordu?
Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra gerçekleşen itibar zedeleme hareketiyle ilgili olduğu düşünülüyor ancak bu hareketin kapsamı, ne kadar sürdüğü, hatta varlığı hakkında bile uzlaşılabilmiş değil. Resmi gazetedeki Yeniçeri cadılar haberi tek başına bu durumu kanıtlamaz tabii, ancak söz konusu haberin kara propaganda niteliği taşıdığı konusunda hemen herkes hemfikir. İşin ilginç tarafı,İstanbul’da görev yapan Hristiyan bir din adamının anılarında olayı aktarırken haberdeki bütün folklorik vampir unsurlarını kurgusal vampire çevirmesi. İki kavramın arasındaki ilişkiler ve vampir figürünün evrimi konusunda da güzel bir örnek.
Edebiyat ve sinemadan aşina olduğumuz vampir tipolojisi; kendisinin aristokrat bir kimliğe sahip olmasıdır. Lakin folklorik vampirin biraz ürkütücü ve aristokrat kimliğinden uzak bir imgesi var. Bu farklılığın sebebi nedir?
Farklılığın sebebinin edebiyatçıların yaratıcı kararları olduğunu düşünüyorum. Şiirler ve öykülere ilk konu edilmeye başlandıklarında vampirler aristokrat değillerdi, 19. asırda romanlarda ortaya çıkan ve sinemayla pekişen bir imaj aristokrat vampir.
Tarih boyu vampir anlatıları korku ve dehşet hikayeleriyle eş değer görülür. Lakin başta Karl Marx olmak üzere, dönemin entelektüelleri vampir mitini çalışmalarında bir imge olarak kullanmışlar. Bu bağlamda vampir mitolojisi ve politika arasında nasıl bir ilişki var?
Farklı açılımları olan güçlü bir imge “vampir”, hele ki kurgusal nitelikleri artmaya başladıktan sonra oldukça az sözcükle birden çok kötü özelliği anlatmaya yetiyor, Voltaire ve Marx dabundan faydalanıyor zaten… Başlangıçta, Aydınlanma döneminden miras kalan vampirin cehalet simgesi olma durumu var; güçlü biçimde feodalizmi, geri kalmış, hurafe batağında aydınlanamamış Doğu’yu sembolize ediyor. Diğer yandan vampir mitolojisi derinleştikçe politikayla olan bağları da karmaşıklaşıyor. Misal, son dönem Hollywood filmlerinde daha olumlu karakterler olarak yansıtılan vampirler –özellikle Drakula- Müslüman işgaline karşı kiliseyi savunan kurtarıcı olarak oldukça politik bir tavırla resmediliyor.
Vampir anlatısının ayak izlerine Osmanlı’da rastlamamıza rağmen, bu coğrafyanın popüler kültürüne pek yansımamış gözüküyor. Vampir anlatıları daha çok batı edebiyatında ve Hollywood sinemasında karşımıza çıkıyor. Siz bu durumun sebebini neye bağlarsınız?
Vampir konusuna Türkiye’de mesafeli durulmasının pek çok nedeni var. En etkilisi elbette kurgusal vampirlerin zaman içinde kazandığı güçlü Hıristiyan karakter. 18. yüzyılda Batı’ya yolculuğun başlamasının ardından -özellikle edebiyat alanında- gelişmeye orada devam ediyor vampir… Neticesinde, Doğu’dan yola çıkan mezar kaçağı,aristokrat kimliğiyle ve Batılı bir yabancı olarak biliniyor memleketinde. Hem sinema hem de edebiyatta vampirlerin yeryüzüne çıktıkları topraklara geri dönmelerini sabırsızlıkla bekliyorum.
Can Öktemer-edebiyathaber.net (20 Ağustos 2018)